Güncelleme Tarihi:
Son iki yüzyılın büyük bölümünde insan ve insanın iletişim-etkileşimde olduğu birçok varlık ve olgunun şekillenmesinde etkili olan temel dinamiklerden biri eğitim. Her ne kadar kitabi tanımlarda geçmese de eğitime atfedilen temel işlevlerden birisi, insanın kendisini ve içerisinde yaşadığı fiziki ve sosyal dünyayı algılayıp anlamasını sağlayarak söz konusu bağlamlarda yaşamını sürdürmesine katkı sağlayacak bilgi, beceri, değer ve tutumlar edinmesini ve bütün bunları sürdürülebilir bir hale getirmesini kapsar. Ancak günümüzde ve tabii ki ülkemizde eğitimle ilgilenenlerin, eğitimi konuşanların, eğitimi ya da eğitime dair çeşitli şeyleri yazanların ve tabii ki hem bireysel ve bağımsız olarak hem de çeşitli kurum ve kuruluşlarda eğitim hizmeti sağlayanların eğitimin daha sınırlı, daha spesifik ve oldukça da pragmatik boyutlarına odaklandıklarına şahit olabiliyoruz. Çoğu zaman bu durumun sebebi, bireysel veya kurumsal tercihler olmaktan ziyade adına eğitim dediğimiz olgu ve kurumun işte bu iki yüzyıllık süreçte geçirdiği değişim ve dönüşümler.
BÜYÜK BİR DÖNÜŞÜM BİZİ BEKLİYOR
Batılı ülkelerde sanayii devriminin, bizde ise bürokratik dönüşümün ihtiyaç duyduğu niteliklere sahip insan gücünü yetiştirmek hedefiyle yola çıkan kitlesel eğitim ya da belirli zamanlarda, belirli mekanlarda planlı ve programlı olarak sunulan okul eğitimi, çeşitli aşamalardan geçerek 2024 yılı eşiğinde olduğumuz bugünlere gelmiştir. Bugün eğitim hakkında çizilen bakış açılarına baktığımızda bu alanda yeni ve büyük bir dönüşümün bizi beklediği söylemleriyle karşılaşıyoruz. İşte bu yazının başlığında sözü edilen eğitimin iki yüzünden biri budur. Yani, teknolojik gelişmelerin sunduğu fırsatlarla eğitimde bizi bekleyen teknolojik dönüşüm; yapay zekâ, sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik, oyunlaştırma ve daha nicesinin insan öğrenmesine/eğitimine sağlayacağı katkıları ön plana çıkaran bakış açısı.
Yeni yıldan başlamak üzere geleceğin eğitimine yön vereceği öngörülen bu teknolojiler sayesinde hem öğrenme ortam ve süreçlerinin daha etkili, verimli ve nitelikli hale getirileceği hem öğretim programlarında yer verilen eğitimsel hedeflerin planlanana en yakın bir biçimde gerçekleştirileceği ve hem de yetiştirilen insan kaynağı ile beklenen sosyal ve ekonomik gelişime katkı sağlanacağı düşünülüyor. Ancak, karşımıza çıkarılan bu toz pembe tablonun ülke ve toplum gerçekleriyle ne kadar uyumlu/tutarlı olduğu, bahsi geçen öğretim teknolojilerinin ve imkanlarının ne kadar erişilebilir/uygulanabilir olduğu ve nihayetinde eğitim-öğretim konusundaki uzun vadeli hedeflerin gerçekleştirilmesine hangi katkıları ne ölçüde sağlayacağı gibi soruların cevabını kestirmek oldukça güçtür. Böyle bir kestirimde bulunabilmek için geriye dönerek zamanımızın ülke ve toplum gerçeklerine ya da eğitimin diğer yüzüne, toz pembe olmayan taraflarına bakmamız faydalı olacak.
