Güncelleme Tarihi:
Yaratıcılıkla ilgili en belirgin beklentilerden biri, yaratıcı sürecin büyük keşifler, önemli icatlar, dünya çapında sanat eserleri vb. evrensel değeri olan üretimlerle sonuçlanması gerektiği. Elbette dünyaya mal olmuş ürünler, yaratıcı üretimlerin önemli bir cephesini oluşturuyor. Ancak yaratıcılığın tanımını incelediğimizde, günlük hayatta pek çok alanda yaratıcı davranış gösterilebileceğini, hemen bütün iş alanlarında yaratıcı tepkilerin var olabileceğini fark edebiliriz. Yaratıcılık için yapılmış pek çok tanımın ortak noktası “belirli bir sorun ya da duruma eskisinden farklı ve az rastlanır bir bakış açışı ya da çözüm getirme” ifadesiyle özetlenebilir. Bu durumda boya yaparken boyanın sıçramasını engellemek için şemsiyeli bir fırça geliştiren badanacı, duş sorununu çözmek için bahçe hortumunun ucuna yarıdan kesilmiş Vim kutusu bağlayan pansiyon sahibi gibi ‘büyük’ ve ‘evrensel’ gözükmeyen çözümler üretebilen insanların da yaratıcı davrandıklarını kabul etmek gerekir.
HER YARATICI BİREY ÜSTÜN ZEKALI DEĞİLDİR
Bir diğer beklenti, üstün zekayla yaratıcılığın her zaman birlikte olduğunun düşünülmesi. Halbuki, her yaratıcı bireyin üstün zekalı olması söz konusu olmadığı gibi her üstün zekalının da yaratıcı olması söz konusu değil. Yakın zamanlı araştırmalarda yaratıcı düşünmek için ortalama seviyede bir zekaya sahip olmanın yeterli olduğu ve yüksek zekanın her zaman yaratıcılıkla beraber olmadığı ortaya konuldu. İnsanlar, sadece yaratıcı, sadece üstün zekalı ve her ikisi birden olabilirler. Hatta yaratıcı düşünmeden hiç nasibini almamış üstün zekalı bireylerle karşılaşmamız daha olası. Yaratıcı bireylerin akıl hastalıklarına sahip olması, en sık rastlanan beklentilerden bir diğeri. Tanınmış yaratıcı bireylerin biyografik hayat hikayeleri böyle bir görüşün oluşmasına önemli katkılar sağladı. Ancak, bu tür çalışmaları kaleme alanların bu peşin hükümlerden etkilenmiş olma olasılıkları var. Ayrıca bazı yaratıcı bireylerin, inişli çıkışlı duygu durumlarını yaratıcı üretimlerinin kaynağı olarak görebiliyor ve bu durum belirtilerinin sürmesine neden olabiliyor. Burada dikkat edilmesi gereken, yaratıcı ürünleri olan bilim insanlarında duygu durum bozukları nadiren görülmesi ve zihinsel bir bozukluk göstermeyen tanınmış yaratıcı bireylerin olması.
ÖĞRETMENLER KEŞFEDEMEYEBİLİR
Çoğumuz için ortak bir diğer beklenti, özellikle çocukların yaratıcı özelliklerinin okullarda ve öğretmenleri tarafından keşfedilebileceğine yönelik. 90’lı yıllardan itibaren yapılan pek çok araştırma, durumun pek de böyle olmadığını ortaya koyuyor. Bu konuda klasikleşmiş olan P.Torrance tarafından yürütülen 12 yıllık boylamsal bir çalışmada, öğretmenlerden öğrencilerinin yaratıcılıklarını değerlendirmeleri istenmiş ve bu öğrenciler yetişkinlik yıllarına kadar izlenmiştir. Sonuçlara göre, öğretmenler sıklıkla yaratıcı performansın değerlendirilmesi konusunda başarılı olamamışlar. Yaratıcı düşünmenin doğası gereği, bu potansiyele sahip çocukların her zaman başarılı, sınıfta ön plana çıkan, yapıcı, akranlarıyla iyi geçinen, uyumlu, sevilen çocuklar olmayabileceklerini hesaba katmamız gerekiyor. Yaratıcı çocuklar kendi halinde, bazen tuhaf işler yapan, tuhaf merakları olan, yalnızlıktan hoşlanan, sık sık acayip ya da aykırı şeyler düşünen, tuhaf sorular soran, öğretmenlerin/ebeveynlerin işlerini güçleştiren, sosyal ilişkilerinde başarılı olmayan kimseler olabilirler. Yine P.Torrance tarafından yapılmış bir çalışmada 400 yaratıcı yetişkinin okul yaşamları incelenmiş ve bunların 3/5’inin eğitim gördükleri yıllarda ciddi okul sorunları olduğu; çoğunun okuldan nefret ettiği; 26’sının okulda iken ‘kalın kafalı’ olarak adlandırıldığı bulundu.
‘İCAT ÇIKARMA’ GİBİ İFADELERDEN KURTULMALI
Bir yetişkin olarak bize düşen en büyük görev, yaratıcılığın her zaman çok albenili olmayabileceğini kavramak ve yetiştirmeye çalıştığımız bitkiler arasından işe yaramaz bir ayrık otu gibi sökülüp atılmasına karşı uyanık davranabilmek. Yaratıcılığın gerçekten geliştirilip geliştirilemeyeceği hakkında tartışmalara rağmen şunu bilmeliyiz ki, yaratıcı düşüncenin köreltilmesi mümkün. Hatta her insanın belirli bir yaratıcılık potansiyelinin olduğunu uygun koşullar mevcut ise bu ortaya koyabileceğini ama yok ise körelteceğini kabul edebiliriz. Eğer yaratıcılığı gerçekten önemli buluyorsak, hem çocuklar ve hem de kendimiz için yapabileceğimiz en iyi şey ‘eski köye yeni adet’ veya ‘icat çıkarma’ gibi ifadelerden kurtulmak olabilir. Hepimizin kim bilir ne zaman, nerede kaybettiğimiz oyun oynama keyfini ve mizah duygusunu yeniden kazanmaya ve hayatımıza uygulamaya ihtiyacımız var.
DOÇ. DR. ŞERİFE SEMA KARAKELLE KİMDİR?
1983 yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde lisans; 1985 yılında Marmara Üniversitesinde yüksek lisans ve 1998 yılında Hacettepe Üniversitesinde Doktora eğitimini tamamlamıştır. Bu süre zarfında çeşitli okul öncesi kurumlarda psikolog olarak görev yapmıştır. Akademiye geçtiği 1999 yılından itibaren farklı üniversitelerde çalışmıştır. 2005 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde görev yapmaktadır. Halen bilişsel gelişim üzerine araştırmalar yürütmekte ve üst biliş, zihin kuramı ve yaratıcılık üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Bu konularda yayınlanmış çeşitli araştırma makaleleri, bildirileri ve yazıları bulunmaktadır.