Güncelleme Tarihi:
VAN GOGH FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN
Vincent, Paris’te modern resmi tanıdı ve sanat piyasasında kendini kabul ettirebilmek için üslubunu değiştirmek gerektiğinin bilincine vardı. Kardeşiyle birlikte Montmartre’daki Lepic sokağında rahat bir daireye yerleşti. Paris’in büyük bulvarlarındaki tablo satıcılarının vitrinleri önünde dolaşıp durdu; Julien Tanguy’nin dükkánının müdavimi oldu ve hatta Japon estamplarını fon diye kullanarak Tanguy’nin bir portresini yaptı. Delacroix ile Puvis de Chavannes’ın resimlerine ve süslemelerine, Monticelli’nin kalın boya tabakasıyla gerçekleştirdiği, renkleri çok canlı natürmortlarına hayran kaldı. Izlenimcilik onu şaşırttı ama aynı zamanda aydınlık resmi bulmasını da sağladı. 1887 ilkbaharında, dostu Signac, onu açık havada çalışmak üzere Asnires’e götürdü. Yeni izlenimciliğin etkisiyle, fırça darbeleri parçalara ayrıldı, paleti aydınlandı. Van Gogh tablolarına artık saf renk dokunuşlarıyla belirginleşen ince gri nüansları katmaya başladı. Yakın banliyöden görünen birçok Paris manzarası yaptı; bu tablolarında, doğmuş olduğu ülkenin hiç de yabancı olmadığımız görüntülerini çağrıştıran Montmartre değirmenleri göze çarpıyordu. Kasım 1887’de Clichy yolundaki Grand Bouillon’da hem kendi eserlerini, hem de arkadaşları ƒmile Bernard, Louis Anquetin ve Toulouse-Lautrec’in eserlerini sergiledi. Ressam Cormon’un atölyesinde tanımış olduğu bu arkadaşları kendilerine "Küçük Bulvarın Izlenimcileri" adını vermişlerdi. Van Gogh, Paris’te geçirdiği iki yıl içinde aşağı yukarı 220 tablo ve desen gerçekleştirdi: bunların arasında kendi portreleri, şehir manzaraları, çiçek resimleri, heykel ve Japon estampı kopyaları, meyve, ayakkabı ve kitap natürmortları (Paris Romanları) vardı. Hollanda dönemine ilişkin karanlık üslubu bıraktıktan sonra kalın bir boya tabakası sürdüğü palet bıçağının yanı sıra fırça da kullandı ve işlediği motiflere biçim veren dokunuşları görünür durumda bıraktı. Çoğunlukla ışıl ışıl parıldayacak biçimde vurulan bu fırça darbeleri, işlenen konuya özel bir titreşim katıyordu. Van Gogh’un sanat anlayışı, sadece birkaç ay içinde tam anlamıyla değişmişti. Ama gerek çalışma hırsı, gerekse Montmartre’ın zevk ve eğlence çevrelerine düşkünlüğü nedeniyle hem kafaca hem de bedence yorgun düştü. Şubat 1888’de, dinlenmek ve daha yumuşak bir iklimde yaşamak için Fransa’nın güneyine gitmeye karar verdi.
