Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı, Sabancı Üniversitesi Danışma Kurulu üyesi ve BM Kalkınma Programı'nın (UNDP) bir önceki başkanı Kemal Derviş, Avrupa'daki borç kriziyle ilgili olarak, durumun çok tehlikeli olduğunu, ancak Avrupa'ya toplu olarak bakıldığında, aslında bölgenin güçlü olduğunu ve durumun o kadar da kötü olmadığını belirtti.
Derviş, “
Euro bölgesine sanki tek bir ülkeymiş gibi baktığınızda, borç oranının ABD'ninkinden daha düşük olduğunu, cari açığının çok küçük olduğunu görüyoruz. euro bölgesi 'krizi' euro bölgesinin içindeki dengesizliklerden kaynaklanıyor” dedi.
Kemal Derviş, Avrupa'da, özellikle de Yunanistan ve İtalya'da yaşanan borç krizini değerlendirdi.
Konuya ilişkin farklı önemli boyutların olduğunu söyleyen Derviş, ilk olarak Avrupa'ya toplu olarak bakıldığında, yani euro bölgesi olarak bakıldığında, durumun o kadar da kötü olmadığının görüldüğünü belirterek, “Euro bölgesine sanki tek bir ülke gibi baktığınızda, borç oranının ABD'ninkinden daha düşük olduğunu, cari açığının çok küçük olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla birçok bakımdan 'Avrupa içi' bir sorun. Avrupa içindeki dengesizlikler sorunu yaratıyor” diye konuştu.
Bu durumun farkında olmanın önemine işaret eden Derviş, özellikle ABD'deki bazı ekonomi analistlerinin, Avrupa'daki durumu “umutsuz” olarak gördüklerini söylediklerini belirterek, “Öyle bir şey de yok aslında ortada. Almanya, Hollanda, Finlandiya, Avusturya ekonomileri, ve euro bölgesinde olmasalar da Danimarka ve İsveç ekonomileri, aslında oldukça kuvvetli ekonomiler” dedi.
Ancak bölgenin euro para birimine sahip olduğunu hatırlatan ve Avrupa'nın kuzeyinde yer alan İrlanda ile güney Akdeniz bölgesinde bulunan ülkelerin diğer Avrupa ülkelerine göre zor durumda olmalarının, borç yüklerinin çok ağır olmasının, sorun oluşturduğunu söyleyen Derviş, “Sorun Avrupa'nın içindeki iki bölgenin farklılıklarından doğuyor. Sorun, Avrupa'nın sosyal modelinin eksikliği veya Avrupa'nın bütün bir bölge olarak kötü bir ekonomiye sahip olmasından değil, Avrupa içindeki dengesizlikten kaynaklanıyor” diye konuştu.
-“Euro bölgesinin önünde çok ciddi bir soru var”-
Konunun ikinci boyutunun, bu dengesizliklerin nasıl yönetilebileceği sorunu olduğunu belirten Derviş, değerlendirmesinde şunları kaydetti:
“Ortak bir para birimine sahip olunca, ortak bir maliye politikası ve bölgeyi tümüyle koruyan bir
Merkez Bankası ve para politikasına ihtiyaç var. Yani hem ortak bir para birimi olacak, hem ülkeler kendi başlarına maliye politikası üretecekler, bu olmuyor. Dolayısıyla euro bölgesinin önünde çok ciddi bir soru var şu anda: Daha fazla birleşmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Eğer Avrupa'da liderler, vatandaşlarından ve politik süreçlerden daha ileri bir düzeyde birleşmeye destek yaratabilirlerse o zaman sorunlar çözülür, çünkü Avrupa'nın bir bölge olarak durumu o kadar da kötü değil. Çözüm daha sıkı bir işbirliğinden geçiyor. Hem dayanışma ve yardım gerekiyor Güneye, ama tabii bu yardımlar karşılığında da güney Akdeniz ülkeleri kendi mali yapılarını, borç yapılarını, devletin işleyiş tarzını düzeltmek durumundalar.”
