Güncelleme Tarihi:
Bazen biz öğretim üyeleri ve hekimlerden, “Biz iyi hekim yetiştiriyoruz” veya “Biz Avrupalı hekimlerden daha iyi yetişiyoruz” ifadelerini duyabilirsiniz. Benzeri ifadeler yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızdan da gelebilir. “Bizim doktorlarımız daha iyi.” Bazen terside olabilir. “Bizimkiler de doktor mu? Sen bir Alman doktorları gör.” Gerçekte ise bahsedilen aslında biraz hekim, biraz sistem ve biraz da imkanlardan ibarettir.
“Türkiye’de tıp eğitimi dünyanın neresinde?” sorusunun cevabı hiçbir zaman tam olarak matematiksel verilerle ortaya konulabilecek bir konu değil. Dünyada en iyi veya ideal olduğu gösterilmiş bir tıp eğitimi modeli yok.
Bizim gibi liseden sonra sınavla tıp fakültelerine öğrenci alan ülkeler olduğu gibi, sağlık kolejlerinden geçiş yapılan veya öncesinde temel üniversite eğitimi alındıktan sonra tıp eğitimi veren ülkeler geniş bir yelpaze oluşturuyor.
Orta Çağ’da tıp eğitimi bir “usta-çırak” işi iken, 20’nci yüzyılın başlarından itibaren yerini, “disiplin temelli klasik eğitim”e bıraktı. 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren buna “entegre eğitim” ve “probleme dayalı öğrenme” kavramları eklendi. Günümüzde ise “karma eğitim”, “simüle hasta eğitimi” ve “kanıta dayalı tıp uygulamaları” konuşuluyor. Fakültelerimizin çoğunda “karma eğitim” modeli uygulanıyor. Yöntem ne olursa olsun amaç nitelikli hekim yetiştirmektir. Geçmişte bu amaçlar yaşanan toplumun ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşirken, bilgi ve bilgiye ulaşımın artması, öğrenci ve öğretim üyelerinin serbest dolaşımı gibi nedenlerle günümüzün küreselleşen dünyasında giderek birbirine yaklaşıyor. Artık “Topluma Dayalı Eğitim”, “Yeterliliğe Dayalı Eğitim” benzeri yaklaşımlar konuşuluyor.
Bertrand Russell’ın, “Nasıl eğiteceğin konusunda düşünmeden önce, ne sonuç elde edeceğini ortaya koy” sözü her şeyi özetliyor. Hangi yöntem uygulanırsa uygulansın hedef , “toplumun sağlığını yükselten, yetenekli hekimler” yetiştirmektir. Geçmişte İbn-i Sina’nın, “Kapkara toprağın derinliklerinden Zühal yıldızına kadar evrende karşılaştığım tüm sorunları çözdüm. Tüm bağlar çözülmüş yalnız biri kalmıştı geriye, o da ölümün bağıydı işte” sözündeki gibi her şeyi bilen hekimler yetiştirmek hedeflenirdi, bugün ise her alana yönlendirilebilecek hekimler isteniyor.
Batıda “Sağlık için hekim” yetiştiriliyor
Dünya Tıp Eğitimi Federasyonu, hekimlerin serbest dolaşımını desteklemek ve tüm dünyada tıp eğitimini geliştirmek amacıyla ülkelerin alt yapı ve eğitim standartlarını belirlemesi, bir çekirdek eğitim programının olması ve bunun uygulanmasının denetlenmesini öneriyor. Batıda “Sağlık için hekim” yetiştiriliyor. Sayı da önemli, ancak kalite ön planda. Ülkemizde ise “Sayı için hekim” yetiştiriliyor. Kalite göz ardı ediliyor. Amaç batı ülkelerinin sahip olduğu sayı veya oranda hekime sahip olmak.
Maalesef gelişmiş ülkelerde olduğu gibi tıp fakültesi açılması ile ilgili bir standart uygulamamız yok. Bu ülkelerde tıp fakülteleri belli bir nüfusa oranlanıyor ve ulusal çapta belirlenen kriterleri sağlamadan eğitim yetkisi verilmiyor. Avrupa ve OECD ülkelerinde her 1 milyon nüfusa 0.5-0.6 tıp fakültesi düşüyor. Avrupa’da Türkiye dışında en fazla tıp fakültesine sahip ülke olan Fransa’da (70 milyon nüfus, 47 fakülte) dahi oran 0.7’yi geçmiyor. Son 2 yıldır ülkemizde 12 binlere ulaşan tıp fakültesi kontenjanları yıllık nüfus artışı ile kıyaslandığında her yeni 58 birey için 1 hekim anlamına geliyor. Üniversite sınavlarına giren her 163 kişiden biri tıp fakültesine yerleştiriliyor.