ARLES VE SAINT-RƒMY
Ama Van Gogh çok geçmeden hayalkırıklığına uğradı: geldiği Arles şehrinin dondurucu bir kışı vardı; ayrıca giyim kuşamını ihmal etmesi ve sert davranışlarıyla, bu şehirde ilgi yerine kuşku uyandırmıştı. Bütün geliri kardeşinden gelen para olan Vincent önce küçük evlerde kaldı, eylülde "Sarı Ev" olarak adlandırılan evde kiraladığı dört odaya yerleşti. Çektiği maddi sıkıntılara rağmen sanatçı gelir gelmez işe başladı. Ilkbaharla birlikte kırsal bölgeler hayranlık uyandıran görüntülere bürünüyor, kiraz ağaçları çiçeklenerek Japonya’yı hatırlatan tablolar oluşturuyordu. Ressam, Arles kanalı köprüsü yakınlarında Port-de-Bouc’ta oyalanıyor (L’Anglois Köprüsü), orada gezinenlerin, köprüden geçen yük arabalarının ve çalışan çamaşırcı kadınların resimlerini yapıyordu. Haziran başlarında Van Gogh, Saintes-Maries-de-la-Mer’de bir süre kaldı; sahile yerleşerek sürekli yenilenen bir manzarayı birkaç çizgiyle resmetmek istiyordu. Desen káğıtlarını kamış kalem kullanarak çini mürekkebiyle kaplıyor, kendi yaptığı perspektife uygun çerçeve sayesinde manzara ile ilgili çok kesin notlar alıyordu; böylelikle her öğe, tahtadan bir kasnağa yatay ve düşey olarak gerilmiş iplerin yarattığı kareli görüntü sayesinde kolayca yerine oturtulabiliyordu. Van Gogh daha sonra sahil manzaraları yapmak için atölyede yaptığı etütleri yenide ele aldı. Bu desenler, onun konuyu büyük deformasyona uğratmasına yol açan doğal, içten gelen bir anlatıma egemen olmasını sağlıyordu. Arles’a yeniden döndüğünde, açık hava çalışmalarını sürdürdü, çini mürekkebiyle tarlada çalışanların resimlerini çizdi, daha sonra da bunları tablo haline getirdi.
Van Gogh, Gauguin ve ƒmile Bernard ile Fransa’nın güneyinde (Midi) bir atölye, Pont-Aven’dakine benzer bir sanatçılar topluluğu kurmak istiyordu. Gauguin’e ithaf ettiği kendi portresini buna karşılık olarak ona, gönderdi. Gauguin de buna karşılık olarak ona, yüz çizgilerin iyice belirginleştirdiği ve bile bile Jean Valjean’a benzettiği bir tuval yolladı; tablonun adıysa Sefiller’di. Her iki sanatçı da birbirinin düşüncesini almadan kendilerini toplumun paryaları olarak temsil etmişlerdi. Gauguin Arles’a gitmek üzer Pont-Aven’dan ayrıldı ve 23 Ekim 1888’de Arles’a vardı. Ancak iki sanatçı, bir araya geldikten sonra, umdukları gibi pek öyle huzurlu bir hayat yaşayamadılar. Onları birbirine karşıt kılan şeyin ne olduğunu kısa sürede fark ettiler: zevkleri ve yaşama ritimleri. Ilk günlerde Gauguin çalışma ve dinlenme günleri belirlemek istedi. Iki ressam bazen yan yana aynı motifler üstünde (Alyscamps’ların bahçesi, şehrin çevresindeki kırlar, gece kahvesi) çalışıyorlardı, ama Gauguin Arles’daki yaşama biçimini hiç beğenmiyordu. Sık sık kavga ediyorlardı. Böyle bir kavgadan sonra Vincent kulağını usturayla kesti ve kopan parçasını bir fahişeye hediye etti. Bunlar olup biterken Gauguin olay yerinde değildi; ama yine de tutaklandı. Serbest kalır kalmaz ThZo’dan kardeşinin yanına gelmesini rica etti. Üç gün sonra 26 Aralık’ta iki adam birlikte Paris’e döndü. Vincent ise hastaneye yatırılmıştı. Düşünülenin tersine Van Gogh kısa zamanda kendine geldi. Atölyesine döndü, sargılı kulağını gösteren bir portresini yaptı. Ne var ki bu iyileşme geçiciydi. Kaygılar, sıkıntılar kısa sürede ressamın ruh sağlığını bozmuştu. Van Gogh şubatta yeniden hastaneye yatırıldı, sonra kendi isteğiyle Saint-RZmy yakınlarındaki Saint-Paul-de-Mausole’e yattı. Buranın müdürü atölye olarak kullanması için ressama bir oda verdi. Van Gogh, ya pencereden dışarıya bakarak ya da hastanenin bahçesinde çalıştı, bahçedeki çiçekleri, çınar ağaçlarının ve çeşmenin resmini yaptı. Bazen bir hastabakıcı eşliğinde hastane dışına çıkıyor, zeytin ağaçlarını ve selvileri, boyayı kalın tabakalar halinde kullanarak tablolarına aktarıyordu. Bu ağaçların kıvrımlı, dolambaçlı biçimleri, gökte döne döne ilerleyen korkunç bulutlarla uyum içindeydi. Bu tablolar ressamın acılarını, sıkıntılarını yansıtıyordu. Bundan sonra geçirdiği delilik krizleri 1889 Temmuz’unun ortalarından 1890 kışına kadar birbirini izledi ve çalışmalarını engelledi. Kısa süren yatışma dönemlerindeyse ressam Millet’nin estamplarını kopya ediyordu. Bunlar röprodüksiyondan çok renkli gerçek birer eser niteliğindeydi.
