Güncelleme Tarihi:
Üniversite, öğrencinin birey olması için açılan bir kapı. Çoğu kişi için ekonomik özgürlüğün anahtarı. Çoğu üniversiteli de bu sürecin sonunda artık kendi parasını kazanma idealine kavuşacağı beklentisi var. Gurur ve karmaşa. Öte yandan, bazı gençlerde alacakları bu diplomanın bir işe yarayıp yaramayacağını sorguluyorlar. Öyle çok haber var ki üniversitelerimizin yetersizliği hakkında, işsiz diplomalılarla ilgili. İnsanların da bunu sorgulamaya hakları var. Ne yazık ki iş bulma kaygısı, eğitimin yeterliliğini sorgulamanın önüne geçmiş durumda. İyi bir eğitim alacak mıyım? Diploma alsam bile iş sahibi olur muyum?
ÜMİTSİZLİĞİN SORUMLUSU YETİŞKİNLER
Gençlerin ümitsizliğe kapılmalarının sorumluları yetişkinler. Umutlu bir gelecek beklentisi sınırsız insan aklının en temel kaynağı. Bu sene ilköğretim ve lise öğrencileri okula biraz daha erken başladı. Benim eğitim hayatına başladığım ilk senelerde ilkokullular eylül ayının ortalarında, orta ve liseliler ekim ayının başlarında okullu olurdu. Üniversiteler durum biraz daha karışıktı. Üniversitelerin çoğu farklı zamanlarda akademik yıl başlatır, ancak boykot ve terör sarmalında eğitim hem öğrenciler hem de öğretim üyeleri ve üniversite çalışanları için bir ıstıraptı. Aileler çocuklarını üniversiteye yollamak istemezdi. Gençlerden yaşadıkları kentlerdeki üniversiteleri tercih etmelerini isterlerdi. Fakülte tercihi ideallerine göre değil de o ilin olanaklarına göre yapılırdı. Ekonomik olanakları daha iyi olan gençler ya da burs bulabilenler eğitimlerine yurtdışında devam ederdi. Üniversitelilerin barınma, beslenme imkânları o yıllara özgü güçlüklerle doluydu. Sonraki dönemde bunun acı sonuçlarını hep birlikte yaşadık. Ulaşım olanakları kısıtlıydı. Haberleşme imkânları da öyle. Cep telefonlarıyla görüntülü konuşma şansı yoktu. Çoğu zaman üniversite macerası yuvadan kopuş gibi algılanırdı. Ailenin en çalışkan, en girişken ve istense de tutulamayacak çocuğu diğer kardeşlerin arasından sıyrılarak kopar giderdi.
‘Git ama dön, sakın oralarda kimseye takılma, sana buralardan bir kız-koca bulup evlendireceğiz’ gibi tınıların eşliğinde kopuşa engel bağlarla uğurlanma merasimlerine tanıklık edilirdi. Bu öyküye eski Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in evliliğinde de rastlanır.
SOSYAL BECERİ SORUNU OLANLAR ARTABİLİR
Yıllar içinde değişen ihtiyaçlar eğitim gün sayısını artırdı. Kent nüfusunun artması çocuklarında tarla, bağ bahçede çalışmalarının önüne geçse de çocuk işçilerin sayısını arttırdı. Kentli çocukların akademik eğitim dışı faaliyetlerinin yetersizliğiyle baş etme aracı olarak eğitim gün sayısı artışına sarılmak, çocuklarımızı sosyal yetersizliğe neden olabilecek bir başka risk faktörü olabilir. Okula dönüşlerde yaşanan kaygılı gençler azalsa da uzun vade de gerekli önlemler alınmazsa sosyal beceri sorunu olan yetişkinlerle karşılaşma riski artabilir.
