Pricewaterhouse Coopers (PwC) Türkiye tarafından hazırlanan “2041'de Türkiye: Geleceğe Bakış” raporunda, Türkiye ekonomisinin gelecek 30 yıldaki başarısının çeşitli etkenlere bağlı olduğu belirtilerek, bu etkenlerin bazıları “Türkiye'nin uluslararası rekabet avantajı geliştirmesi”, “doğrudan yabancı yatırım çekmeyi başarması” ve “bölgesi içinde ve dışında mal ve uzmanlık ihracatında bulunmasını sağlayacak 'uluslararası uzmanlık merkezleri' geliştirilmesi” olarak sıralandı.
PwC Türkiye, 30. yılına özel olarak PwC İngiltere Baş Ekonomisti John Hawksworth liderliğindeki PwC Makroekonomi Ekibi tarafından hazırlanan ve Türkiye
ekonomisinin 30 yıl sonrasına ışık tutan “Turkey in 2041: A look to the future-2041'de Türkiye: Geleceğe bakış” başlıklı raporunu açıkladı.
Türkiye'nin küresel rekabet gücünün artırılması için yapısal reformların önemine vurgu yapılan raporda şunlar kaydedildi:
“Uzun vadede sürdürülebilir büyümenin desteklenmesi amacıyla ulaşım altyapısının, hukuki çerçevenin ve vergi tahsilatının etkinliğinin iyileştirilmesine öncelik verilmesinin önemine değiniliyor. Uzun vadeli ekonomik büyüme ve gelişmenin sürdürülmesi için kullanılabilecek büyüyen nitelikli işgücü, elverişli ortam ve coğrafi konumunun varlıklı birtakım bölgelerin kesiştiği noktada bulunması gibi faktörlerden faydalanma şansına sahip olduğu belirtiliyor.
Türkiye ekonomisinin gelecek 30 yıldaki başarısı çeşitli etkenlere bağlı. Bu etkenlerin bazıları şunlar; Türkiye'nin uluslararası rekabet avantajı geliştirmesi, doğrudan yabancı yatırım çekmeyi başarması ve ayrıca bölgesi içinde ve dışında mal ve uzmanlık ihracatında bulunmasını sağlayacak 'uluslararası uzmanlık merkezleri' geliştirilmesi.”
Türkiye'nin işgücü piyasasının ekonomisi için sağlam bir büyüme ivmesi yaratma potansiyeline sahip olduğu vurgulanan raporda, “2040 yılına kadar Türkiye nüfusunun beşte bir oranında artarak 90 milyona ulaşması bekleniyor. Buna karşılık 2040 yılına kadar Çin nüfusunun yüzde 1'in biraz üzerinde bir artış göstermesi öngörülüyor. Öte yandan Türkiye nüfusu bugüne kıyasla daha genç ve daha eğitimli olacak. 2040'ta Türkiye nüfusunun yarısından fazlasının 40 yaş altında olması beklenirken bu oran Çin'de 40,2... İyi yapılandırılmış bir üniversite sistemi gelecek kuşakları daha yüksek nitelikli işler için yetiştirebilir” ifadelerine yer verildi.
İşgücü piyasasında yaşanacak olumlu gelişmelerin daha yüksek katma değerli sektörlere hareketi destekleyecek ve bu durumun da 2041 yılına kadar Türkiye'de bazı uluslararası uzmanlık merkezlerinin ortaya çıkması için potansiyel oluşturacağı öngörülen raporda, “Hükümetler bu gelişmelerin desteklenmesinde önemli bir role sahip olabilir. Halihazırda bu geçişi kolaylaştırmayı hedefleyen bazı reformlar mevcut. Bu kapsamda rekabet ederek üst basamaklara tırmanan şirketleri desteklemek için yüksek vergi indirimleri, krediler ve hibeler sağlayan Ar-Ge teşvik programları uygulanıyor. Enerji, hizmet ve altyapı sektörlerinin özelleştirilmesi verimliliği destekleyecek ve üretkenliği artıracak” denildi.
