Osmanlı Devleti'nden 12,5 milyon nüfuslu, toprakların büyük bölümünü kaybetmiş, yıkılmış, harap, neredeyse bir Ortaçağ ülkesi devralan Türkiye Cumhuriyeti, 79 yıllık dönemde 15 yılını krizlerle geçirmesine rağmen ekonomisini, dünyanın 18'inci, bulunduğu bölgenin en büyük ekonomisi konumuna getirmeyi başardı. Türkiye, potansiyeli olan yüzde 7-8'lik ortalama büyümeyi tutturabilse (kriz yılları hariç Cumhuriyet döneminde yüzde 7,8 büyüdü), 15 yıl içinde Fransa, İngiltere'nin şimdiki boyutlarında, 20 yılda ise o zamanki boyutlarında bir ekonomiyi yakalayabiliyor.   Dünya Bankası verilerine göre, 444,8 milyar dolarlık satınalma gücü paritesine göre milli gelire sahip Türkiye, yüzde 8 büyürse, 2001 fiyatlarıyla, 2022 yılında 2,2 trilyon
dolar milli gelire sahip olacak. İngiltere ve Fransa ise şu anda 1,5 trilyon dolar olan milli gelirlerini, yıllık yüzde 2 büyümeyle 2022 yılında yine 2,2 trilyon dolara çıkarabiliyorlar. Türkiye'nin yüzde 8 büyüme ile 1,5 trilyon dolarlık milli geliri 2017 yılında yakalaması bekleniyor.   Türkiye Cumhuriyeti, 2001 yılında 444,8 milyar dolarlık satınalma gücü paritesine göre milli geliriyle dünyanın 18'inci, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar'dan oluşan içinde yer aldığı bölgenin en büyük ekonomisi konumuna getirmeyi başardı. Türkiye, ekonomik olarak çok büyük nüfusuna rağmen, 21 yıldır Avrupa Birliği (AB) üyesi olan ve her yıl 3-4 milyar dolar net destek alan Yunanistan hariç bütün komşularından daha iyi durumda. Türkiye'nin satınalma gücü paritesine göre kişi başına milli geliri 2001 yılında 6 bin 483 (son nüfus verileriyle 6 bin 483-Dünya Bankası'nın eski nüfus verileriyle 6 bin 640) dolarken, İran'nınki 6 bin 230, Bulgaristan'ınki 5 bin 950, Suriye'ninki 3 bin 440, Azerbaycan'nınki 3 bin 20, Ermenistan'nınki 2 bin 880, Gürcistan'ınki 2 bin 860 dolarda kalıyor. Satınalma gücü paritesiyle milli gelirin Irak'da 3 bin dolar dolaylarında olduğu tahmin edilirken, Yunanistan'da 17 bin 860 doları buluyor.     MALİ KRİZLER VE YAPISAL REFORMLAR 1990'lı yılları ekonomik açıdan istikrarsız bir havada geçiren Türkiye, bu dönemde 1994, 1999 ve 2001 yıllarında 3 büyük kriz yaşadı. Üç krizden özellikle 1994 ve 2001 yılı krizleri Türkiye'nin daha önce yaşadığı krizlerden farklıydı. Krizler bankacılığı vurmuştu. 1994'de 3, 1997 ve 1998 yıllarında birer, 1999'da 6, 2000'de 3, 2001'de 8 ve 2002'de bir banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) kapsamına alındı. Bir diğer ifadeyle krizler sonucu 23 banka iflas etti. Fon'daki bankalara 20 milyar doların üzerinde kaynak aktarıldı. Türkiye Emlak Bankası, Türk Ticaret Bankası (Türkbank), Demirbank, Pamukbank gibi büyük bankalar krize yenik düştüler. Emlakbank ve Türkbank gibi bankalar tarih oldular. Bu durum karşısında Türkiye, yılların uygulamalarını ters yüz eden radikal reformlar yapmak zorunda kaldı. Bankacılıktaki çürükler ayıklandı, bu alanda sıkı denetim geldi. Bankacılık, Hazine denetiminden çıkarıldı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu oluşturuldu. Birçok alanda kurullar meydana getirildi, ülke neredeyse kurullar cenneti haline dönüştürüldü. Bağımsız kurullar yoluyla ekonomi siyasetten koparılmak istendi. Sermaye Piyasası Kurulu 1980'lerde, Rekabet Kurulu 1990'larda kurulmuştu. Son yapısal reformlarla da ekonomideki önemli alanların denetimi kurullara bırakıldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Tütün Kurulu, Şeker Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Kamu İhale Kurulu, Telekomünikasyon Kurulu oluşturuldu. Bunların karşılığında Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'ndan Türkiye'ye 35 milyar dolarlık kaynak tahsisi yapıldı. 