Ali Atıf BİR
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 19, 2001 01:43
Bu kadar iddialı, Türkiye'yi bir seçim sonra yönetmeye aday bir partinin ismine, amblemine, sloganına biraz daha dikkat etmesini, iki günde sağını solunu düzeltmemesini beklerdim.
Bu konuda Ertuğrul Özkök'ün, Perşembe günü köşesinde belirttiği 'Yeni partide marka yönetimini bilen yok izlenimi edindim' görüşüne katılmamak mümkün değil.
Tabii ki, sadece isme, ambleme, slogana bakıp oy verilmiyor ama bu ögeler bir partinin kurumsal kimliğini tanımlayarak, o partinin, imajının oluşmasında çok önemli katkılarda bulunuyor.
Hatta siyasi pazarda, 'fanatik taraftar' yaratmak önemli olduğu için isim, amblem ve slogan seçiminde ürün ya da hizmet pazarlamasına daha dikkatli davranmak gerekiyor.
Siyasal pazarlama açısından partinin ismini bir marka olarak görmek mümkün. Bu nedenle isim ne kadar kısa ve akılda kalıcı olursa başarı şansı da artıyor. Yarattığı çağrışımlar partinin temel değerlerini yansıtırsa, istenen farklılaşmayı sağlamak da kolaylaşıyor.
'Adalet' 50 yıldır Türkiye'de tartışmasız yükselen bir değerdir. 1960'lardan beri de Türkiye'de arkasından ciddi bir kitleyi sürükleyen Adalet Partisi ile ağızlara sakız olmuştur.
'Kalkınma' her Türk vatandaşının, hele şu içinde yaşadığımız kriz günlerinde, özlemi değil midir? Türkiye'de kimi zaman 'her köşebaşında bir milyoner' kimi zaman 'iki anahtar'la ifade edilen siyasi söylemler her zaman geniş kitleleri arkasından sürüklemiştir.
'Adalet ve Kalkınma'yı birarada söylemek ise, Türkiye'de her geçen gün bozulan gelir dağılımını değiştireceğiz anlamına gelmektedir. 1970'lerde Ecevit'i 'hakça düzen' tek başına iktidara getirdiği gibi, Erbakan'ın 'adil düzeni' de yıllar sonra 'milli görüşü' iktidara taşımıştır.
Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını farklılaştıracak olan Adalet ve Kalkınma'yı 'yeni' bir şekilde söylemekti. Medya bu konuda onlara hiç kimseye nasip olmayacak şekilde yardımcı da olmuştu. Ama onlar yıpranmış sözcükleri kullanarak çok önemli bir treni kaçırmışlardır.
AKLIKTAN ESER KALMAZ
Hesapta AK Parti'yi yerleştirip 'Beyaz'ın çağrıştırdığı olumlu göstergelerden yararlanılmak istenmektedir ama bu noktada da kafaları karıştırıp, asıl söylenmesi gereken gölgelenmektedir. Uzun dönemde de göreceksiniz AK'ın AK'lığından eser kalmayacaktır.
AK Parti'de ise söylenme zorluğu vardır. Bir kere doğrusu AK Partisi'dir. Hızlı söyleyince Halk partisi ile karışıyor gibi geliyor bana. AkaPe diye okununca ise hemen akla TeKape geliyor.
Gelelim ambleme ve slogana. İkisini birlikte ele alınca ancak bir anlam kazanıyor. Tek başına ise hem 'ampul' hem de slogan her türlü eleştiriyi hakediyor. 'Ampul göğüsler, ampul kafa' gibi argo kullanımları bir yana bırakacak olursak yanmakta olan ve yandığı izlenimi kenarına küçük çizgiler çizilerek verilen ampul evrensel olarak 'yeni fikri' çağrıştırmakta, ve ikon olarak da bu amaçla kullanılmaktadır.
Tayyip Erdoğan ve arkadaşları ise kenarlarında küçük çizgiler olan yanan Ampul'ü 'Aydınlık' ı simgelemek için kullanmış, bence çok büyük hata yapmışlardır. Bunu 'Karanlığa kapalı, Aydınlığa Açık' sloganından anlıyoruz. Sloganın zorlama oluşunu bir tarafa bırakacak olursak, 'karanlık-aydınlık' zıtlığının 'gerici' damgasından kurtulmak için yapılandırıldığı ortada. Bu gizli istek sanırım eldeki değerleri görmeyi engellemiş.
Oysa 'Adalet ve Kalkınma' yeniliği içerecek bir şekilde ifade edilse, amblem ismi destekleyecek şekilde stilize edilse ve çok daha şık ampul olsa, slogan da ismi ve amblemi niteleyecek şekilde yeni düşünce tarzını anlatsa bugün isim, amblem, slogan konusunda her kafadan bir ses çıkmazdı.