Türkiye'nin kişi başına düşen GSYİH'sinin 2041'de Satın Alma Gücü Paritesine (SGP) göre, şimdiki düzeyinin iki katından fazlasına çıkarak 35 bin
dolar düzeyini aşmasının beklendiği dile getirilen raporda, “Türkiye'nin önümüzdeki 30 yıl içinde ABD gibi bazı ülkeler ile arasındaki gelir farkı azalacak. ABD'ye kıyasla Türkiye'deki gelir düzeyinin önemli ölçüde yükselerek 2009'da ABD'nin yüzde 25'i olan seviyeden 2041'de yaklaşık yüzde 45 düzeylerine çıkması öngörülüyor. Aynı sürede Çin gibi gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ekonomileri yakalama yarışında daha yüksek oranlara ulaşmaları bekleniyor” değerlendirmesi yapıldı.
“Türkiye'nin gıda ve içecek pazarı, yerel ve uluslararası düzeyde artan talepleri karşılayacak”
Türkiye'nin gıda ürünlerinin üretimi, işlenmesi ve büyük Avrupa ve Ortadoğu pazarlarına ihracatı konusunda bölgesel üs konumunda olduğuna vurgu yapılan raporda şunlar ifade edildi:
“Tarımsal çeşitliliği ve uygun iklimi ülkenin gıda işleme sektörüne sürekli bir hammadde tedarik etmesine imkan verirken gıda ve içecek alanında büyük bir ihracatçı konumda olmasını sağlıyor. Önümüzdeki 30 yıl içinde Türkiye'nin gıda ve içecek pazarı, hem yerel hem de uluslararası düzeyde artan talepleri karşılayacak şekilde konumlanmış olması nedeniyle genişlemeyi sürdürme potansiyeline sahip. Tüketicinin tercihlerinin hazır ürünler üzerine yoğunlaşması ve süpermarket sayısının yükselmesi; artan nüfus, yükselen gelirler, şehirleşme ve organize perakendeciliğin genişlemesi gibi gelişmelerle birleşince işlenmiş, ambalajlanmış ve dondurulmuş gıda sektöründe fırsatlar yaratacak. Türkiye bu sektörde, Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu'ya olan coğrafi yakınlığını kullanarak bu alandaki ihracatını artırabilir.”
Türkiye'de rekabetçi bir gıda ve içecek sektörünün gelişmesi ile bölgede tarımsal Ar-Ge noktası oluşturmaya doğru ilk adımların atılmasını da beraberinde getirdiğine dikkatin çekildiği raporda, “Bu durum, Ar-Ge ile tarım sektöründe verimin artırılmasına olanak tanıyor. Önümüzdeki 30 yılda, 'Ar-Ge yoğun' yabancı şirketler Türkiye pazarına girme imkanı bulacak, yurt içinde de eğitimli nüfustan ve inovasyonu destekleyen olumlu politik teşviklerden faydalanarak yeni şirketler kurulacak. Yabancı ileri teknoloji firmalarının ülkeye girişi de uzmanlık merkezine güç verebilecek diğer bir unsur. Tarımsal Ar-Ge;de uzmanlık merkezinin kurulması, yerel tarım sektöründe verimin artırılmasına yardım edecek, ayrıca gıda ve içecek sektörü gibi ilgili diğer alanları da destekleyecek. Sektörün oturması ile birlikte Ortadoğu ve Afrika gibi bölgeler bu endüstri için cazip bir ihracat pazarı haline gelebilir” denildi.
Alternatif enerji
Raporda, Türkiye'nin sıcak iklimi ve doğal su yollarının, ülkenin kurulu gücünün üçte birinin yenilenebilir kaynaklardan oluşmasını sağladığı, özellikle hidroelektrik ve güneş enerjisi yönünden çok zengin olan Türkiye'nin, yenilenebilir kaynaklarını yurt içinde artan enerji talebinin büyük bir kısmını karşılamak için kullanmasının beklediği belirtildi.
Bu alanda büyüme için birçok yeni fırsatın ortaya çıkacağı ve ülkenin potansiyel hidroelektrik kapasitesinin yarısının hala işletilmeyi beklediğinin ifade edildiği raporda, Türkiye'nin 2009 yılında güneş enerjisi ile sıcak su elde etmede kurulu güç açısından Çin'den sonra gelerek dünya 2.'si olduğu ve ülkedeki yüksek güneş alma seviyesinin, gelecekte çoğu Avrupa ülkesine oranla daha fazla enerji üretme potansiyeli olduğu vurgulandı.