2001 Şubat krizinin maliyeti 50-55 milyar dolar olarak hesaplansa da, kriz Türk ekonomisinde köklü değişikliklere sebep oldu. Tarımda destekleme alımları terkedildi, doğrudan gelir desteği başladı. Sorunlu bankalar Fon'a devredildi, sermayeler güçlendirildi, birleşmeler yaşandı (Garanti-Osmanlı birleşmesi) ve bu alana yabancı sermaye (Demirbank'ı alan HSBC gibi) girdi. Kamuda ücret artışları başta olmak üzere birçok alanda geçmiş değil, gelecek enflasyon baz alınmaya başladı. Halen 120'si dış borç olmak üzere 205 milyar doları aşan borç stoku en önemli ekonomik sorun olarak görülse de, krizin bütün ağırlığına rağmen Türkiye borç ödeme sorunu yaşamadı. Enflasyon Eylül 2002 rakamlarıyla yeniden yüzde 40'ların altına indi. Ekonominin 2002'de yüzde 4'lük büyümeyi sağlamasına da kesin gözüyle bakılıyor.  BÜYÜME VE ENFLASYONTürkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'ndan yarı sömürgeleşmiş, çok geri kalmış bir ekonomik yapı devralmıştı. Temelde tarıma dayanan Osmanlı ekonomisi, kapitülasyonlar, dış borçlar ve ayrıcalıklı yabancı sermaye yatırımları yoluyla tam anlamıyla dışa bağımlı, neredeyse bir koloni ekonomisi niteliğindeydi.Büyük ölçüde yabancıların ve azınlıkların denetiminde olan sanayi, küçük işletmelerden oluşuyordu, toplam işçi sayısı 15 bini geçmiyordu. Sanayi temel tüketim mallarında bile iç talebi karşılamaktan acizdi. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ve diğer kaynaklardan elde edilen verilere göre Türkiye, 1924-1930 döneminde yıllık ortalama olarak yüzde 9,4 büyüdü, kişi başına milli gelir 7 yılda yüzde 61,5 arttı, enflasyon ise yıllık eksi yüzde 1,67 idi. 1925-1933 döneminde ise fiyatlar yüzde 53,2 (dünyada Büyük Buhran yılları) geriledi. Cumhuriyetin ilk yıllarında 80 kuruş olan ABD Doları,
Atatürk dönemi boyunca 1 lira dolayında seyretti.     Ekonomide, 1923-1930 döneminde yüzde 9,4 olan yıllık ortalama büyüme hızı, 1930-1940 döneminde yüzde 4,7 (Büyük Buhran dönemi), 1940-1950 döneminde yüzde 1,35 (2. Dünya Savaşı yılları), 1950-1960 döneminde yüzde 6,3, 1960-1970 döneminde yüzde 5,9, 1970-1980 döneminde yüzde 4,8, 1980-1990 döneminde yüzde 5,2 olurken 1990-2000 döneminde yüzde 3,5'e indi. Enflasyon (deflatör: milli gelir rakamlarında baz alınan enflasyon) ise yıllık ortalama olarak 1923-1930 döneminde yüzde -1,67 (eksi 1,67), 1930-1940'da 4,95, 1940-1950'de 10,55, 1950-1960'da 9,85, 1960-1970'de 7,35, 1970-1980'de 34,3, 1980-1990'da 46,3 ve 1990-2000'da 71,9 oldu.     DOLAR 1 LİRA ABD Doları'nın değeri Cumhuriyetin ilk yıllarında 80 kuruştu. Bu durum 1940'lara kadar 1 lira dolaylarında seyretti. 1950'li yıllarda 2,8 lira, 1958 sonrası 9 lira, 1970 sonrası 14,85 lira, 1971-1973 döneminde 14,15 lira, 1974'de 13,99 lira, 1975'de 15,15 lira, 1976'da 16,66, 1977'de 17,83, 1978'de 24,07, 1979'da 37,55, 1980'de 76 lira oldu. Bu tarihten sonra günlük ayarlamalarla TL'nin değeri düşürüldü. Yıllık ortalama olarak, 1990'da 2 bin 607,6 liraya yükselen dolar,2000 yılında 623 bin 364 lira oldu. Dolar bugünlerde 1 milyon 685 bin lira düzeyinde seyrediyor.         