FIRSAT EŞİTLİĞİ SAĞLANMALI
Şüphesiz ki yeni yıldan en öncelikli beklentimiz genelde eğitim hizmetine özelde ise okula ve öğretmenlere erişimdeki fırsat eşitliğinin sağlanmasıdır. Teknolojik gelişmelerin fırsat eşitliği bağlamında kullanılması bu anlamda önemlidir. Nitekim COVID-19 salgını sürecinde eğitim hizmetine erişimde fırsat eşitliğinin ne derece önemli olduğunu somut bir şekilde anlamıştık. Eğitimde teknoloji entegrasyonunun öğrenciler arasındaki makasın genişlemesinden ziyade daraltmasını sağlamaya yönelik olması, önemli temel hedeflerimizden birisi olmalı. Teknolojik gelişmeler sadece imkanları olanların kullanabileceği bir yapıdan çıkarılarak toplumdaki tüm kesimleri birleştirici ve bütünleştirici bir rol oynamalı. Bu minvalde başta öğretmenlerimiz olmak üzere tüm paydaşların önemli sorumluluklar üstlenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Artık dilimizde pelesenk olan Z kuşağı diye tabir ettiğimiz çocuklarımızın eğitiminde teknolojiyi etkin kullanmaları tabi ki önemli.
Öte yandan teknolojinin insan odaklı eğitim bağlamında değerlendirilmesi de bir diğer gereklilik. Her geçen gün bireyselleşmenin ve bir nevi yalnızlaşmanın arttığı dünyada eğitimin toplumsal boyutunu odak noktasına alarak insani ve evrensel değerlere vurgu yapmak daha da önemli hale geldi. Sofalising (evden dışarı çıkmadan sadece online ortamlarda sosyalleşme ihtiyacını gidermek) bu minvalde ileride daha sık karşılaşacağımız bir fenomen olacaktır. Bu bağlamda yeni yıldan beklentilerimize birbirlerine muhtaç olduklarının farkında olan, kültürel ve milli değerlere duyarlı ve kader birliği yapmaya hevesli genç nesiller yetiştirmek olduğunu da ekleyebiliriz.
ÖĞRETMENLERİMİZE İTHAFEN
Küreselleşen dünyada değişimin kültürel değerleri yerle bir etmesini engelleme ve kültürle uyumlu bir şekilde değişebilme konusunda öğretmenlerimize büyük rol ve sorumluluklar düşüyor. Toplumsal dinamiklerin kılcal damarlarında öğretmenlerimizin yer aldığını düşündüğümüzde toplum olarak öğretmenlerimizi el üstünde tutmanın ve onlara gerekli değeri ziyadesiyle göstermenin önemine bir daha değinmek istiyoruz. Zira aileden sonra çocukların rol model aldıkları bireyler olan öğretmenlerimiz, onların topluma uyum sağlayarak kimlik ve şahsiyet kazanmalarında kilit bir rol oynar. “Hayatta en büyük şans küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır” ifadesini yine ve yeniden vurgulamak istiyoruz. Öğretmenlerin toplumda çok değerli ve önemli bir konumda olmasını, dolaylı yollardan çocuklarımıza yapılan bir yatırım olarak görebiliriz. Öğretmenlerimizi toplumun temelindeki çimentoyu karan bir ustaya benzetebiliriz. Yeni yıldan bir diğer beklentimiz de toplum olarak öğretmenlerimizi el üstünde tutmamız gerektiğini sıkça hatırlamak olacaktır. Tabii ki bunun içinde önce sınıf ve okulda, sonra da diğer toplumsal bağlamlarda öğretmenlere görevlerinin gerektirdiği statü, rol ve yetkilerin yanı sıra hak ettikleri değerin de tam anlamıyla verilmesi gerekiyor.