KORKU VE BİLİNMEZLİKLE DOLU BİR SERÜVEN
Dünya sürekli bir değişim ve ilerleme içinde çağın getirdiği imkânlar eski ilkel korkularımızın yerine yeni korkular üretmekte geç kalmıyor. Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe geçişte yaşanan toplumun değerlerine uygun çok sayıda farklı kabul törenleri olduğu gerçeğini hatırlamamız gerekiyor. Ormanda yapayalnız bırakma, dövüş, inziva odaları bu geçişler aşamasında aklımızda gelen bazı örnekler. Evlilik, sünnet, askere uğurlama törenleri de bu kapsamda değerlendirilebilir. Daha önce bunları yaşayanların aktardıkları öznel abartılı hikayeler, adaylar için bu törenlere heyecan ve bilinmezlikle dolu anlamlar yüklemesine neden olur. Tecrübe eden kişiler bu seremonileri kendine has ve farklı olabilmesi için yaşananlardan çok hayal ettiklerini harmanlayarak akranlarına bu durumu anlatır. “Biliyor musunuz ben yurtta yer açılmadığı için kampüste iki gece bankta yattım” gibi. Üniversiteli olmak bu boyutu ile bakıldığında zevkli ama zor bir iş. Korku ve bilinmezlikle dolu bir serüven!
BİLİNMEZLİKLERE KARŞI KENDİNİ KORUMA
Beden bu tür bir bilinmezlikle karşı karşıya kaldığında kendini korumaya alır. Bu bir refleks yanıttır. Stres tepkisi verir. Bu anlamda stres insanın kendisini korumayı hedefleyen bir savunma mekanizmasıdır. İnsan başa çıkamayacağını düşündüğü bir tehditle yüz yüze gelince beynine bazı sinyaller gönderir. Vücudunuz alarm durumuna geçer. Gelen tepkilere göre evrimsel olarak açıklanabilen savaş-kaç ya da don cevapları verir. Bu vücudumuzun bizi tehlikeye hazır etme biçimidir. Evrimsel olarak, bu değişen vücut durumları, tehlikeyle başa çıkmamızı sağlar. Kaçma tepkisinde kalp kaslarımıza daha fazla kan pompalar, akciğerlerimiz bu pompalanan kanı daha hızlı oksijenlendirmek durumunda. Bu noktada enerji tüketimi artar. Kasların yorulmaması için laktik asit birikiminin olmaması gerekir. Böylece daha hızlı koşar ya da savaş alanında daha uzun süre yorulmadan kalır. Öte yandan, dona kalım halinde fiziksel bir travmaya hazırlık olarak cilt damarları büzülür kanı hayati organlara daha fazla pompalar. Bu tüm organları etkileyen bir mekanizmadır. Psikolojik stres durumlarında da beden algılanan tehditlere tepkiler gösterir.
Sanılanın aksine stresin sadece olumsuz anlamı yok. Düşmanımız değil. Stres durumları bizi hayata hazırlarken karşılaşılan güçlüklerle başa çıkılmasını sağlar. Bu bir sporcunun yarışmaya hazırlanırken antrenmanlar yapması gibi. Hazırlık dönemi ne kadar iyi geçmişse kişinin performansı o kadar iyi olacaktır. Ancak her şeyin olduğu gibi stresin de fazlası zarar. Hayatımızı daha iyi ve anlamlı hale getirmek için yeniliklere ve gelişime açık hale getirmek durumundayız. Ancak bu yenilikler ve değişim sonuçları olumlu bile olsa benliğimizce bir tehdit olarak algılanacaktır. Tehdit olarak algılanan bu durumla başa çıkamazsak bulunduğumuz yere duruma çakılıp kalırız.
KAYGI YAŞAMIN NORMAL BİR PARÇASI
Kaygı yaşamın normal bir parçası. Herkes günlük yaşam içinde değişik konularla ilgili kaygı duyabilir. Yetişmesi gereken bir iş, sınav, sağlık, para, çocuklar ve aileyle ilgili sorunlar birçok insanı kaygılandırabilir. Aslında kaygı, bir ölçüde bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlıklı olmamızı, bir tehlike durumunda da hızlı karar verip kurtulmamızı sağlar. Normalde bu tür kaygı hafiftir ve baş edilebilir düzeydedir. Yaşama dair hiç kaygısı olamayan bir insanın herhangi bir şeyi başarmak için gereken motivasyonu olamayacaktır. Bu durum da kişinin yerinde saymasına sebep olur. Bu yüzden stres yönetimini gerçekleştirmek durumundayız. Dolayısıyla stresin belirli bir miktarı aslında yararlıdır ve başarıya ulaşmamızı kolaylaştırır. Ancak fazlası düşüncelerimize, davranışlarımıza, duygularımıza ve bedenimize zarar verir.
