Güncelleme Tarihi:
Biliyoruz ki günümüz dünyasında bütün bu katmanlara ilaveten yükseköğretimi değişime zorlayan tek başına en büyük kuvvet teknoloji. Teknoloji; yeni öğrenme formları sağlamış, öğretim ve pedagojiyi değiştirmiş, ancak üniversiteler çelişen ve yarışan birçok faktörü kendi içlerinde dengeleyerek küresel salgın döneminde bile gördüğümüz üzere, zaman ve mekana uyum sağlayarak varlıklarını sürdürmeyi ve toplumun motoru olmayı başardı.
2020-2021 eğitim ve öğretim yılı itibariyle yükseköğretimde aktif olarak eğitime devam eden 127 devlet, 73 vakıf üniversitesi ve 4 vakıf meslek yüksekokulunda (Toplam 204), (aktif olmayan 2 devlet, 1 vakıf üniversitesi dahil toplam 207 yükseköğretim kurumu var) 8 milyonun üzerinde öğrenci öğrenim görüyor. Gün itibarıyla, Öğretim Elemanı sayımız yaklaşık 180 bin. Türk yükseköğretimi bu öğrenci sayısıyla Avrupa yükseköğretim alanında en çok öğrenciye hizmet veren bir sistem konumunda.
YENİ VİZYONUN ANA HATLARI
• Yükseköğretimde büyük veri,
• İstihdam odaklı üniversiteler
• Akademik üretkenlik,
• Güçlü akademik performans,
• Üniversite-Sanayi işbirliğine dair yeni modeller,
• Üniversitelerimizin uluslararası etkileşimleri ve nihayet,
• Son yılların önemli bir terminolojisi olan bilgi diplomasisinin yaygın kullanılması oluşturacak.
"BİLGİNİN TEMELİNİ VERİ OLUŞTURMAKTADIR"
’Yeni dönemde bilgi ve iletişim teknolojilerini daha yoğun kullanacağız. Çağın en önemli gücü olan bilginin temelini veri oluşturuyor. Eğitim sektöründe büyük verinin kullanılması, eğitimin kalitesinin artırılmasını, başta akademik üretim olmak üzere, öğretim yöntemleri, öğrenci rehberliği, kariyer, istihdam, ölçme ve değerlendirme ve kamu kaynaklarının rasyonel kullanımı gibi üniversite yapıdaki tüm performansların iyileştirilmesini geliştirecek ve kolaylaştıracak. Muhtelif sektörlerdeki kullanım potansiyeli dikkate alındığında, eğitimde, özellikle yükseköğretim alanında, ülkemiz de dahil olmak üzere büyük veri kullanımının düşük, hatta çok düşük olduğu gözlenmektedir. Bütün üniversitelerimiz büyük veri ile çalışmalar yapabilmeli ve kendilerini, ürettiklerini, üreteceklerini daha yakından tanımalılar. Hepimizin çok iyi bildiği gibi, analitik projelerin başarılı olabilmesinde, iyi liderlerin öncülüğünde veri, teknoloji ve istatistiki bilgiler önemli rol oynuyor.
VERİ VE BÜYÜK VERİ NEDİR?
Veri, insanın, toplumun ve kurumların ürettiği ve ilettiği ölçülebilir ve hesaplanabilir şeylerdir. Deyim yerindeyse bilginin hammaddesidir. Bu hammaddenin fert, cemiyet ve bir memleket için geniş ölçekte bir araya getirilmesiyle büyük veri ortaya çıkar. Verileri düzenli bir şekilde toplayarak belirli hedefler ve maksatlar için elverişli hale getirmek ve işlemek, fertlere ve yükseköğretim kurumları dahil bütün müesseselere sadece bugünü doğru tahlil etmelerine değil, aynı zamanda belirsizliklerle dolu geleceğe ilişkin inşa edici plan ve programlar kurgulamalarına imkan sağlar. Üniversite yönetimlerimizin ulusal ve uluslararası rekabette başarılı olabilmeleri kurumlarının güçlü ve zayıf yanlarına dair gerçekçi verileri toplayabilmelerine ve bunları doğru tahlil edebilmelerine bağlıdır. İsabetli karar elverişli veriye dayanır. Öğrenci kayıtları, sınıf geçme, çift anadal, sınavlar, ölçme-değerlendirme gibi eğitim ve öğretimi ilgilendiren konular ile araştırma projeleri, hibe ve destekler, yayın sayısı ve kalitesi, patentler, bilimsel etkinlikler gibi akademik performansa dair bütün veriler yüksek öğretim kurumlarınca bir veri seti haline getirilmeli, bilgisayar ortamında çeşitli programlar yardımıyla sürekli tahlil edilmeli ve bunlardan dersler çıkarılmalı.