“Bu ülkelerin ortak paranın gerektirdiği disiplini göstermeleri gerekiyor ve tabii ki ortak para olunca egemenlik de ortak oluyor. euro bölgesinin ortak parayı bir şekilde ortak egemenliğe çevirmesi gerekiyor. Eğer bunu yapamazlarsa, yani bu konuda AB devletleri 'Hayır biz her birimiz ulus devletiz, bu ölçüde birleşmemiz mümkün değil' derlerse, o zaman hakikaten euronun devam etmesi orta vadede çok zor. Kısa vadede belki durum idare edilebilir, ama bu temel ortak egemenlik gereksinimine olumlu yanıt verilemezse euronun devamı konusunda kuşkular haklı olarak sürecektir.”
-“Asıl soru Avrupa'nın ne ölçüde birleşmek istediği sorusu”-
Önünde sonunda birleşmenin olacağını tahmin ettiğini, bu konuda iyimser olduğunu, fakat soruyu doğru şekilde koymak gerektiğini ifade eden Derviş, şöyle konuştu:
“Bu çok politik bir soru, teknik ve ekonomik sorunun çok ötesinde asıl soru Avrupa'nın ne ölçüde birleşmek istediği sorusu. Başlangıçta Avrupa konusunda büyük bir heyecan ve destek dönemi oldu, ondan sonra birlikteliğin yararlarına alışıldı, birliğin yararları bir şekilde unutuldu ve sadece birtakım rahatsızlıklar ön plana çıktı. Ayrıca zaman zaman ulusal politikacılar, kendi sorunlarını Avrupa'nın sırtına yüklemeye çalıştılar. Dolayısıyla AB vatandaşları doğal olarak Avrupa projesinden biraz soğudu. Ama bence bu soğuma, Avrupa projesinin yararlarını ortadan kaldırmıyor. Eğer şimdi AB vatandaşları 'Biz bu alıştığımız Avrupa'yı kaybedebiliriz, bu konuda destek vermezsek aslında alıştığımız bu Avrupa birlikteliğinin rahatlıklarını, yararlarını kaybedebiliriz' şuuruna varırlarsa, bunu iyi anlarlarsa, benim tahminim, Avrupa entegrasyonuna siyasi destek artacaktır. Süreç liderlerin tutum ve söylemlerine de bağlı. Liderlik, bu durumu vatandaşa anlatma sorumluluğunu taşıma anlamına gelir.”
-“Birkaç aylık bir süre herhangi bir hükümetin icraat göstermesi için yetersiz”-
Yunanistan'da başbakan olarak atanan Lukas Papadimos ve İtalya'da da hükümeti kurmakla görevlendirilen Mario Monti'nin “gerçekten ehliyetli, bilgili, tecrübeli ve saygı gören insanlar” olduğunu ifade eden Kemal Derviş, bunun olumlu bir yön olduğunu söyledi.
“Fakat bir demokraside, politik süreçten gelmeden, sadece teknik bilgiye ve dünyadaki saygınlığına dayanarak bakan olmak zor, başbakan olmak daha da zor. Başbakan olunca bu kişinin ne ölçüde politik desteğe sahip olabileceği konusu tabii çok önemli. Ancak olağanüstü durumlarda birdenbire politik destek oluşabilir” diyen Derviş, şöyle konuştu:
“Eğer bu teknik yönü güçlü başbakanlar sadece birkaç ay iş başında kalacaklarsa, zaten birtakım çıkar grupları da bunun çok kısa vadeli bir şey olacağını anlarlarsa, o zaman başarılı olmaları zor. Neticede 4-5 ay içinde belki meclisten bazı kararlar geçirilebilir, ama bu kararların uygulanması, bir programın gerçekten bürokrasinin de desteğiyle, halkın da desteğiyle uygulanması gerek. Dolayısıyla iş sadece meclisten birtakım kanunları geçirmek değil, bir ekonomik programın uygulanması. Onun olması için de bu yeni hükümetlerin yaşam süresinin daha uzun olması gerekiyor diye düşünüyorum. Birkaç aylık bir süre herhangi bir hükümetin icraat göstermesi için yetersiz. Ancak böyle bir 'uzama', yeni bir politik desteğin oluşmasını gerektirir, bunun için yeni liderlerin politik destek yaratabilmeleri gerek.”
