Güncelleme Tarihi:
Daha önce dağarcığımızda olmayan Bilim Turizmi, spor, kültür, din vb. özgün turizm hareketlilikleri gibi artık ekonomik, sosyal ve kültürel özellikleri olan bir turizm segmenti olma yolunda ciddi potansiyele sahip bir ülke olmaya başladı Türkiye. Çünkü Türkiye, coğrafî konum avantajları dikkate alındığında, batının açığa çıkan bilim arzı ve doğunun katlanarak artan talebi ile ‘sınırdaş’, batıdan doğuya kayan bilim hareketliliğinin coğrafi açıdan tam merkezinde bir ülke.
Türkiye’nin bu pazarda etkin bir aktör olarak yer alması;
• Bilimsel ve akademik potansiyelleri ile bilinirliğine katkı sağlar,
• Batıdan doğuya doğru ‘tersine’ dönen beyin göçünden uluslararası düzeyde nitelikli bilim insanlarının Türk üniversitelerine transferi kolaylaşır, yoğunlaşır,
• Yükseköğretimde kalite düzeyi yükselir,
• Yükseköğretimin finansmanında döviz girişi artar,
• Kent ekonomilerine ekonomik, kent yaşamına da kültürel ve sosyal kaynaklar yaratılır.
‘Bilmek’ kentli yaşamı için bir ihtiyaçtır
Kentler, insanların yaşamlarını sürdürebilmek için ‘kalıcı’ olarak bir arada yaşamak zorunluluğu duydukları yaşam alanlarıdır. Bu arada, ihtiyaçların sürekliliği ile kent yaşamının sürdürülebilirliği ve yaşam süreleri arasında bire bir bağıntı vardır. İnsanları kent yaşamına çeken ihtiyaçları fiziksel olduğu kadar toplumsal, kültürel ve ekonomiktir. Ancak ‘bilmek’, kentli yaşamı için bir ihtiyaç, zorunluluk ve yükümlülüktür.
Çünkü bilgi üretimdir; bilgi tüketimdir.
Bildiğiniz takdirde, bildiğiniz kadar ve bildiğiniz sürece üretebilir; üretilenlere ihtiyaç duyabilir ve üretilenleri tüketebilirsiniz. Bu üretim ve tüketim ilişkisi bir açıdan kent ekonomisinin temel işleyişini anlatır. Bu nedenle bilim kent yaşamı için turizmdir, endüstridir ve ekonomidir.
Üniversiteler, evrensel bilim değerlerini üretir ve bunu paylaşır, çevrelerine aktarırlar. Aktarım, bilimin yöntemleri ile gerçekleşir. Bu yöntemin adı ise yükseköğretimdir. Bununla birlikte, üniversitelerin çözüm aradığı sorunlar yakından uzağa doğru bir ilgi çerçevesinin içinde yer alır. Bu nedenle üniversitelerin, içinde bulunduğu sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik çevre ile ilişkileri, ürettiği hizmetin kalitesi ile bire bir bağıntılıdır.
Bilimin gelişiminde üniversite kentleri var
Üniversite-çevre ilişkisinin kalitesi, hizmet kalitesinin de ön koşuludur. Bilimin gelişiminde ‘Üniversite Kentleri’ bu nedenle var. Bilgi ekonomisini temel ekonomik itici güç olarak benimseyen üniversite kentleri,
• Bilimsel bilginin ekonomik, sosyal ve kültürel kent yaşamını ayakta tuttuğunu kavramış,
• Aslında bilimin temel ekonomik, sosyal ve kültürel değerler olduğunu anlamış,
• Damarlarında bilimin aktığını, ekonomilerinde bilimsel bilginin dolaşımı sağlanarak paylaşıldığında değere dönüştüğünü ve bu sayede ayakta kalabildiklerini kavramış,
• Tüm sektörlerde, bilgi üretimi ve tüketiminin temel itici güç olduğunu benimsemiş,
• Bilimin ürettiği sanatın, yaşamlarına yaratıcılık ve yenilikçilik ufukları açtığını öğrenmiş,
• Bilimsel birikimlerin duygu ile aklı, beyin ile gönlü, karar ile eylemi en uygun karışımlarda bir araya getirerek kentlilik bilincini ve şevkini aşılayabildiği kentlerdir.