Ülkemizde tıp fakültelerinin sayısının son yıllarda kontrolden çıkması, her kurulan üniversitenin tıp fakültesi açmak istemesi, vatandaşın tıp fakültesi açılması durumunda yeterli düzeyde nitelikli hizmet alacağını düşünmesi, ekonomik ve politik baskılar nedeniyle bugün ülkemizde 1 milyon nüfusa 1.3-1.4 tıp fakültesi (faal 86, toplam 91) düşüyor. Herhangi bir planlama yapılmadan ve yeterli hasta portföyü (nüfus, hasta sayısı, çeşitliliği, işlem çeşitliliği) araştırılmadan açılan tıp fakülteleri, gerekli altyapı ve hastane olanakları sağlanmadan kaderleri ile baş başa bırakıldı. Bugün neredeyse her şehrimizde bir veya birden fazla tıp fakültesi yer alıyor, ancak çoğunda öğretim üyesi (özellikle temel bilimlerde), uzman ve/veya sağlık hizmeti ve eğitimde kullanabileceği hastane olanakları bulunmuyor.
Yeterli imkanların olduğu fakülte sayısı çok az
Avrupa ülkelerinde temel tıp bilimlerinde öğretim üyesi başına 3.3-3.5 öğrenci düşerken bazı fakültelerimizde bu oran 9’a kadar çıkıyor. Türk Tabipler Birliği’nin 2010 Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi’ni değerlendirdiği raporunda fakültelerimizde kadavra, laboratuar ve diğer eğitim imkanlarının yeterli olduğu fakülte sayısının çok az olduğu, hiç kadavra bulunmayan fakülteler olduğunu ortaya koydu. Bazı fakültelerde öğretim elemanı olmadığından veya yetersiz olduğundan yıllarca başka fakülteler bünyesinde öğrenci kabul ediyor. Yeterli imkanlara sahip öğrenci/öğretim üyesi oranının Avrupa ülkelerine yaklaştığı fakültelerimizin ne durumda olacağını ortaya koyan en iyi göstergeler dünya sıralamalarındaki yerleridir. URAP tarafından açıklanan verilere göre “Tıp Sağlık” alanında ilk 500’e iki, ilk bine 24 üniversitemiz giriyor. Bu sayı yıllar içerisinde artacaktır. Ancak bu sıralamalar da verilen tıp eğitiminin kalitesini yeterince yansıtmıyor.
2002 yılından beri ABD ve Kanada gibi ülkelerde olduğu şekilde ülkemizde de Ulusal Çekirdek Eğitim Programı uygulanıyor. Bu yıl içerisinde Tıp Dekanları Konseyi tarafından Ulusal Çekirdek Eğitim Programı yeniden gözden geçirildi ve günümüz şartlarına uygun hale getirildi. Tıp eğitiminin kalitesinin denetlenmesi konusu da yine Tıp Dekanları Konseyi’nin girişimleri ile başlatıldı ve halen bir sivil toplum kuruluşu tarafından uygulanıyor. Burada Dünya Tıp Eğitimi Federasyonu kriterleri uygulandı ve çok sayıda tıp fakültesi akredite edildi. Önümüzdeki süreçte başka akreditasyon kurumları da ortaya çıkabilir. Hangi kurum tarafından yapılırsa yapılsın, tüm fakültelerimiz dış denetime istekli ve açık olmalı.