“Üniversitenin ilk gününde çok heyecanlandım. Hiç tanımadığım bir sürü insan vardı. Hocalar uzak ve soğuktu. Amfide geçen yıldan kalan bir sürü öğrenci vardı. Onlar da benimle aynı puanı alarak buraya gelmiş. Onlar kaldığına göre ben de kalacağım. Keşke bu maceraya atılmasaydım.” Diploma töreninde bir anket yapılsa mezunların yüzde kaçı bu görüşe katılır? Olumsuz düşüncelerimizi çeşitlendirebiliriz. Hiç arkadaşım olmayacak, vaktinde mezun olamayacağım, ailem beni burada okutacak parayı bulamaz, yurt bulamayacağım, dersler yoğun ailemi uzunca süre göremeyeceğim daha neler neler...
OKUL KORKUSU VE OKUL FOBİSİNİN NEDENLERİ
Okul fobisi veya okul korkusunun en sık nedeni ayrılık kaygısıdır. Ayrılık kaygısı çocuğun normal gelişimsel basamaklarında hemen her zaman görülebilen bir durum. Çocuk gelişim süreçleri ilerledikçe ona bakım veren kişilerden daha uzun sürelerle hiç kaygı duymadan ayrı kalabilirler. Başlangıçta tek şart ona bakım veren kişilerin aynı yerde durmalarıdır. İhtiyaç duyduklarında onlara ulaşmalılar. Onların ulaşılabilir olmaları daha rahat ve güvenli ayrılmalara olanak verecektir. Oysa henüz daha yeni yeni ayrılma denemeleri yapan çocuk eğer ebeveynlerini ihtiyaç anından göremezlerse endişeleri artar. Güvenli olarak uzaklaşma egzersizlerine ara verir. Ebeveynlerinin dizinin dibinden ayrılmazlar. Ayrılık kaygısı yaşayan çocuklar yalnız kalmak istemezler ve sürekli olarak bakım verenlerinin yanında olmak isterler. Ayrılık kaygısı bozukluğu; bağlanma objesinden gerçek veya hayali bir ayrılığa, günlük yaşam aktivitelerini bozacak seviyede verilen anormal düzeyde tepki durumudur.
Ayrılık kaygısı bozukluğu daha sonraki gelişimsel basamaklarda daha az şiddette görülmesi beklenir. Ancak bu endişenin yoğun olarak yaşaması nedeniyle ayrılık kaygısı yoğun şekilde yaşanır. Okula başlamada, her dönem başında uzun süreli tatillerden sonra, iş yeri değişikliklerinde, yeni arkadaş gruplarına katılımda ve daha birçok alanda sorunlar yaşanır. Bazen bu sorunla baş edilemez. Okuldan, işten ayrılmak zorunda kalınır. Yüksek puanla girilen bir fakülteye devam etmek yerine ‘güvenli limanda sığıntı’ olarak yaşanır.
ÜNİVERSİTE Mİ AKADEMİ Mİ?
Okul korkusu ve kaygısıyla mücadele, sorun ortaya çıkmadan önce çözülmesi gereken bir durumdur. Psikiyatrik bozukluklar gelişim dönemleriyle ilgilidir. Eğer gelişim dönemleri sağlıklı olarak aşılmadıysa sorunlar bir sonraki dönemlere aktarılacaktır. Bu sorun taşınabileceği kadar taşınacak ama en sonunda bir stres etkeniyle baş edilemez hale gelecektir. Sorunlarla yüzleşmek bugüne kadar geliştirilen başa çıkma mekanizmalarının yetersizliği saptanmalı. Bu hatalı mekanizmaların yerine işe yarar sistemler geliştirilmesi hedeflenmeli.
Üniversitenin çağında ki gencin de öncelikle eğitim hedefini iyi belirlenmesi sağlanmalı. Bu eğitimle ilgili beklentinin gerçekçi olmalı. Eğitimin akademik boyutu dışında sosyal beceriler açısından da gelişimi sağlanmalı. Üniversite bir ekosistemdir, akademiyi de kapsar.
PROF. DR. ZEKİ YÜNCÜ KİMDİR?
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Prof. Dr. Zeki Yüncü, akademik çalışmalarına aynı üniversitede devam ediyor. Ergen ve çocukların ruh sağlığı konusunda araştırmalarını sürdüren bilim insanının birçok saygın dergide bu alanda yayınlanmış makaleleri bulunuyor.