• Özetle, büyük verinin yükseköğretimde kullanımı, üniversitelerimizin geleceğini şekillendirecek önemli bir konu olarak karşımıza çıkacaktır. Bu tahlilden elde edilecek sonuçların eğitim kurumunu ve öğrenciyi daha ileriye götürmesini ve süreçlerdeki karar verme mekanizmalarına katkı sağlamasını beklemekteyiz.
• Yükseköğretime dair elimizde olan devasa miktardaki veriden faydalanabilmek ve üniversitelerimizi küresel bilimsel rekabette güçlendirecek şekilde dönüştürebilmek ve yönlendirebilmek ancak bu büyük verinin analiz edilmesiyle mümkün olacaktır.
• İnanın, bunu başarmak üniversitelerimizde çok güçlü bir dönüşüm yaratacaktır diye düşünmekteyim.
“BİLİM DİPLOMASİSİ ÖNEM KAZANACAK”
Yükseköğretime uluslararası bakışta; yeni bir terminoloji olarak gündeme oturan bilgi diplomasisi terimini akademik dünya yaygın olarak kullanıyor. Dünya genelindeki küresel birçok soruna yükseköğretimin, üniversitelerin bakış açısını, çözüm önerilerini, bu alanlardaki yürüttükleri araştırmaları, yenilikçi gözlemleri çok taraflı iletişim kanalları ve uluslararası akademik yayınlar ile duyurabilmek bilgi diplomasisi olarak değerlendiriliyor. Günümüz dünyasında; terör, göç, küresel iklim değişiklikleri, hükümetler arasındaki yaygın ve ciddi siyasi anlaşmazlıklar gibi büyük sosyal sorunlarda da üniversitelerimizin küresel, bilimsel işbirliklerini artırmaları ve bu konuya hızla dahil olmaları gerekiyor. Bilimsel faaliyetlerin bu sorunlar karşısında diplomatik hedeflere yönelik olarak kullanılması ve bu konularda varlık göstermemiz ülkemizin muhatap kamuoyları nezdinde itibarını daha da artıracak ve güçlendirecek. Resmi ilişkilerin sınırlı kaldığı veya tıkandığı konularda üniversitelerin geliştirdiği bilim diplomasisi ayrı bir önem kazanacak. Yetiştireceğimiz genç neslin ileri teknoloji kadar, yapıcı düşünce akımı ve duygusal zeka yönünden de desteklenmesi dünyanın büyük sorunlarına katkı sağlayacak.
“KENDİ MEZUNLARININ İSTİHDAMINI İZLEYEN BİR YÖNETİM ANLAYIŞINI HAREKETE GEÇİRMEK”
Gelişmiş ülkelerde de gözlemlediğimiz gibi üniversitelerimiz sadece araştırma kapasitelerinin gücü ve üretkenlikleriyle değil, en az onun kadar istikbalimizin teminatı olan öğrencilere ulusal ve uluslararası işgücü piyasasında sağladığı avantajlarla daha da saygın hale gelecektir. Bu yeni dönemde yükseköğretim kurumlarımızdan istihdamı özel bir odak haline getirmeleri beklenecektir. Üniversiteler, yetiştirdikleri öğrencilerin mesleki gelecek başarılarını, refahını takip etmeli ve bu alanda mezunlarına destek sağlamalıdır. Bu destek öğrencileri motive eden ve öğrenme isteklerini güçlü kılan önemli bir ögedir. Bu bağlamdan olmak üzere, yeni dönemde bir diğer önemli konumuz; Türkiye’de iş gücü piyasası, ve üniversitelerimizin kendi mezunlarının istihdamlarını izleyen bir yönetim anlayışını harekete geçirmek olacak. Üniversitelerimizde mezun takip sistemlerinin özenle ve hızla hayata geçirilmesi, bu sistemlere sahip üniversitelerimizde ise aktif hale dönüştürülmesi ve daha işlevsel kılınmasını diliyorum. Ayrıca, bugün ülkemizde de kar amacı gütmeyen birçok organizasyon bu takip sistemlerinin kurulmasında ve işlemesinde üniversitelerimize katkı verir. Yükseköğretim Kurulu olarak, paydaş kurum ve kuruluşlarla tam bir uyum ve eşgüdüm içinde üniversitelerimizin ülkemiz istihdam kapasitesine nasıl daha nitelikli katkı sağlayacağı sorusu etrafında bir dizi çalışmalar başlatacağımızı buradan ilan etmek isterim.