SINAV, SINAV, SINAV
Veliler ve öğrenciler arasında okul sohbetlerinin ilk cümlesi maalesef şöyle başlar hale geldi: “Bugünkü deneme sınavında kaç net yaptın?” Nüfusun hızla arttığı, rekabetin daha da kızıştığı küreselleşen dünyada ileride daha iyi yerlere gelebilmeleri ve güzel bir gelecek inşa edebilmeleri için öğrenciler üzerinde beklentiler ve onlara yüklenen sorumluluklar daha da artıyor. Öte yandan karakter ve değer eğitiminin her geçen gün daha fazla önem kazandığı günümüzde, öğretmenlerimizin asli görevlerinin öğrencileri sınavlara hazırlamaktan ziyade onlara ilerideki hayatlarının çeşitli alanlarında ihtiyaç duyacakları bilgi ve becerileri öğretmenin yanı sıra insani değerler kazandırmak olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Sınavların, daha doğrusu çeşitli eğitim kademeleri arasındaki geçişlere esas teşkil eden LGS, YKS vb. sınavlar ile özel ve bazen de özellikli okulların yaptığı giriş/bursluluk sınavları veya PISA, TIMMS gibi uluslararası öğrenci değerlendirme sınavlarının olmadığı ya da kâle alınmadığı bir eğitim sistemini hayal etmek günümüz şartlarında kısa vadede pek mümkün gözükmemektedir. Bu durumu anlamakla birlikte sınavları eğitim-öğretim faaliyetlerinin merkezine yerleştirmenin sakıncaları hususunda endişelerimizi de dile getirmek zorundayız. Zira, böyle bir bağlamda tek hedef sınavda başarı elde etmek olduğu için eğitimden ziyade öğrenme faaliyetlerine odaklanılır. Hatta sınavda soru sorulması muhtemel görülmeyen konuların ve derslerin bazı kesimlerce önemsenmemesi ile öğretmenler üzerinde oluşturulacak sınav baskısının ve uzun vadede sakıncaları olacağı aşikardır. Böyle bir yaklaşım, rekabete dayalı öğrenme-öğretme ortam ve süreçlerini karşımıza çıkarır. Sıralama veya eleme sınavlarında başarılı olmak öğrencilerin tek hedefi haline gelir.
Halbuki öğrenme yoluyla bireysel, toplumsal ve mesleki yetkinlikler edinmeye odaklanan bir eğitim düşüncesi, rekabete dayalı bir eğitim anlayışından ziyade iş birliğine ve beceriye dayalı bir yaklaşımı benimsemeye daha uygundur. Sınav önemlidir ama her şey değildir. Öğrencilerin ve velilerin hayatlarının merkezinde yer almamalıdır. Başkalarıyla kıyaslanan ve sadece sınavda yaptığı netlerle kendisine değer biçilen bir öğrencinin sosyal faaliyetlere katılması, sosyal zekasının gelişmesi ve kendi yetenek ve istekleri doğrultusunda daha bireyselleşmiş öğrenme yaşantılarına dahil olması pek mümkün gözükmemektedir. Öte yandan bilimsel çalışmalar gösteriyor ki sosyal zekâsı daha çok gelişmiş ve sosyal etkinliklere daha fazla katılan öğrencilerin akademik başarıları, bu tip faaliyetlere katılmayanlara kıyasla daha yüksektir. Sınavda derece yapıp bilgi yarışmalarında gerçekle hayatla ilgili olan ilk soruları bilemeyip elenen yarışmacılar klişesiyle bu bahsi kapatmak istiyoruz. Ancak, yukarıda bahsedilen sınavlar vesilesiyle uzun yıllar içerisinde ortay çıkıp gelişen; şimdilerde ise bütün toplum kesimlerine öğrenmeye, keşfetmeye, anlamaya ve gelişmeye odaklı eğitim yerine başarıyı merkeze alan rekabetçi eğitimi empoze etmeye çalışan sektörün böyle bir dönüşüme ya da öze dönüş hareketine kolay kolay izin vereceğini sanmıyoruz.
MAHMUT HOCADAN BU YANA NE DEĞİŞTİ?