Ege kıyılarının, birkaç büyük volkanik araziyi ve rüzgar santrali potansiyeli olan yerleri bünyesinde bulundurduğu belirtilen raporda, “Ancak şu anda tüm bu kaynaklardan ülkenin toplam elektrik üretiminin sadece yüzde 1'i sağlanabiliyor. Önümüzdeki 30 yılda devletin ve yabancı şirketlerin yapacağı yatırımlarla, kapasite genişleyebilir. Ülkenin petrole olan bağımlılığı, hükümeti enerji teknolojilerine yatırım teşvikleri vermeye iterken 2005'ten bu yana çevresel Ar-Ge için 57 milyon doların üstünde harcama yapıldı. Onbir alternatif yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik doğrudan yabancı yatırım miktarı 2008 yılından bu yana 2,5 milyar dolara ulaştı” ifadelerine yer verildi.
“Otomobil üretiminde Türkiye temel uzmanlık merkezi olacak”
Türkiye'de halen otomobil montajı ve üretiminde bölgenin en önemli merkezi konumunda olduğu vurgulan raporda, Türkiye'de 2010 yılında 1 milyondan fazla aracın üretildiği ve 2017 yılına kadar da 1,4 milyon araç üretilmesinin beklendiğinin altı çizildi.
Özellikle hafif ticari araçların üretiminde uzmanlaşan Türkiye'de 2000 yılında toplam otomobil üretiminin dörtte birinin hafif ticari araçların üretiminin oluşturduğu ve bugün bu oranın toplam üretimin yarısını meydana getirdiği belirtilen raporda şunlar kaydedildi:
“Gitgide daha fazla yabancı otomobil üreticisi, hem kendi bağımsız operasyonlarını yürütmek hem de Türkiye'de mevcut üretim deneyiminden ve daha rekabetçi emek piyasasından yararlanmak için Türk şirketleri ile ortaklıklar kuruyor. Bu da önümüzdeki 30 yılda sektörde büyüme kaydedilebileceğini ve Türkiye'nin temel uzmanlık merkezi haline gelebileceğini gösteriyor. Önümüzdeki 30 yılda Türkiye'nin otomobil sektörünün tümüyle büyümesi bekleniyor.”
Raporda, Türkiye'nin bu sektörde bazı itici güçlere ilişkin performansının diğer bazı uzmanlık merkezleri ile aynı düzeyde olduğu ifade edilirken, “Dünya Ekonomik Forumu'nun (WEF) Küresel Rekabet Endeksi'ne göre Türkiye'nin küresel rekabet gücü Brezilya ve Meksika'nınki ile aynı düzeyde ve Çin gibi büyük üreticilerden de daha yüksek. Ekonomide ihracat payı Brezilya'dan yüksek, fakat Meksika, Çin ve Polonya'dan düşük olan Türkiye bu sektöre yönelik doğrudan yabancı yatırım miktarı açısından da Çin, Brezilya ve Meksika'nın gerisinde bulunuyor” denildi.
“Türkiye seyahat meraklısı orta sınıfı çekmek için iyi bir konumda”
Raporda, muhteşem sahil şeridi, sıcak iklimi ve tarihi, kültürel ve doğal cazibe merkezleri ile popüler bir tatil merkezi olan Türkiye'nin, geçen yıl tüm dünyada en popüler 7'inci tatil ülkesi olduğu ve 27 milyon ziyaretçiyi ağırladığı kaydedildi.
Raporda, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
“Türk turizm sektörü farklı birçok alanı içerdiğinden, geniş bir turist kitlesine hitap ediyor ve bu özelliği nedeniyle dünyadaki sektör dalgalanmalarından bir ölçüde korunuyor. 2009 yılında küresel turizm sektörü yüzde 3,5 oranında küçülürken Türkiye'ye gelen ziyaretçi sayısı yaklaşık yüzde 3 seviyesinde arttı.
Gelecek 30 yılda, Türkiye gelişmekte olan ülkelerde giderek artan seyahat meraklısı orta sınıfı çekmek için oldukça iyi bir konumda. Halen Türkiye'deki yabancı ziyaretçilerin yaklaşık yüzde 43'ü gelişmekte olan ülkelerden gelirken, bu segment ABD'de toplam ziyaretçilerin yüzde 22'sine ve İtalya'da ise yüzde 10'unu oluşturuyor ve bu oranın daha da artması beklenebilir.”