“BEŞERİ SERMAYEMİZİN GELİŞMESİNE ÖNCELİK”
Milli Teknoloji hamlemiz için ihtiyaç duyulan iş gücü profilinin belirlenmesi ve bu ihtiyaca dönük yükseköğretim programlarında güncelleme yapılması 11. Kalkınma Planı’mız kapsamındaki eylem planları arasında yer alıyor. Başlamış olan bu süreçleri daha da güçlendirerek ve çeşitlendirerek devam edeceğiz. Dünyayı ve ülkemizi yakından izleyen ve beşeri sermayemizin gelişmesine öncelik veren yükseköğretim politikaları önceliğimiz olacaktır. İstihdam için, klasik üniversiteler eğitim anlayışımızın dışında, hem sırada, hem sahada eğitim-öğretimi güncele hızla taşımalıyız. Bunun yanı sıra lisans ve lisansüstü programlarda disiplinler arası bir yaklaşımla deyim yerindeyse esnek müfredat anlayışı geliştirmek zorundayız. Şöyle ki, Bologna Süreci hedefleri doğrultusunda, yükseköğretim kurumlarımız mevzuat düzenlemelerinde ve müfredat oluşturulurken seçimlik ders oranlarını yüzde 25’in altına düşmeyecek biçimde diledikleri gibi belirleyebilir. Her programın öğrencilere kazandırması gereken bilgi, beceri ve yeterlilikler kapsamında değerlendirilerek seçmeli ders sayısı ve kredi miktarına her üniversitenin yetkili organlarında karar verilmektedir. Bu çerçevede yükseköğretim kurumlarımızın tüm programlarında alan yeterliklerini de dikkate alarak farklı disiplinlerden seçmeli dersler alınmasına imkan verecek düzenlemeleri yapmaları ve mümkün olduğunca bu seçimlik ders oranını artırmaları elzem hale gelmektedir. Geleceğin nesillerini yetiştirirken öğrencilerin farklı disiplinlerden beslenmeleri sorunlara daha geniş bakış açılarından bakabilmelerine ve daha sağlıklı çözümler üretebilmelerine vesile olacaktır.
“DİJİTAL DÖNÜŞÜM, CİDDİ BİR MEYDAN OKUMA OLARAK GÜNDEMİMİZDE”
Bu anlayışla üniversitelerimiz yeni açmak istedikleri akademik birimleri, bölümleri, programları ve müfredatları planlarken yeni nesillerin iş gücü piyasasına katılımını arttıracak alanları da daha çok dikkate almalı. Küresel ve gerekse ulusal düzeyde işgücü piyasaları açısından dijital dönüşüm, ciddi bir meydan okuma olarak gündemimizde yer alıyor. İletişim teknolojilerinin yarattığı fırsatlar ve bu anlamda hangi yeteneklere yatırım yapılması gerektiği üniversitelerimiz yönetimlerince her eğitim yılı sonunda geleceğe ve istihdama yönelik olarak yeniden gözden geçirilmeli.