MİLLİ GELİR 1923-1930 döneminde kişi başına milli gelir yüzde 61,5 artarken, bu rakam 1990-2000 döneminde yüzde 21'e düştü. Bu da 2. Dünya Savaşı'nın yaşandığı 1940'lı yıllar hariç (1940-1950 döneminde kişi başına milli gelir yüzde 2,6 geriledi) en düşük düzeyi oluşturdu. Sonuçta 1923-2002 döneminde ülke nüfusu 12 milyon 475 binden 69 milyon 749 bine, gayri safi milli hasılası (GSMH) 2002 yılı sabit fiyatlarıyla 4,6 milyar dolardan 178,7 milyar dolara, kişi başına geliri 370 dolardan 2563 dolara yükseldi ama Türkiye, çeşitli nedenlerle potansiyelinin (yıllık ortalama yüzde 7-8) altında büyüdü. Geçen 79 yılda, ekonomide dikkat çeken satış başları şöyle:        EKONOMİNİN SATIR BAŞLARI * İzmir İktisat Kongresi: Daha Cumhuriyet kurulmadan, Lozan Antlaşması imzalanmadan 17 Şubat 1923'de toplanan kongre, kalkınmaya öncelik veren, yerli ve yabancı sermayeyi, pazar için üretim yapan çiftçileri özendiren ılımlı korumacı bir yaklaşımıyla, genç devletin ilk yıllarında ekonomi politikasına yön verdi.  * Devletçilik: Büyük Buhran olarak adlandırılan 1929 dünya ekonomik bunalımının etkisiyle yönelinen devletçilik politikasıyla ilk kamu iktisadi teşebbüsleri doğdu ve devlet eliyle sanayileşme başladı.    * İlk Plancılık: Türkiye, I. Beş Yıllık Sanayi Planı adıyla 1934 yılında ilk plan uygulamasını başlattı. Yapılacak işleri listeyle belirleyen plan, çağdaş plancılıktan uzak olmakla birlikte, ülke kalkınmasına büyük katkıda bulundu.  * Demiryolu Yapımı Seferberliği: Kıt kaynaklarına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti, ulaştırmanın bilincine varmıştı. Osmanlı'dan miras aldığı demiryollarını 15 yılda ikiye katladı ve ''ülkeyi demir ağlarla ördü''. Bu dönemin ardından demiryolları ihmal edildi.   * TCMB'nin Kurulması: Ekonomik bağımsızlığın yolu,
Merkez Bankası'ndan geçiyordu. Oysa, genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nden merkez bankası miras almamıştı. Ulusal paranın ve para programının yönetimi, o dönemde yabancı sermayeli olan Osmanlı Bankası'nın eliydeydi. 11 Haziran 1930'da kurulan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) bu anlamda, gecikmiÅŸ bir giriÅŸim olarak da deÄŸerlendirilebilir.  * Varlık Vergisi: 1942-1944 arasında uygulanan ve temelde ticaret burjuvazisini vergilendirmeyi amaçlayan ''Varlık Vergisi'', azınlıklara karşı bir vergiye dönüştü ve unutulmayan ''acı'' bir tahribat olarak tarihte yerini aldı.  * DPT'nin Kurulması: 1963 yılında kurulan Devlet Planlama TeÅŸkilatı (DPT), hazırlandığı planlarla çaÄŸdaÅŸ plancılığı baÅŸlattı ve ekonominin yönlendirilmesi önemli rol oynadı. * Türkiye-AB Ä°liÅŸkileri ve Gümrük BirliÄŸi: Türkiye, 1957'de Roma'da kurulan, ÅŸu anda Avrupa BirliÄŸi (AB) adını almış olan Avrupa Ekonomik TopluluÄŸu (AET) ile 12 Eylül 1963'de Ankara'da Ortaklık AnlaÅŸması'nı imzaladı. Daha sonra 1970'de imzalanan Katma Protokolle devam eden Türkiye-AB iliÅŸkileri iniÅŸli çıkışlı seyir izledi ama her zaman gündemin ilk sıralarında yer aldı. 1987 yılında tam üyelik baÅŸvurusu yapan ama baÅŸvurusu kabul edilmeyen Türkiye, 1995 yılında Avrupa BirliÄŸi (AB) ile gümrük birliÄŸini gerçekleÅŸtirdi. Gümrük birliÄŸi sonrası AB'den ithalat patlasa da Türkiye, pazarını AB'nin tam rekabetine açarak ayakta kalmasını bildi ve tam üyelik için önemli