Öğrenciler altyapıdan yoksun geliyor
Öğrenciler tıp fakültelerine hazır olmadan gelioyr. İlk-orta öğretim döneminin yapılanması, yeteneğe değil bilgiye dayalı sınav sistemi ve bu sitemin doğurduğu dershanelerin etkisiyle ezberci, sosyal ilişkileri zayıf, kendi kendine öğrenme, sorma, tartışma, üretme ve iş birliği yapma, fikir ve araştırma konusunda yeterli altyapıdan yoksun bir öğrenci grubu yetiştiriliyor. Bu öğrenciler çoğunlukla bilinçsizce ve aile ya da çevrenin etkisiyle tıp fakültelerini seçiyor, yoğun eğitim sürecinde bocalıyor ve meslekten soğuyorlar. Zamanla tıp eğitimine ve mesleklerine karşı isteksizlik oluşuyor ve hekimlik yaşamı boyunca devam edebiliyor. A.B.D ve Kanada gibi ülkeler temel üniversite eğitimi sırasında, Almanya gibi bazı Batı ülkeleri ise lise döneminde öğrencileri sağlık alanına yönlendirerek tıp eğitimine başlamadan önce yeterli biyolojik bilimler, ilk yardım, hijyen, toplum sağlığı, hastalıklardan korunma ve temel uygulamaları yapabilme eğitimini veriyor. Beraberinde akılcı, ciddi bir yönelim ile öğrencilerin daha hazır ve istekli olarak tıp fakültelerine gelmelerini sağlıyorlar.
Batı ülkelerinden farklı olarak, fakültelerimizin Sağlık Bakanlığı ile ilişkileri zayıf. Eğitim için Bakanlığın hangi bilgi ve becerileri aldığı sorulmuyor, sorulduğunda ise cevap alınamıyor. Yetişen hekimlerin durumlarını gösterir bir geri bildirim mekanizması kurulamamış durumda. Koruyucu hekimlik ve toplum sağlığı konuları ilgi çekmiyor, ağırlık teknoloji ve hasta tedavisine yönelik alanlara kayıyor. Etik, hasta hakları gibi konular yeni yeni tartışılmaya başlandı. Klinik eğitim giderek yerini teorik eğitimlere bırakıyor. Tıpta Uzmanlık Sınavı nedeniyle öğrencilerin en verimli geçirebilecekleri intörnlük dönemi heba ediliyor. Eğitimde sanat ve sosyal bilimler ise nerdeyse hiç yer almıyor. Tam Gün, muayenehane, performansa dayalı ek ödeme gibi eğitimle bağdaşmayan, hizmeti öncelikleyen uygulamalar tıp eğitimine zarar veriyor. Ancak bunun düzeltilebilmesi için öğretim üyelerinin de hak ettiği yaşam standartlarına kavuşabileceği bir ücretlendirme sistemi kurulması gerekir.
Köklü bir tıp eğitimimiz var
Özetle, ülkemizde köklü ve bugüne kadar başarı ile sürdürülmüş bir tıp eğitimi mevcut. Ancak son yıllarda gereğinden fazla sayıda ve hızda açılan tıp fakülteleri, kısıtlı eğitim olanakları ile bunu tehdit ediyor. Genel olarak 2000 öncesi kurulan fakülteler daha iyi donanım ve imkanlara sahip ve üst düzey tıp eğitimi veriyor. 2000 sonrası kurulan tıp fakültelerinin çoğunluğu yetersiz imkanlara ve hasta portföyüne sahip. Bu fakültelerde yeterli imkanlar sağlanıncaya kadar eğitim izni verilmemeli, sağlaması mümkün olmayanlar kapatılmalı. Ülkemizin yetersiz hekimlere ihtiyacı yok. Biz yeni kurulan veya sağlık sistemi çökmüş, acil hekim ihtiyacı olan bir ülke değiliz.
Bizim geçmişin sıhhiye memurlarına veya Çin’in “Çıplak Ayaklı Doktorlar”na ihtiyacımız yoktur. Türkiye’nin iyi yetişmiş, dünyaya örnek hekimlere ve bilim adamlarına ihtiyacı var. Öğrencilerimizi ve fakültelerimizi tıp eğitimine daha fazla odaklanacakları mekanizmalar kurmamız gerekiyor. Tıp fakültelerinde ne kadar iyi eğitim verirsek verelim, hekimlerimize sürekli öğrenme ve kendini geliştirmeyi de öğretmemiz gerekir. Artık eğitimde “fikir liderleri” kavramı yerleşiyor. Fakültelerimizde uygulanmakta olan danışmanlık sistemlerinin de bu yönde evirilmesi gerekir. Bir taraftan öğrencilerin ilgisini arttırırken, diğer taraftan öğretim üyelerinin motivasyonu da unutulmamalı.