“AYAKTA KALMANIN YOLU ÇOK ÇALIŞMAK VE ÜRETMEK”
Gündemimiz sadece istihdam ile sınırlı değil. Bilim ve teknoloji bir ülkenin ekonomik ve sosyal refahının kaynağı ise bu kaynağı üreten kurumların başında bugün üniversiteler geliyor. Bilimsel araştırmaların ve teknolojinin bir yarışa döndüğü günümüz dünyasında ayakta kalmanın yegane yolu daha çok çalışmak ve üretmektir. Bilimsel üretkenlik bir muhit ve iklim içinde inkişaf ediyorsa, ki öyledir, bizlere düşen en önemli vazife bilim insanlarının içinde huzurlu ve mutlu çalışacakları ve üretmeye teşvik edilecekleri bu muhit veya iklimi inşa etmek veya geliştirmek. Bunu başarmak ise yönetimlerin yani hepimizin akademik performansı esasa alan bir yönetim felsefesini benimsememize ve icra etmemize bağlıdır. Öğretim elemanlarının bütün bilimsel üretiminin yakından izlenerek üniversite içi yönetim politikaları oluşturulmalı; atama, yükseltme, proje destekleme ve teşvik mekanizmaları bu üretkenlik esasına göre yapılmalı. Üniversite yönetimlerimiz bilhassa genç nesil bilim insanlarını daha fazla üretmeye olduğu kadar kadar daha nitelikli üretmeye de teşvik etmeli. Deyim yerindeyse pozitif ayrımcılığın belki de en meşru gerekçesi bu üretkenlik olmalı.
“182 FARKLI ÜLKEDEN 200 BİN ÖĞRENCİ”
Son yıllarda Türk yükseköğretim kurulu uluslararasılaşmayı bir stratejik hedef olarak benimsemiş ve bu hususta üniversitelerimizi bir hayli teşvik etti. Eramus anlaşmalarıyla gelen öğrenci hareketliliği dikkate alındığında uluslararası öğrenciler için üniversitelerimiz cazip birer kurum halini aldı. Yurt dışına giden ülkemiz öğrencileri ise sadece Avrupa Üniversite Alanı içinde değil aynı zamanda diğer kıtalardaki üniversitelerde öğrenim görebilmeyi başardı. Öğretim elemanı hareketliliği için de benzer gözlemlerde bulunmak mümkün. Bu hareketliliğin yanı sıra uluslararasılaşma bakımından son yıllarda kayda değer bir diğer gelişme ise, üniversitelerimizdeki uluslararası öğrenci sayısının artmasıdır. Yükseköğretim kurumlarında uluslararasılaşmanın en önemli göstergelerinden biri olan uluslararası öğrenciler, ülkelerin küresel görünürlüğüne ve ekonomilerine katkı sağlayan önemli bir unsur olarak kabul görüyor. Yükseköğretim sistemimizdeki uluslararası öğrenci sayının 182 farklı ülkeden 200 bini aştı. Bu sayı ile dünyada uluslararası öğrenci kabul eden ilk 10 ülkeden biriyiz ve Avrupa yükseköğretim alanında ise İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya’dan sonra beşinci sırada yer alıyoruz. Bildiğiniz gibi 2023 yılı hedeflerimiz bakımından üniversitelerimizden yetiştirdiği uluslararası öğrenci sayısını akademik standart ve kaliteden ödün vermeden arttırmalarını bekliyoruz.
“BİLİM İNSANLARIYLA DAHA YAKINDAN ETKİLEŞİM”
Üniversiteler olarak uluslararasılaşma bakımından başarmamız gereken önemli bir hedefimiz daha bulunuyor. O da dünyanın önde gelen yükseköğretim kurumları ve bilim insanlarıyla daha yakından etkileşim veya enteraksiyondur. Bilim insanlarımızın küresel ölçekte daha nitelikli ve muteber yayın yapabilmeleri ve üretkenliklerini arttırabilmeleri için uluslararası saygınlığı olan yabancı meslektaşlarıyla birlikte çalışmalarını sağlayacak kurumsal imkan ve alt yapıları inşa etmeliyiz. Zira uluslararasılaşma aynı zamanda nitelikli bilimsel üretkenliği geliştirmenin en etkin ve stratejik yollarından biridir. Seçilecek belirli sahalarda kurumlarımızda geçici veya hususi maksatlarla, birinci sınıf uluslararası akademisyenlerin sayısının artırılması yerli hocalarımızın üretkenliklerini de olumlu yönde etkileyecektir. Yükseköğretim kurumlarımızın yurt dışındaki nitelikli üniversiteler ile sonuç alıcı iş birliklerini artırmaları da önemlidir. Mevcut uygulamada bazı yükseköğretim kurumları dışında yabancı uyruklu öğretim elemanları genellikle yabancı dil öğretimi alanındaki ihtiyacı karşılamak üzere çalıştırıldığı gözleniyor. Yabancı dilde eğitim programları olan üniversitelerimiz eğitim ve öğretimin kalitesi ile araştırma kapasitesini geliştirmek için özellikle temel bilimler, mühendislik, sağlık gibi alanlarda araştırmaya, proje üretimine destek olabilecek nitelikte yabancı uyruklu öğretim üyesi stihdamını değerlendirmesi yerinde olacaktır.
