Güncelleme Tarihi:
Vincent Van Gogh 30 Mart 1853’te Zundert’te (Hollanda), bir Protestan papazının oğlu olarak dünyaya geldi. Iyi bir genel eğitim aldıktan sonra 1869’da, Lahey’de sanat tüccarı Goupil’in yanında çalışmaya başladı. 1873’ te, kendisinden dört yaş küçük olan kardeşi ThZo da Goupil’in Brüksel’deki bir şubesine girdi; aynı günlerde Van Gogh da şirketin Londra’daki şubesine atandı. Van Gogh ölünceye kadar kardeşiyle mektuplaştı. Belli bir yerde durmayan, birçok ülke ve şehir değiştiren, ailesiyle sürekli bozuşup barışan Van Gogh, sinirli ve coşkulu bir karaktere sahipti; belki de buna bağlı olarak toplum dışına itilmiş kişilerle ilgilenmeye başladı ve vaiz oldu. Mons bölgesinde (Belçika) yer alan Borinage’daki küçük çocukları eğitmekle görevlendirildi Onları öylesine büyük bir coşkunlukla eğitmeye çalıştı ki sonunda hasta düştü. Böylesine aşırı bir coşku göstermesi öbür kilise mensupları tarafından hoş karşılanmadı ve Van Gogh kısa bir süre sonra görevinden alındı.
HOLLANDA YILLARI
Geçirdiği bu deneyimin yanı sıra Dickens’ın, Dostoyevski’nin kitaplarından da büyük ölçüde etkilenen Van Gogh, yirmi altı yaşındayken ressam olmaya karar verdi. Artık gizemci arayışını sanat alanında sürdürecek, Millet’nin köy yaşamını konu alan tablolarını kopya etmeye başlayacak ve akrabası olan ressam Anton Mauve’un öğütlerini dinleyecektir. Ne var ki ThZo ile birlikte sanatçının tek desteği olan Anton Mauve, bir süre sonra, fazla tuhaf bulduğu Van Gogh’a sırt çevirdi. Vincent’ın sanat tüccarı olan bir amcası kendisine on iki Lahey manzarası ısmarladı. Van Gogh bunun üzerine resimlemeci (illüstratör) olmaya yöneldi. Nuenen’deki ana babasının yanına dönünce köy yaşayışından sahneler resmetti ve natürmortlar yaptı. Gündelik hayattaki nesneleri ışık-gölge karşıtlıklarıyla veren bu kompozisyonlarında XVII. yy. Hollanda ressamlarından (Rembrandt, Gerard Dou, Gabriel Metsu) esinlendi. 1885 yılının kışında, elli kadar köylü yüzü çizdi; bunlar sofrada bir yemek anını canlandıran daha iddialı bir kompozisyon için yaptığı etütlerdi. Yakınları ve çevresindekiler kendisine poz verdiler ve Van Gogh bütün gücüyle sefaleti, umutsuzluğu ve boyun eğmeyi anlatmaya çalışırken, bu özellikleri de şiddetli ışık ve gölge karşıtlıklarıya daha yoğun hale getirdi. Nisan 1885’te, babasının ölümünden bir yıl sonra Van Gogh Patates Yiyenler adlı o büyük kompozisyonuna son fırçasını da vurdu. Ama köyün papazı, kilise mensuplarından ona artık poz vermemelerini istedi. Bunun üzerine sanatçı Nuenen’den ayrılarak Anvers’e gitti ve orada kendisi için son derecede önemli olan iki keşifte bulundu: bunlardan biri Güzel Sanatlar Müzesi’nde görüp hayran kaldığı Rubens’in tablolarıydı, öbürüyse Doğu’nun ilgi çekici eşyalarını satan dükkánlarda gördüğü Japon estamplarıydı. Modele bakarak çalışmak için Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydını yaptırdı; ama bu arada ticari amaçla portreler ve şehirden görüntüler çizmeyi de sürdürdü. Başarısız olması üzerine cesareti kırıldı ve 1 Mart 1886’da Paris’e hareket etti.