AUVERS-SUR-OISE
Bir süre için sağlığına kavuşan sanatçı Auvers-sur-Oise’a hareket etti, bu arada Paris’e de uğradı. Orada, tuvallerinin ThZo’nun dairesinde yığılı olduğunu gördü, bu ona çok acı verdi, çünkü tabloların satışı için ThZo’ya güveniyordu; öte yandan bazı tuvallerinin de Peder Tanguy’nin evinde, bir "tahtakurusu deliğinde" süründüğü de gözünden kaçmadı. Yalnızlığına ve hastalığına rağmen ressam hiçbir zaman kendini kabul ettireceği umudunu yitirmedi. Mayıs sonunda Auvers-sur Oise’da, küçük, gösterişsiz Sanit-Aubin oteline, sonra da Ravoux kahvesine yerleşti. Koleksiyoncu olan ve kendisine yakınlık gösteren Doktor Gachet tarafından tedavi edildi. Van Gogh onun iki kez portresini yaptı. Güzel yaz günlerinde kır manzaraları, buğday tarlalarını, saman yığınlarını konu aldığı tuvaller de yapıyordu. Bu kompozisyonlarda geleneksel olana bir dönüş vardır, ama yine de fırça darbeleri çok daha belirgindir ve bir yürek darlığı bir iç sıkıntısı kendini belli eder. Hayatını tehdit eden tehlike, tablolarında, buğday tarlaları üstünde uçuşan kargaların belirmesiyle açığa çıktı. Sanatçı ölümü böyle üzüntü verici bir manzara içinde seçti ve 27 Temmuz 1890’da göğsüne bir kurşun sıktı; iki gün sonra da öldü. Altı ay sonra ThZo da öldü. Iki kardeş Auvers-sur-Oise mezarlığında yan yana gömülmüşlerdir.
AUVERS-SUR-OISE-KILISESI
Van Gogh bu gotik kilisenin resmini yapmak için şövalesini meydanının alt kısmına yerleştirmiştir. Amacı çan kulesini ve mihrap bölümünü kompozisyonunun içine alabilmektir. Bu alttan görüş sayesinde yapının piramit biçimi iyice vurgulanmış olur. Seçtiği konuyu gerçekçi bir biçimde vermek kaygısı içinde olmayan ressam, mimari kütlelerin dengesi, eklemlenişleri ve yukarıya doğru yükselmeleri üstünde ısrarla durur. Isteyerek deforme ettiği deseni, biçimlerde bir dramatizasyona yol açar. Binaya bulutların mavi rengi vurur, vitraylarda küçük bir nüansla lacivert olarak belirir. Işık kilisenin çıkıntılı sivri köşelerine takılır, çatılardan uzun ve beyazımsı çizgiler halinde biçimleri çevreleyerek akar. Van Gogh yapmakta olduğu tablo ile ilgili olarak kızkardeşine yazdığı Haziran 1890 tarihli bir mektubunda şöyle der: "[...] öyle bir etki ki, burada derin ve sade bir saf kobalt mavisi gök içinde bina morumsu görünüyor, vitraylı pencereler sanki lacivert lekeler gibi, çatı mor, bir bölümü de turuncu. Ön planda çiçekli küçük bir çimenlik ve üstüne güneş vurmuş pembe bir kumluk." Tablonun birinci planı, tepesi aşağıda bir üçgen oluşturur; bu, kilisenin ters dönmüş biçimidir. Soldaki yolda ilerleyen köylü kadın bize kompozisyonun ölçeğini verir. Sanatçı ölümünden bir ay önce yapmış olduğu bu şaheseri, kendisini tedavi etmeye ve yatıştırmaya çalışan dostu Doktor Gachet’ye hediye etmiştir. Tablo günümüzde Paris’teki Orsay Müzesi’ndedir.