Kentler, üniversiteleri ile bu nedenlerle bütünleşir. Üniversite kenti olmayı arzular ve bilim kurumlarının, yaşamları içinde etkin ve etkili olmasını isterler. Çünkü üniversite kentleri,
• Kültür, dil, din, ulusal kimlik ve etnik köken çeşitliği açısından uluslararası,
• Nüfusu genç ve dinamik,
• İhtiyaçları çok ve çeşitli,
• Bedenden çok beyine dayalı üretimi temel alan ekonomisi canlı,
• Bilim öğrenmek ve öğretmek için geleni ve gideni yoğun,
• Kurumlar arası ilişkileri verimli,
• İnsan ve yaşam kalitesi yüksek,
• Düzenli ve sakin,
• Yaşaması cazip ve kolay,
• Tarihi derin,
• Kültürü zengin,
• Katma değeri yüksek entelektüel sermayenin yoğunlaştığı yerleşimlerdir.
Cambridge, Oxford, Bologna, Boston, Sorbonne vb. üniversite kentleri, uluslararası bilim endüstrisini yukarıda sözü edilen özelliklerinin yarattığı çekim gücü ile cezbederek yatırım yapmaya ikna etmiş, bilim turizmini de bu sayede hareketlendirebilmiş ve bu özellikleriyle uluslararası marka olmuş kentlerdir.
İstanbul’un dış halkaları söz sahibi olabilecek
Görünen o ki, İstanbul’un yakın geleceğinde yapacağı sosyal, kültürel ve ekonomik sıçramada kentin bu deneyimleriyle bilinen tanınmış beldelerinden çok, dış halkasında yer alan yerleşimleri söz sahibi olabilecek.
Bunun temel nedenlerinden biri bu beldelerin fiziksel olduğu kadar sosyal, kültürel ve ekonomik potansiyelleri olacak. İstanbul’un merkezinde yer alan beldelerde fiziksel olarak büyüme, gelişme ve yapılaşma olanakları sınırlı. Bununla birlikte, kentin dış çemberindeki yerleşimler için bu tür bir kısıt yok.
Bu beldelerde gökdelenleşme olarak da tanımlayabileceğimiz dikey yapılaşma ve yükselme bir zorunluluk değil. Merkezde olmayan ve gökdelen dikmeden yatay ve sağlıklı gelişim olanağı var. Deprem ve diğer yaşam risklerini peşinen giderebilecek standartlara uygun yapılaşma bu beldelerde merkeze göre daha mümkün; kentsel dönüşüm bu beldelerde daha zahmetsiz. Bu potansiyelleri dikkate alındığında İstanbul’un dış halkasının cazibesi daha çok kentli ve yatırımcı için giderek daha fazla idrak edilecek.
Bunun yanında, bu halkada halen sürmekte olan yaşam kalitesi yükseldiğinde çekim gücü artacak. Bu noktada merkezde görülemeyecek trafik ferahlığını bu beldelerde yaşamak mümkün. Ancak çekim gücü, asıl enerjisini bu yerleşimlerde yaşayanların merkezde kümelenen yaşam kalitesine yakınında sahip olmak için duyduğu isteklilikten alıyor.
Bu talebi, “… Kalitesi yüksek ve zengin yaşam olanaklarına bilenmişlik hali …” olarak tanımlamak yanlış olmayacak. Bu İstanbul’un merkezinde artık mümkün olamayan bir güç olarak değerlendirilebilir.
Kalite artışı için ekonomik hareketlilik şart
Bu beldelerdeki yaşam kalitesinin artışında ilk ihtiyaç şüphesiz ekonomik hareketliliktir. Yaşanılan yerde üretme olanağı arttıkça orada tüketme olanakları da artacak. Bu beldelerin ekonomik dinamizmi arttıkça üretilen katma değerin ‘yerel’ yaşama akışı; yerelde zenginleşen yaşamın da yaşam kalitesine dönüşümü kolaylaşacak. Bu beldelerin ekonomik değer üretim kabiliyetleri arttıkça bunu İstanbul dışına taşıma avantajlarının merkeze göre daha yüksek olduğu yaşanan bir gerçek olacak.