Bütün bunlar amatörlüğü mü gösteriyor? Hayır bütün bunlar Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının kafalarının karışık olduğunu ya da ekipte her kafadan bir ses çıktığını gösteriyor. Bu kadar eklektik yani oradan buradan alınıp bütünsellik içermeyen bir isim, amblem, slogan üçlüsü ancak karmakarışık bir kafanın ya da karışanı çok olan bir sistemin ürünü olabilir!
Cem Yılmaz'lı reklamda zoka mizah
Geçen hafta 'Cem Yılmaz'lı Telsim reklamında verilmek istenen mesaj pazarda kalıcı olunduğunu vurgulamak gibi görünüyor olsa da asıl amaç, Cem Yılmaz'ın 'komik adam' statüsünden yararlanarak Telsimci'nin yaşadığı Uzan-Telsim bilişsel çelişkisini ve gerilimini azaltmak, dikkati dağıtmak ve durgun pazarda pazarı korumaktır' diye yazmıştım.
Bu nedenle yeni Telsim reklamına, işlevi gereği, 'komik' bir Cem Yılmaz öyküsü olarak bakmak gerekir. Bu nedenle hiçbir kitapta yeri olmayan uzunluğuna (166 saniye) rağmen reklam başarısız değil. Bu nedenle reklamdaki 'saçma' ögelere mantıklı bir açıklama getirmeye gerek yok. Bu nedenle konuyla hiç bir ilintisi olmasa bile Ajda'nın 50 yıl sonra bile kendini gerdirerek süper star olarak kalacağı esprisine defalarca gülmek ve reklamı her yerde anlatmak mümkün. Bu ve diğer komik nedenlerle de reklamı beğenmek mümkün.
Peki reklam ne kadar inandırıcı? Komik bir Cem Yılmaz öyküsü ne kadar inandırıcı ise Telsim reklamı da o kadar inandırıcı. Telsim reklamının inandırıcı olmak gibi bir sorunu yok ama. Burada 'zoka' mizah. Zokayı yutanlar da, özellikle genç Cem Yılmaz hayranları, çevrelerine ballandıra ballandıra bu reklamı anlatıyorlar. Yutmayanların ise zihinlerinin biraz çelinmesi yetiyor. Ancak bu uzun reklamın gösterimini de tadında bırakmak gerekiyor yoksa geri tepebilir...
Şimdi can alıcı soruyu soralım. Bu ve bunun gibi saldırgan ve mizahi reklam stratejileri ile Telsim 2053 (!) yılına kadar idare edebilir mi?
Yine tekrar ediyorum. Rakipler özellikle de Aria bugün yaptığı hataları yapmaz ya da pazara yeni girecek Ay-Cell, daha iyi pazarlama yaparsa Telsim'in bırakın 2053'ü, beş yıl bile idare etmesi zor.
Hele de abone olmak ve abonelikten vazgeçmek diğer ülkelerde olduğu gibi bir telefonla mümkün hale gelirse siz seyreyleyin o zaman gümbürtüyü..
Uzan imajının olumluya dönmesi durumunda ise Turkcell dahil tüm GSM'ler eski güzel günleri arayabilirler.
Yeri gelmişken Telsim dahil tüm GSM'lere bir gerçeği anımsatayım. Karı göz ardı eden fiyat rekabeti bugüne kadar otobüs firmaları dahil kimseye pazarlama başarısı getirmemiştir. GSM'lere getirmesi için de bir neden yoktur.
Ülke yönetmek ciddi bir iş mi?
Yeni partilere bakıyorum. Hepsi ciddi asık suratlı insanlardan oluşuyor. Niye ülke yönetmek bu kadar ciddi bir iş mi? Ya da ülke yönetimine sahip olmak için mutlaka bu kadar ciddi mi olmak gerekiyor. Bence gerekmiyor. Ben, neşeli parti ve neşeli lider istiyorum. Beni her seviyede yöneten insanların renksiz, kimliksiz ve silik insanlar olmalarından hayat boyu nefret ettim. Çünkü silik, kimliksiz ve renksiz adamlar benim ne istediğimi unutup, kuralları işin kendisi sanıyorlar. Türkiye'de de bu tür insanlardan çevremizde yeterince var. Hatta yaşadığımız her türlü krizin nedeni de onlar. Ve ben onlardan nefret ediyorummmmmm!
Çekirgelik
Ciddiyet sığlığın tek sığınağıdır. (Oskar Wilde).