Kemal Derviş iki ülkede de bugünlerde siyasal süreçte yaşanan göreli rahatlamanın, yeni kurulacak hükümetlere daha uzun vadeli bir perspektif açılmaması durumunda kısa süreli kalacağına dikkati çekerek, “Ama diğer taraftan da uzun vadeli perspektifin açılması için gerçek bir demokratik desteğe ihtiyaç var. Bu sorun nasıl çözülecek ben de merak ediyorum, zor bir sorun. Tabii bu kişiler icraatlarıyla, halka seslenmeleriyle, hem iş dünyası, hem sendikalarla olan ilişkilerinde çok ikna edici, çok güven verici olabilirlerse yeni siyasal dengeler oluşabilir ve kendileri belki de yeni seçimlerin ötesine uzanacak bir politik meşruiyet kazanabilir. Eğer bu başarıyı gösterebilirlerse icraat yapabilecek duruma gelebilirler. Bu olursa bu kişiler sadece birkaç aylık değil, daha uzun bir süre için ülkelerinin yönetimine ciddi katkıda bulunabilecek kişilere dönüşebilirler ve o zaman da başarı şansları artar” dedi.
Derviş, İtalya'da Mario Monti'nin kendisine en az 1 yıllık destek verilmesini istediğini belirterek, “Aslında bir yıl bile kısa. Ama öte yandan para piyasaları bunu istiyor, Avrupa'daki diğer liderler bunu istiyor diye iki ülkede de demokrasiye ara vermek, demokrasiyi tatil etmek ne doğru, ne de mümkün” diye konuştu. Derviş bu kapsamda, “İki ülkede de yöneticilere değil, liderlere ihtiyaç olduğu” yorumunu yapan Financial Times gazetesinde çıkan bir yoruma katıldığını da söyleyerek, “Dolayısıyla teknik yöneticilerin, hiç değilse bir ölçüde, siyasal ağırlığı olan kamuoyu önderlerine dönüşmesi gerekecek” ifadesini kullandı.
Derviş, “İtalya'da ve Yunanistan'da hem orta sol, hem de orta sağın dahil olduğu çok daha geniş bir koalisyon, teorik olarak şimdilik siyasal kimlikleri olmayan ya da çok az olan teknik kimlikli bu insanlara destek vermeye karar verdi. Ancak bu desteğin samimiyeti konusunda ciddi kuşkular var. Rakip partileri bir araya getiren, hem orta sağ, hem orta solun desteklediği hükümetler kurulmaya çalışılıyor. İcraat için teknik başbakanların, teknik kimliklerini biraz askıya asıp, siyasal liderlere dönüşebilmeleri gerekecek, bu ne kadar mümkün, göreceğiz” diye konuştu.
-Borç krizi küresel ekonomiyi nasıl etkiler-
Konunun dördüncü boyutunun da Avrupa'daki bu borç krizinin küresel ekonomiyi nasıl etkileyeceği olduğunu söyleyen Derviş, “Avrupa'daki ciddi bir yavaşlama, belirsizlikler yüzünden Avrupa'da büyümenin tamamen durması, işsizliğin daha da artması mümkün. Bu olursa bütün dünya ekonomisi etkilenecek. Bu sadece Avrupa'nın sorunu değil, bütün dünya ekonomisinin sorunu. ABD'yi, Çin'i etkileyecek. euro bölgesi hem ABD'nin, hem Çin'in en önemli ticari ortağı.
Yani hem büyük ekonomileri, hem de daha orta boyut, yükselen piyasa ülkelerini de etkileyecek mutlaka. Bütün dünya her gün euro bölgesiki olayları izliyor, Avrupa'da iyimser hava estiğinde dünya piyasaları yükseliyor, kötümser bir hava yayıldığında piyasalar çöküyor. Bu da gerçek bir karşılıklı bağımlılık” dedi.
-“IMF'nin dünya ekonomisi için tehlike yaratan Güney Avrupa ülkelerine geniş destek vermesi gerek”-
“Avrupa'nın sorunlarını halletmesi herkesin çıkarına. Bu çerçevede tabii IMF'nin de bir şekilde Avrupa'ya destek vermesi gerek. Portekiz, Yunanistan ve İrlanda'da programları olan IMF'nin, İtalya ve İspanya gibi çok daha büyük ülkelere de gerektiğinde
kredi açabilen bir IMF olması bence dünyanın yararına” diyen Derviş, “IMF dünya ekonomisine destek vermekle görevli, dolayısıyla IMF'nin de dünya ekonomisi için tehlike yaratan Güney Avrupa ülkelerine geniş bir destek vermesi gerek. Bunu yapabilmesi için IMF'nin ek kaynağa ihtiyacı var” ifadesini kullandı.