bir tecrübe kazandı. Türkiye'yi, 1997 yılında Lüksemburg Zirvesi'nde dışlayan AB, 1999 yılında Helsinki'de düzenlenen zirvede 13. aday ülke olarak ilan edildi. Türkiye, geçtiÄŸimiz aylarda AB reformunu Meclis'ten geçirerek, siyasi kriterler açısından AB'ye uyum saÄŸlamıştı. Uzmanlar, bu yılın Aralık ayındaki zirvede müzakere takvimi alması ve hızla siyasi kriterleri uygulamaya geçirmesi halinde Türkiye'nin Romanya ve Bulgaristan ile birlikte 2007'de AB'ye tam üye olabileceÄŸini, bunlar olmazsa 2010-2012'ye kalabileceÄŸini öne sürüyorlar.    * 24 Ocak Kararları: 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlarla Türkiye, ekonomi politikasında köklü deÄŸiÅŸiklikler yaptı. Ä°thal ikameci ve dışa kapalı bir ekonomiyi terk ederek, dışa açık serbest piyasa düzenine ve serbest kura geçti. * KDV: 1985 yılında çıkarılan kanunla uygulamaya sokulan Katma DeÄŸer Vergisi (KDV), devlete önemli bir gelir kaynağı saÄŸlamanın yanı sıra, vergilendirmede de yeni bir dönemi battı.  * SPK ve Ä°MKB'nin Kurulması: 1980'lerin ortasında, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ve Ä°stanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın (Ä°MKB) kurulması, yatırımcılar için yeni bir ufuk açtı. Türkiye'de sınırlı olan yatırım alanlarına sermaye piyasası da eklendi. 1990'larda Rekabet Kurulu kuruldu. Son krizlerle birlikte Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), Tütün Kurulu, Åžeker Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK), Kamu Ä°hale Kurulu, Telekomünikasyon Kurulu oluÅŸturuldu.    * GAP: Türkiye'nin en büyük, dünyanın sayılı projelerinden olan GüneydoÄŸu Anadolu Projesi (GAP), 32 milyar dolarlık bir yatırımı öngören enerji, sulama, tarımsal sanayi, insani kalkınma ayakları olan entegre bir proje konumunda. Åžimdiye kadar 15 milyar dolar harcanan proje, tam anlamıyla 2010 yılında bitirilecek.    * Vergi Reformu ve ÖTV: 29 Temmuz 1998'de yürürlüğe giren vergi reformu, kayıtdışı ekonomiyi kayda alma amacı güden, gelirin tanımını deÄŸiÅŸtirerek, bütün gelir unsunları vergilendiren köklü bir reform olarak tarihte yerini aldı. Vergide en son 2002 yılı Temmuz ayında yürürlüğe giren Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) birçok vergiyi birleÅŸtirdi ve bu alanda sadeleÅŸmeye gidildi. KDV'deki oranlar da yüzde 18'i geçmemek üzere geri çekildi, yüzde 18'in üzerindeki vergi ÖTV kapsamına alındı ve bu alanda AB'ye uyum saÄŸlandı. 15 YIL KRÄ°ZLE GEÇTÄ°Cumhuriyet döneminde yıllık ortalama yüzde 4,74 büyüme oranını tutturan Türkiye, 15 yılını da krizle geçirdi. Türk ekonomisi, 1927 yılında yüzde 12,8, 1932 yılında yüzde 10,6, 1935 yılında yüzde 3, 1940 yılında yüzde 5, 1941'de yüzde 10,3, 1943'de yüzde 9,8, 1944'de yüzde 5,1, 1945'de yüzde 15,3, 1949'da yüzde 5,5, 1954 yılında yüzde 3 oranında küçüldü. Bu tarihten 1979 yılına kadar, 24 yıl kesintisiz büyüyen Türkiye ekonomisi, 1979 yılında yeniden krize girdi ve yüzde 0,5, 1980 yılında yüzde 2,8 geriledi. Bu tarihten sonra yeniden 13 yıl kesintisiz büyüme gerçekleÅŸtiren Türkiye, 1994 yılında yüzde 6,1, 1999 yılında yüzde 6,1, en son 2001 yılında da yüzde 9,4 küçüldü. Kriz yılları dışarıda bırakıldığında yıllık yüzde 7,8 gibi çok yüksek bir büyüme oranını tutturan Türkiye'nin bu performansı, bir türlü istikrar ortamının saÄŸlanamamasının sonucu yaÅŸanan krizlere heba oldu. Â
button