Güncelleme Tarihi:
TEVFİK FİKRET FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN
Fikret’in Servetifünun’da yayımlanan "Hasta Çocuk", "Nesrin", "Verin Zavallılara", "Küçük Aile" gibi şiirleri geleneğe bağlı edebiyatçıların tepkisiyle karşılaştı. Bu şiirlerde konuşma diline yakın, hayatın her biçimine, her görünümüne kolayca uyan bir şiir dili geliştirmişti. Ayrıca aruz dizesinin bütünlüğünü bozarak dizeleri kırıyor, şiiri dizelerden oluşmuş bir bütün olmaktan çıkararak cümlelerden oluşmuş bir yapı, Halit Ziya’nın tanımıyla bir tür "nesri manzum" (düzyazı şiir) haline getiriyordu.
Abdülhamid istibdadının iyice koyulaştığı bir dönemde ortaya çıkan Servetifünun edebiyatı veya Edebiyatı Cedide’nin genel özelliği umutsuzluk, karamsarlık ve gerçeklerden kaçıştı. Fikret de genel olarak bu çizgide şiirler yazıyordu. Ama "Ramazan Sadakası", "Balıkçılar", "Haluk’un Bayramı" gibi şiirlerinde toplumun alt katmanlarından insanların hayat şartlarını bir acıma duygusu içinde dile getirdi. 1867’de Osmanlı - Yunan Savaşı başladığında askeri yüreklendirmek için "Asker Geçerken" ve "Hasan’ın Gazası"nı yazdı. Oğlu Haluk için yazdığı ilk şiirlerde de Edebiyatı Cedide duyarlığının dışına çıktığı, umutsuzluktan, karamsarlıktan uzaklaştığı görüldü.
1898’de iki yıldır süren edebiyat tartışmalarının hızını yitirdiği bir sırada Fikret ve bazı Servetifünuncular göçmen
Servetifünun’un yönetimini üstlendiği 1896 sonlarında Fikret, ömrünün sonuna kadar sürdüreceği Robert Kolej Türkçe öğretmenliğine atandı. 1900’de ilk şiir kitabı Rübabı Şikeste’yi (Kırık Saz) yayımladı. Kitap büyük ilgi gördü ve bir ay içinde ikinci basımı yapıldı. Bu kitap 1896’dan sonra yazdığı şiirleri içeriyordu ve sonunda "Eski Şeyler" başlığı altında daha önce yazdığı şiirlerden seçmeler yer alıyordu. Çok çabuk kırılan, son derece hassas ve alıngan bir insan olan Fikret, birlikte çalıştığı yıllar boyunca Servetifunun’un sahibi Ahmet Ihsan’la (Tokgöz) takışır, küser, arkadaşlarının araya girmesiyle barışırdı. 1900’de böyle bir olayda Fikret, Servetifünun’u bırakıp gitti ve arkadaşlarının bütün ısrarlarına rağmen dergiye geri dönmedi.
Aşiyan münzevisi
Servetifünun’dan ayrıldığı günlerde Fikret, aşağı yukarı bütün arkadaşlarından kopmuş, Rumelihisarı’nda Aşiyan adını verdiği evine çekilmişti. Robert Kolej’deki dersleriyle oyalanıyordu. Şiir yayımlama olanağı da yoktu. Abdülhamid sansürü, altında gizli anlamlar bulunabilir diye her türlü manzum yayını yasaklamıştı. Üstelik Abdülhamid polisi tarafından sıkı bir biçimde izleniyordu. Ama o şiir yazmayı sürdürdü ve daha önce olmadığı biçimde toplumsal, siyasi sorunlara yöneldi. II. Abdülhamid istibdadına karşı en sert eleştirileri yöneltti. 1901’de yazdığı ünlü "Sis" şiiri Abdülhamid devri Istanbul’una lanet yağdıran öfkeli bir haykırıştı: "Örtün, evet, ey haile... Örtün, evet, ey şehr;/Örtün ve müebbed uyu, ey fácirei dehr!.." Gizlice elden ele dolaşan "Sis", Fikret’in sanatında bir dönüm noktası oldu. Artık o, Servetifünun’daki "melül" şair değildi; bundan sonra gittikçe geniş sesle "nevaib-i eyyam"ıyla (günlerin getirdiği felaketler) inleyecekti. 1905’te yazdığı Tarih-i Kadim geçmişle acımasız bir hesaplaşmaydı. Gençliği, geleceği simgeleyen oğlu Haluk’a hitaben yazdığı "Sabah Olursa"da her şeye rağmen geleceğe olan inancını dile getiriyordu. Iyi olanı, kurtuluşu gelecekte, kötü olanı geçmişte gören Fikret, "Mazi... Ati" şiirinde geçmişi olduğu gibi atmak ve yeni bir hayata başlamak düşüncesindeydi. Döneminin birçok aydını gibi ülkenin içine düştüğü kötülüklerin kaynağı olarak gördüğü Abdülhamid’e bir Ermeni tarafından yapılan suikast girişimini alkışladı.