“ÜNİVERSİTELERİMİZ CİDDİ ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTİRDİ”
Bilindiği üzere; neredeyse son bir buçuk yıl boyunca COVID-19 salgını nedeniyle, yükseköğretimde olağanüstü anlamda ciddi güçlükler ve değişimler ile karşı karşıya kaldık. Salgın sürecinde öğrendiklerimiz yükseköğretimin klasik değerlerini değiştirmemiş olabilir. Ama bu salgının pek çok sektöre olduğu gibi çalışma, üretme ve bilgiyi aktarma biçimimize ciddi etkileri oldu. Dijital okuryazarlıktan, çevrimiçi ders anlatma tekniklerine, çevrimiçi dersleri desteleyecek nitelikte ders notlarından farklı materyallere, çevrimiçi konferanslar ve seminerlere, çok şey öğrendik…. Ve hız kazandık…. Üniversitelerimiz yöntem, içerik ve nitelik anlamında ciddi çalışmalar gerçekleştirdiler. Ama net olarak ifade etmek isterim ki başta Cumhurbaşkanlığımız ve Sağlık Bakanlığımız olmak üzere ilgili tüm kurumların desteği ve kararları çerçevesinde halihazırdaki önceliğimiz yüz yüze eğitimdir.COVID-19 Salgınının başlamasıyla birlikte ilk haftalardan itibaren Yükseköğretim Kurulu ve üniversitelerimiz hızla hareket ederek gerekli tedbirleri almayı başardı. Üniversitelerimizde kurulan Koronavirüs Komisyonları ile de sahada süreç basiretle yönetildi. YÖK tarafından eş zamanlı olarak uzaktan eğitimle ilgili bazı mevzuat değişiklikleri yapılmış, salgının seyrine göre kararlar alınarak üniversitelere iletilendi.
“OLAĞANÜSTÜ ŞARTLARDA FAALİYETLERE DEVAM EDİLDİ”
Geçtiğimiz yıl, YÖK tarafından üniversiteler ve farklı kurum ve kuruluşlarla görüşülerek hazırlanan “Küresel Salgında Yeni Normalleşme Süreci Kılavuzu”, üniversitelere salgın sürecinde eğitimin devam edebilmesi için çerçeve kararlar sundu. “Salgının dinamik bir süreç olduğu göz önünde bulundurulduğunda, üniversitelerin ilgili kurulları tarafından salgının bölgesel ve yerel seyrine göre farklı programların farklı uygulamaları özelinde planlama yapılması gerektiği” belirtilerek üniversite senatoları karar almada yetkili kılındı. Buna karşılık üniversite yönetimleri mahalli şartları dikkate alarak programlarına dair hızla yeni düzenlemelere giderek bir yandan sağlık öncelikli politikalar devreye sokmuşlar, diğer yandan eğitim-öğretimin aksamaması için gerekli alt yapı yatırımlarını olgunlaştırdılar. Üniversite yönetimlerini, bu olağanüstü şartlarda faaliyetlerini aksatmadan ve kesintiye uğratmadan yürütebilmiş olmaları dolayısıyla Yükseköğretim Kurulu Başkanı olarak kutlamak isterim. Kampüslerimiz ise tüm ülkede kapanmanın yaşandığı günler hariç açık kalmış, uygulamalı eğitimlerin bir kısmı ile ar-ge çalışmaları üniversitelerimizde devam etmiştir. Hibrit yani karma eğitim modeliyle, çevrimiçi uygulamalarla birlikte tedbirler alınarak yüzyüze uygulamalı eğitimler de sağlık programları başta olmak üzere çeşitli programlarda yapılabilmiştir. Yine de küresel salgının eğitim ve öğretim süreçlerinde hasarlar oluşturduğu bir gerçektir.