Hababam Sınıfı serisinin ikinci filminde velileri okula çağıran Mahmut hocanın meşhur tiradı halen kulaklarımızı çınlatıyor. Hatta sahne gerçekçi olsun diye Hababam Sınıfı oyuncularının gerçek anne ve babaları filmde yer almış. Ebeveynliğin sadece öğrencilerin maddi imkanlarını karşılamak ve iyi bir okula kaydettirmekten ibaret olmadığını ve çocuğun öğrenme sorumluluğuna dahil olmanın önemli olduğunu yıllar sonra tekrar vurgulamak istiyoruz. Her ne kadar klişe olarak algılansa bile akşam ailecek dizi bakarken hadi sen diğer odada ödevlerini yap demenin o öğrencide bırakacağı olumsuz etkileri hatırlatmak da fayda var. Kendileri kitap okumayan ebeveynlerin, çocuklarının kitap okumamalarından şikayetçi olmaları ne kadar gerçekçidir? Nitekim günümüzün rekabetçi-yarışmacı eğitim süreçleri çocuklarımıza aşırı sorumluluklar yüklemektedir. Çocuklar, bu sorumlulukların üstesinden gelmek için ebeveynlerin sosyal desteğine ihtiyaç duyarlar. Ortaokul ve lise öğrencilerinin bir haftalık eğitim-öğretim yaşantısını göz önüne getirdiğimizde bu gençlerin neredeyse hiç boş vakitlerinin kalmadığını söyleyebiliriz. Hafta içi sabahtan akşama kadar okulda olan hafta sonu ise kurslar, etütler ve bir kısmı özel derslerle cebelleşen evlatlarımızın ailelerinden manevi destek beklediklerini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Bu anlamda okullar ile veliler arasındaki iş birliğinin daha da arttırılmasının önemine dikkat çekmek gerekir. Veli-okul dayanışmasının sağlam olduğu okullarda veliler kendilerini okulun bir parçası hissetmektedir. Bu üç paydaş (öğretmen-öğrenci-veli) arasındaki iş birliği ne kadar çok artarsa çocuklarda öğrenme sorumluluklarını yerine getirmede o derece etkili ve verimli olacaklardır. Velilerimiz her ne kadar iyi niyetli olarak bir şeyler yapmak isteseler de nereden başlayacaklarını ve ne yapacaklarını bilmemektedirler. Yeni yılda yaşam boyu öğrenme bağlamında veli eğitimlerine, velilere yönelik çeşitli kurs ve seminerlere ve velileri okullarla bütünleştirecek her türlü faaliyete daha fazla önem ve ağırlık verilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
MÜFREDAT NEDEN ÖNEMLİ?
Ülkelerin vatandaş yetiştirme politikalarının en temelinde pek fazla göz önüne gelmeyen öğretim programları ya da müfredatlar yer alır. Eğitim ve öğretime atfedilen sosyo-politik işlevler ile bu işlevlerin okullarda okutulan derslerde nasıl hayata geçirileceğinin bir nevi yol haritasını oluşturan öğretim programları, bir anlamda öğretmenlerin mesleki anayasası olarak da nitelenebilir. Anayasa benzetmesi yapmamıza rağmen öğretim programlarının zamanın şartlarına göre sıklıkla güncellenmesi gerektiğini hatırlatmak gerekir. En son 2018 yılında güncellenerek uygulamaya konulan öğretim programlarının, UNESCO tarafından desteklenen bir proje kapsamında beceri temelli olarak yeniden güncellenmesine yönelik çalışmaların bir süreden beri devam ettiği biliniyor. Yeni yıldan beklentimiz, bu güncellemenin değişen küresel koşullar ile Türk toplumunun ihtiyaçları ve öğrencilerin ilgi ve yetenekleri dikkate alınarak tamamlanması. Öte yandan rekabetçi-yarışmacı eğitim anlayışı çerçevesinde ortaya çıkıp kurumsallaşan merkezi sınavların yönlendirici etkisinin herkes tarafından yoğun olarak hissedildiği bir sistemde, en nitelikli öğretim programlarının dahi kendilerinden beklenen işlevi yerine getiremeyeceği de aşikar.