Güneşin Doğuşu
Fikret, 1908 Meşrutiyeti’ni coşkuyla karşıladı. Meşrutiyet’in ilanından on üç gün önce Selanik’teki Ittihat ve Terakki merkezinin isteği üzerine "Millet Şarkısı" adıyla bi devrim marşı yazmıştı: "Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol / Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa... var ol!" Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra yazdığı "Doğan Güneşe" ve ’Rücu" şiirlerinde yeni düzeni alkışlıyordu: Sonunda ufuk açılmış ve bütün gösterişiyle hürriyet doğmuştu. Daha önceki lanetlerini geri alıyordu. Onlar millete azap veren, hakaret
Meşrutiyet’in heyecanıyla Fikret, inzivasından çıktı, Hüseyin Cahit’le (Yalçın) birlikte Tanin adlı gazeteyi çıkardı. Ancak kendisi yazı yazmaya yanaşmıyor, gazetenin teknik işleriyle uğraşıyor, başkalarının yazılarını düzeltiyordu. Üç dört ay kadar sonra hiçbir gerekçe göstermeden Tanin’i bıraktı. Ama bu defa Aşiyan’a çekilmedi, kendisine önerilen Mektebi Sultani müdürlüğünü 1909’da
Yeniden Rumelihisarı’ndaki AÅŸiyan’ına çekilen Fikret, bundan sonra herhangi bir devlet hizmetine girmedi, yalnızca Robert Kolej’deki öğretmenliÄŸine devam etti. MeÅŸrutiyet sonrasında da istediÄŸini bulamamış olmaktan ötürü küskün ve öfkeliydi. Ama ülke sorunlarıyla ilgilenmeyi sürdürdü. Yönetici kadrolarla iliÅŸkisini kesmesi, kötülüklere karşı sesini yükselten, kimseye boyun eÄŸmeyen kiÅŸiliÄŸi onu gündelik hayatın üstüne çıkarmış, dönemin vicdanı durumuna getirmiÅŸti. 1911’de yayımladığı Haluk’un Defteri’nde artık tek kurtuluÅŸ umudu olarak gördüğü gençliÄŸe sesleniyordu. Gençlik her güçlüğe katlanarak halka ışık taşıyacak, Prometeus gibi ateÅŸi sunacaktı. "Bugünün gençlerine" adadığı "Ferda" ÅŸiirindeÂ"Gençler, bütün ümmidi vatan ÅŸimdi sizdedir" diyordu.
Ittihat ve Terakki’nin Meclisi Mebusan’ıÂfeshettirmesi üzerine Fikret, 22 Ocak 1912’de, dönemin sosyalistlerinden Nüzhet Sabit’in çıkardığı Vazife dergisinde ünlü "Doksan BeÅŸe DoÄŸru" ÅŸiirini yayımladı. Åžiirde Abdülhamid’in 1878’de meclisi kapatmasıyla Ittihat ve Terakki’nin eylemi arasında iliÅŸki kurularak milletin umutlarının boÅŸa çıkarıldığı, kanunların ayaklar altına alındığı söyleniyordu. Åžiir Ittihat ve Terakki’ye yönelik bir bedduayla son buluyordu: "Kopsun seni bir hak diye alkışlayan eller!" 1911’de yayımlanan Rübabın Cevabı, Fikret’in siyasi ÅŸiirlerinin yeni ve güçlü bir örneÄŸiydi. Yine aynı yıl içinde Ittihat ve Terakki’nin yiyiciliÄŸine yönelik "Hánı YaÄŸma" adlı yergiyi yazdı: "Yiyin, efendiler yiyin; bu hán-ı iÅŸtiha sizin;/Doyunca tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!" Bu ÅŸiirden sonra Fikret, siyasi olaylardanÂesinlenen çıkışlar yapmadı. Mehmet Akif’e cevap verdiÄŸi "Tarihi Kadime Zeyl" ve Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla yazdığı "Sancakı Åžerif Huzurunda" ÅŸiirleri dışında son yıllarını çocuk ÅŸiirleri yazmakla geçirdi. Yalın bir dille ve hece ölçüsüyle yazdığı bu ÅŸiirleri Åžermin (1914) adlı kitabında topladı. Bu sıralarda geç teÅŸhis edilen ÅŸeker hastalığı ona büyük ıstırap veriyordu. GeçirdiÄŸi bir ameliyat sonrasında 19 AÄŸustos 1915’te ölen Tevfik Fikret, Eyüp’e gömüldü. 1961’de kemikleri AÅŸiyan’a nakledildi.