“BU YIL ÜNİVERSİTELER EĞİTİME YÜZ YÜZE BAŞLAYACAK”
Bu yıl, yani 2021-2022 eğitim ve öğretim yılında salgının gelişme seyri ve ilgili kurum ve kuruluşların uyarıları da dikkate alınarak üniversitelerde örgün eğitim yüzyüze başlayacaktır. Bununla birlikte yükseköğretim kurumlarımızla koordinasyonun sağlanabilmesi için salgının seyrine göre harmanlanmış eğitim modeli de örgün programlarda halen olduğu gibi kullanılmaya devam edebilecektir. Özellikle uygulamalı eğitimlerin gerekli tüm tedbirler alınarak yüz yüze yapılmasının sağlanması program kazanımlarının elde edilmesi açısından oldukça önem arz etmektedir. Teorik derslerin ise salgının seyrine göre yüz yüze veya belirli bir oranda uzaktan öğretimle verilebileceğini hatırlatmakta yarar görmekteyim. Tabii kampüs ortamı, birden fazla birimin ve bu birimlerin öğrencilerinin, akademik ve idari personelinin bir araya geldiği ve toplumdan gelen bireylerin de etkileşimde olduğu ortamlardır. Kampüslerde eğitim faaliyetlerinin yanı sıra akademik araştırmalar, çeşitli hizmetler ve idari faaliyetler de yürütülmektedir. Dolayısıyla yükseköğretim kurumları tarafından salgınının kontrolünde sadece eğitim yönünden değil faaliyet alanlarına göre de riskler belirlenmeli ve buna göre önlemler alınmalıdır.
“SALGINDA GENEL ÖNLEM ALINMASI ZARURET TEŞKİL ETMEKTEDİR”
Yükseköğretim kurumlarının salgın dönemlerinde yüz yüze eğitimde riski azaltacak ve yayılmayı engelleyecek bazı koşulları sağlaması gerekmektedir. Bu doğrultuda dünyada da çeşitli kurum ve kuruluşlar enfeksiyonla mücadele için çeşitli önerilerde bulunmuş ve uygulamaya başladılar. Yönetsel olarak üniversitelerin, merkezi ve bölgesel otoriteler ile yakın iletişimde ve iş birliği içinde olmaları kritik önem taşıyor. Bir küresel salgında ülke politikaları doğrultusunda genel önlemler alınması tüm kurum ve kuruluşlar için zaruret teşkil ediyor. Nitekim salgının bölgesel ve yerel seyri de farklılık gösterebilmekte, yerel otoritelerle yakın iletişimde olunması salgının yayılmasının önlenmesi ve kontrolü anlamında önem arz etmektedir. Dolayısıyla üniversitelerimizden salgın süreçlerinde eğitim ve öğretimin uygulanmasına yönelik plan yapmaları ve farklı programlar ve uygulamalar için farklı tedbirleri hayata geçirmeleri bekleniyor. Yükseköğretim Kurulu olarak Kampüs ve yerleşkeler için COVID-19’a yönelik tedbirleri içeren bir Güvenli Kampüs kılavuzu ile eğitim öğretim süreçlerine yönelik ikinci bir rehberi bu yıl güncellemelerle birlikte çerçeve kararlarımızı içeren bu iki rehber uygulamalarda yol gösterici olacaktır. Alınan kararları da içeren bir web sitesi de anlık takipler için yardımcı olacaktır.