EĞİTİMDE ATILACAK ADIMLAR ACELEYE GETİRİLMEMELİ
Sonuç olarak 2024 yılından en önemli beklentimizin eğitim sisteminin yanı sıra ilgili her türlü ortam ve süreçte gözlenen sorunların giderilmesi, her bir sınıf düzeyi ve kademede öğrenim gören öğrencilerin zevk ve istekle gittikleri okullarında bir yandan kendilerini mutlu hissederken diğer yandan da sahip oldukları yetenek ve kapasiteler doğrultusunda gerçek hayatlarında ihtiyaç duyacakları bilgi ve becerileri öğrenmenin yanı sıra milli, manevi ve evrensel değerleri içselleştirdikleri bir eğitim. Bunun için yapılması gerekenler ise teknolojik gelişmelerin sunduğu ışıltılı yenilikleri eğitim-öğretimle ilgili süreçlere iliştirmenin ötesine geçerek deneyimlediğimiz sorunları bilimsel olarak ortaya koyup anlamlı ve kalıcı çözüm önerileri geliştirerek uygulamaya koymak; akabinde de bütün bu süreçleri gerçekçi bir şekilde izleyip değerlendirmek. Bir diğer önemli nokta ise, eğitim konusunda atılacak her adımın büyük bir özen ve ciddiyetle atılmasının yanı sıra asla aceleye getirilmemesi gerektiğinin bilincinde olmak.
PROF. DR. ERKAN DİNÇ KİMDİR?
Lisans eğitimini 1997 yılında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yüksek lisansını 2001 yılında İngiltere’de Leicester University’de, doktorasını ise 2006’da TheUniversity of Nottinghami’da tamamladı. 2006-2009 yılları arasında Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde görev yaptı. 2009 yılında Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne Yardımcı Doçent Doktor olarak atandı. 2012 yılında doçentlik, 2018 yılında da Profesörlük unvanlarını aldı. Tarih eğitimi, sosyal bilgiler eğitimi ve vatandaşlık, insan hakları ve demokrasi eğitimi konularında çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış makaleleri, yurtiçi ve yurtdışında gerçekleştirilen kongre ve sempozyumlarda sunulan bildirileri, bilimsel kitaplarda yer alan kitap bölümleri ve çevirileri var. Biri telif ikisi çeviri üç kitap editörlü-günün yani sıra çeşitli bilimsel dergilerde editör ve hakem olarak görev yaptı. TÜBİTAK, Avrupa Konseyi ve Anadolu Üniversitesi tarafından desteklenen çeşitli projelerde araştırmacı ve yürütücü olarak görev yapmış olup lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde çeşitli dersler verdi. Mart 2017 ile Aralık 2018 arasında Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi olarak görev yapmış olup hâlihazırda Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığını ve Avrupa Konseyi Tarih Eğitimi Gözlemevi Bilimsel Danışma Konseyi üyeliğini sürdürüyor.
DOÇ. DR. SERVET ÜZTEMUR KİMDİR?
Lisans eğitimini Gaziantep Üniversitesinde sosyal bilgiler öğretmenliği bölümünde tamamladı. Yüksek lisansını Manisa Celal Bayar Üniversitesinde, doktorasını 2017’de Uşak Üniversitesinde sosyal bilgiler eğitimi alanında tamamladı. 2008-2019 yılları arasında Türkiye’nin farklı bölgelerinde sosyal bilgiler öğretmeni olarak görev yaptı. 2019 yılında Gaziantep Üniversitesi Nizip Eğitim Fakültesine Dr. Öğr. Üyesi olarak atandı. 2020 yılında doçent unvanı aldı. Sosyal bilgiler eğitimi, müze eğitimi, tarih eğitimi ve vatandaşlık, insan hakları ve demokrasi eğitimi konularında çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış makaleleri, yurt içi ve yurtdışında gerçekleştirilen kongre ve sempozyumlarda sunulan bildirileri, bilimsel kitaplarda yer alan kitap bölümleri ve çevirileri var. İki kitap editörlüğünün yani sıra çeşitli bilimsel dergilerde editör ve hakem olarak görev yaptı. TÜBİTAK, Gaziantep Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi tarafından desteklenen çeşitli projelerde araştırmacı ve yürütücü olarak görev yapmış olup lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde çeşitli dersler verdi. Hâlihazırda Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesinde çalışmakta ve müzeler ve tarihi mekanların eğitim ortamına dönüştürülmesi ve sosyal medyanın toplumsal etkileri konularında çalışmalarını sürdürüyor.