Yaşam kalitesinin, entelektüel sermaye yoğunlaşmasının sağlayacağı yerel ekonomi ile finansmanı konusunda bilinen seçeneklerin başında ‘Üniversite Kenti’ olmak yer alıyor. Öncelikle bilim turizmi ve endüstrisinin yaratacağı kaynaklar ‘temiz’ ekonomi için fark yaratan fırsatlar oluşturacak. Üniversitelerin konaklama, gıda ve ulaşım başta olmak üzere, en az üç yerel sektörü beslediği bilinen bir gerçek. Diğer bir anlatımla, her üniversite öğrencisi en az üç aileyi besliyor demektir.
Tarihsel derinliği olan bir belde: Kağıthane
Kağıthane, tarihsel derinliği olan bir belde ve fiziksel olarak İstanbul’un dışı ile merkezdeki yerleşimlere göre daha yakın, İstanbul’dan çıkış Kağıthane’de daha kolay. Osmanlı Sarayı’nın merkezdeki yorgunluklarını gidermek için canını dâr attığı, soluklandığı ‘Sa’d-âbâd Köşkü’ ve mutluluğun merkezi ‘Has Bahçe’ Kağıthane’de.
İstanbul’da, Çamlıca dışında, “…Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâ-şâda, Gidelim serv-i revanım yürü Sa’d âbâd’a …” dizelerini şarkıya dönüştürerek sevenlerin sevenleri davet ettiği başka bir belde var mı?
Farkı, tam içinden geçen akarsu… Bu su üzerinde gezinen sandallarıyla mutluluğa katkıda bulunmuş. Bu su, Altın Boynuz’un, iki yakasında en az dört üniversiteyi barındırıyor zaten. Bu nedenle ‘Üniversite Kenti’ kimliği açısından son derece stratejik ve güzel bir boşluğu dolduruyor. Cambridge için Cam Nehri, Üniversite Kenti kimliği için ne kadar fark yaratan bir marka değeri ise Kağıthane deresi de Kağıthane için o.
Suyun iki yakasında bilim kök salmış
Ancak, suyun üniversiteleri bağlayabilme olanağı Cambridge’de yok, bu Kağıthane’nin fark yaratan ayrıcalığı, üstünlüğü…
Hasbahçe 100 yıl önce, mutlu eden sosyal kaynaşmayı güçlendiren bir mesire yeriydi, halen de o öyle. Bu suyun iki yakasında bilim zaten kök salmış, geçmişinde ve genlerinde olumlu enerji var. Bu da Kağıthane’nin ‘Üniversite Kenti’ kimliği için olumlu bir kültürel ve psikolojik zemin oluşturuyor.
Bir ileri adım için yapılması gereken ise üniversitelerinin, Kağıthane Belediyesi ile eşgüdümlü projelerle, bilim, sanat ve sporunu kampüs dışına taşırarak Kağıthane’nin günlük yaşamı içinde yoğun biçimde yaşanan; yerel yönetimle kurulacak işbirliği ile geliştirilen sosyal sorumluluk projeleriyle erişimi kolay ‘ortak etkinlikler’ yolu kent halkı ile paylaşılabilen değerlere dönüştürmek olmalı.
Üniversitelerin ‘Bahar Şenlikleri’ni mesire alanında Kağıthane sakinleri ile birlikte değerlendirdiğini, Kağıthane’li hanımlara şehrin merkezinde biçki-dikiş, iş geliştirme ve meslek edindirme ve parkında halka açık ‘Sağlıklı Yaşam için Spor’ programlarının uygulandığını, akar suyunda Kano yarışları düzenlendiğini, spor alanlarında Kağıthane’li çocuk ve gençlere yönelik okçuluk, binicilik vb. ata sporlarının bilimsel yöntemlerle öğretildiğini; üniversite tarafından düzenlenen kurslarla ilk ve ortaöğretim kurumlarına yönelik fotoğrafçılık, müzik, resim vb. sanat becerilerinin kazandırıldığını hayal etmek bile heyecanlandırmaya yetmiyor mu?
Bir de bu projelerin hayata geçtiğini düşünsenize…