“TEDBİRLERE RİAYET EDİLMESİ SON DERECE ÖNEMLİ”
Yüzyüze eğitime hazırlanırken akademik ve idari personelimiz ile öğrencilerimizin aşılanmalarının tamamlanmasının teşvik edilmesi, ayrıca Sosyal ve Ortak Kullanım Alanlarında Alınması Gereken Tedbirlere riayet edilmesi son derece önemlidir. Kampüs ve yerleşkelerde maske ve mesafe kurallarına uyulması, yurtlarda mümkünse aşılı kişilerle aşısız kişilerin ayrı yerlerde kalmasının sağlanması, aşısız bireylerin PCR takiplerinin yapılması, belirti gösterenler için izolasyon odalarının bulundurulması ve hem yurt hem de yerleşkelerde tıbbi danışmanlık verilebilmesi, dersliklerin mümkün mertebe havalandırılması, ders saatlerinin sınırlı tutulması blok derslerin yapılmaması, mutlaka ara vererek dersliklerin havalandırılmasının sağlanması basit gibi görünen ancak salgının yayılmasını azaltmada büyük önem taşıyan önlemlerdir. Havalandırma koşulları iyi olmayan amfi ve dersliklerle laboratuvarlarda maksimum kişi sayısı ve kapasitenin aşılmaması, öğrencilerin gruplara bölünmesi de yine önemli uygulamalardır. Bütün bunlarla birlikte Dünya Sağlık Örgütü, infodemik yani bilgi kirliliği salgınına dikkat çekmekte, salgın yönetiminde toplumda kanaat önderleri ile birlikte çalışmayı önermekte ve maneviyatın desteklenmesinin önemine işaret etmektedir. Yine Amerika’da pek çok üniversitede akıl ve ruh sağlığı açısından danışmanlık hizmetleri de verilmektedir. Küresel salgının gençlerimiz ile akademik ve idari personelimiz üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri en aza indirmek, avantajları görmelerini sağlamak öncelikli görevlerimiz arasında yer almalıdır. Üniversitelerimiz olarak salgınla mücadelede ar-ge çalışmalarımıza hız vermeli, çok disiplinli çalışmalı, sosyal bilimlerle birlikte bilgi kirliliği ile mücadeleye destek vermeli toplumumuzun ve gençlerimizin yanında olmalıyız. Salgınla mücadelemizin bitmediği gerçeğini bütün yükseköğretim paydaşlarına hatırlatmak isterim. Başkalarına karşı sorumluluk taşıdığımızı unutmadan ve birbirimizi destekleyerek inşallah bu afetten de kurtulacağız. Kampüslerimiz geçen senelerde olduğu gibi yine açıktır, kütüphane ve diğer imkanlardan üniversite yönetimlerimizin belirleyeceği usullerle öğrencilerimiz istifade etmeye devam edecek.
Salgınla mücadele ve mahallinde yükseköğretimi bağlayacak kararlar ilgili bakanlıkların bugüne kadar aldığı kararlar ile kısmen açıklığa kavuştu ve ilgili diğer hususlar da bir kaç gün içinde yayınlanmasını beklediğimiz genelgelerle netliğe kavuşacak.
PROF. DR. EROL ÖZVAR KİMDİR?
İktisat ve iktisat tarihi profesörü olan Özvar, 1966'da İstanbul doğdu. 1989'da Marmara Üniversitesi İktisat Bölümünde lisans eğitimini tamamlayan Özvar, aynı üniversitede iktisat tarihi alanında yüksek lisans ve doktora yaptı.
Özvar'ın Türkçe ve yabancı dillerde yayınlanmış çalışmaları içinde yer alan "Osmanlı Maliyesinde Malikane Uygulaması" kitabı, Osmanlı Bankası Arşivleri ve Araştırma Merkezince 2005'te kitap dalında en iyi eser ödülüne layık görüldü.
Mehmet Genç ile hazırladığı 2 ciltlik "Osmanlı Maliyesi: Kurumlar ve Bütçeler" adlı eseri 2013'te Uluslararası Halil İnalcık Tarih Ödülü'ne değer görülen Özvar, 2009-2012 arasında Harvard Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezinde ve araştırma desteği kazandığı Harvard Hukuk Fakültesi İslam Hukuku Araştırmaları Programında ziyaretçi öğretim üyesi olarak çalıştı.
Uluslararası Türkiye'nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Birliğinin idare kurulu üyesi olan Özvar, Uluslararası İktisat Tarihi Kurumu ile Türk Tarih Kurumunda bilim kurulu üyeliği de yaptı.