Çin, Singapur, Brezilya veya petrol zengini ülkelerin, Avrupa'ya direkt yardım etmeleri konusunda birtakım önerilerin geliştirildiğini, ancak bu ülkelerin yanıtının ise “Yardım ederiz, gerekirse kredi açarız, fakat bunu direkt bir şekilde yapmak istemeyiz, bunu IMF çerçevesinde yapalım. Bunu yaparken de bizim IMF'deki söz hakkımız, payımız artsın, 4-5 sene sonraki IMF, bizim dünya ekonomisindeki ağırlığımızı, önemimizi yansıtan bir örgüte dönüşsün” olduğunu söyledi.
Ancak bu konuda hem Avrupa'nın, hem de ABD'nin çekimser davrandığını belirten Derviş, Avrupa ve ABD'nin bu ülkelere şu andaki IMF'deki ekonomik ağırlıklarını aşan söz hakkı ve payı vermek istemediklerini, yani kendi paylarını azaltmak istemediklerini anlattı. Bu noktada bir kilitlenme yaşandığına dikkati çeken Derviş, IMF'nin devreye girmesinin herkesin yararına olduğunun düşünüldüğünü, ancak bunun için de IMF'nin kaynaklarının bir daha arttırılması gerektiğini belirtti.
Derviş, “Ek kaynaklar da daha çok yükselen yeni ülkelerden gelmek durumunda. Bu ülkeler de kaynak karşılığında söz haklarının artmasını istiyor” dedi.
-Türkiye'ye etkisi olur mu-
“Yunanistan'da ve İtalya'da yeni hükümetler başarılı olmazsa, Avrupa'daki ciddi bir yavaşlama, süregelen belirsizlikler yüzünden büyümenin tamamen durması, işsizliğin daha da artması mümkün. Bu olursa bütün dünya etkilenecek. O zaman bütün dünya gibi, Türkiye de etkilenecek” diye konuşan Derviş, borç krizinin bu anlamda Türkiye'ye olası etkileri konusunda ise şunları söyledi:
“Özellikle Türkiye'ye etkisi olacak diyemeyiz. Ama tabii bizim için de AB ve euro bölgesi önemli bir ticari ortak. Sadece biz o durumda değiliz, birçok ülke o durumda, dolayısıyla kriz, hele derinleşirse, küresel ekonomiyi etkileyecek, küresel ekonomiyi etkileyince Türkiye'yi de etkileyecek, etkilemeye başladı zaten. Brezilya'yı da ABD'yi de etkileyecek. Bazı ülkelere kıyasla euro bölgesinin bizim ticaretimiz içindeki payı belki biraz daha yüksek, ama bizim ticaretimiz de bayağı çeşitlenmiş durumda, bu iyi bir şey. Türkiye ekonomisi hem esnek, hem çeşitlenmiş bir ekonomi, dolayısıyla Avrupa bağımlılığı çok aşırı değil, ama gene de bağlıyız tabii.”
-“Büyüme olmadan sadece maliye politikası uygulayarak başarıya ulaşmak mümkün değil”-
Kemal Derviş son olarak İtalya ve Yunanistan'da uygulanacak programın içeriğinin nasıl olması gerektiği konusunda da ciddi ve sıkı bir maliye politikasının öngörüldüğünü, bu politikanın uygulanabilmesi için de vergi ödememek, kamu ihalelerindeki maliyeti şişiren sorunlar gibi kötü alışkanlıkların ortadan kalkması gerektiğini vurguladı. Ancak bunun yeterli olmadığını belirten Derviş, sözlerinin sonunda şunları söyledi:
“Büyüme olmadan da sadece maliye politikası uygulayarak başarıya ulaşmak mümkün değil. Mutlaka yapısal olarak büyümeyi destekleyen önlemler gerekiyor. Ayrıca Avrupa'daki dengelerin yeniden inşa edilebilmesi için, özellikle kuzey ve güney arasındaki maliyetler farkının daha kolay kapatılabilmesi için, kuzey Avrupa ülkelerinin daha genişlemeci makropolitikaları uygulamaları, bir ölçüde biraz daha yüksek enflasyonu kabul etmek pahasına, büyümeye ve genişlemeye önem vermeleri lazım. Amaç Güneyi geçmişteki eksikleri yüzünden cezalandırmak değil, sorunları bütün euro bölgesi için kökünden çözmek olmalı.”