Güncelleme Tarihi:
24 TV’de Kulis programında dershanelerin özel okula dönüşümü, temel liseler ve TEOG ile ilgili açıklamalarda bulanan Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, “Dershane meselesi gerçekten işin içine girdikçe daha iyi görülüyor ki çok iyi tezgahlanmış bir illüzyon. Biz dershanelerin özel okula dönüştürülmesi projesini başlattığımızda da bunu söyledik ve birtakım rakamlara, ölçümlere dayanarak bunu söyledik. Yani öğrencilerin yüzde kaçı dershaneye gidebiliyor, bu gidenlerin yüzde kaçı gerçekten dershane üzerinden bir artıyla sınavlarda başarılı oluyor; bunların hepsinin çok tartışmalı olduğunu, daha doğrusu rakamların gösterdiği göstergelere baktığımız zaman illüzyonun tartışmasız olduğunu gördük.
Burada şöyle bir imkânsızlıktan ötürü dershaneler bu illüzyonu bugüne kadar sürdürebilmişler. Birçok öğrenci dershaneye gittiği zaman sınavda bir puan alıyor. Şimdi dershaneye gitmeseydi o puanı almayacağını kanıtlayacak durumda değiliz. Dolayısıyla pek çok çocuğumuz aslında normal şartlarda hiç dershaneye gitmese de okuldan edindikleriyle bu aldığı puanı belki daha fazlasıyla bile alabilecekti” dedi.
Bakan Avcı’nın açıklamaları özetle şöyle:
TEOG, SBS’NİN YERİNE KONULAN BİR SINAV DEĞİL
Bizim uygulamaya koyduğumuz TEOG sınavları dediğimiz, yani Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş, aslında yeni bir sınav değil bu, bunu her yerde söylüyorum, ama bir kere daha söylememde fayda var, çünkü hâlâ kamuoyunda sanki SBS kaldırıldıktan sonra yerine TEOG diye ayrı bir sınav ihdas edilmiş gibi bir algı oluştu, böyle değil. TEOG dediğimiz şey, aslında hepimizin eğitim hayatımızda girdiğimiz yazılı sınavlardan, şimdi biz 6 dersten bu yazılı sınavların kontrollü olarak yapılmasını sağladık. Kontrollü ne demek? Sorular Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanıyor. Merkezî olarak gönderiliyor, çocuklar kendi sınıflarında ve her ders için ayrı ayrı oturumlarda, böyle SBS gibi bir oturumda beş ders filan meselesi de değil, daha sakin bir ortamda bu yazılılarına giriyorlar. Dolayısıyla müfredatın önemi ortaya çıktı. Çünkü bu kontrollü yazılılar belli tarihlerde yapılıyor ve öğretmenlerimiz o tarihe kadar müfredatı yetiştirmek zorundalar.
BU MEKANİZMA BOZULDU
Belli bir tarihe kadar müfredatın yetiştirilmesi zorunluluğu ne demek? Müfredatın ciddiye alınması demek. Hâlbuki eskiden bu dershane yanılsaması yüzünden öğretmenler de veliler de öğrenciler de “canım bunu nasıl olsa dershanede öğreneceksiniz” veya sınavda genellikle dershanelerde eğitimi verilen birtakım konularla ilgili veya test teknikleriyle ilgili şeyler sorulacağı varsayımıyla hareket ediliyordu ki sınavlar da büyük ölçüde ona ayarlanmaya başlanmıştı. Hatta bu ilişkinin, yani sınav düzenleyicilerle sınav hazırlayıcılar arasındaki ilişkinin çok farklı boyutlarda da işlemekte olduğunu şimdi son örneklerde, adliyeye de yansıyan örneklerde görüyoruz. Ama o kadar kriminal olmayan daha üstü örtük bir iş birliği de vardı.
Mekanizma böyle. Şimdi bu mekanizma bozuldu, bu illüzyon bozuldu. Şimdi öğretmenlerimiz öğrettikleri dersin sınavlara yönelik olduğunu, sınavlarda bu öğrettikleri dersten öğrencilerinin başarılı ya da başarısız olacaklarını bildikleri için müfredatı çok daha ciddiye alıyorlar. TEOG’la ilgili daha sonra yaptığımız anket çalışmalarında öğretmenlerimize, velilerimize, öğrencilerimize sorduğumuz sorulardan da bunun olumlu sonuçlarını görüyoruz. Dolayısıyla bizim başından beri söylediğimiz, okulun merkeze oturması, öğretmenin merkezde olması, müfredatın merkezde olması ve bu müfredatın test sınavı odaklı değil öğrenme odaklı hâle getirilmesi çabalarımızın olumlu bir adımı oldu bu süreç. Ama tabii bu illüzyon hâlâ bazı kesimlerde devam ediyor.
ZORUNLU DERS SAATİ SEYRELTİLMİŞ LİSELER
Dolayısıyla sanki 1 Eylül 2015’ten itibaren dershanelerin kapatılacak olmasını dünyanın sonu gibi gören bir kesim, çok az sayıda olmakla birlikte bazı velilerimizde böyle bir saplantı var. Bu aslında iyi bir şey, çocuklarının eğitimine verdikleri değeri, önemi gösteriyor. Ancak eskiden beri hepimiz şikâyet etmiyor muyduk; çocukları yarış atına çevirmeyelim diye. Şimdi buna rağmen hâlâ biz bazı ailelerde bu saplantının devam ettiğini görüyoruz. Geçmiş yıllarda bunlar şöyle yapıyorlardı: Çok başarılı okullardan bile öğrencileri açık liseye alıp dershaneye gönderiyorlardı. Açık liselerde devam mecburiyeti olmadığı için, çocuklar açık liseye kaydettirilip son sınıfa geldikleri zaman oradan dershaneye gönderiliyordu. Şimdi bu sene o da yok. O yol da kapandı. Şimdi temel liseleri böyle bir sapma yol gibi görmeye başladılar. Boşuna yorulmasınlar velilerimiz, yani hakikaten çocuklarına durduk yerde de zulmetmesinler.
Temel liseler normal liselerden farklı olarak zorunlu ders saati seyreltilmiş liselerdir. Niye böyle bir kuruma ihtiyaç duyuldu? Dershanelerin özel okula dönüşümü sürecinde bazı kurumların özel okullardan beklediğimiz kriterleri, yani bahçesi olacak, laboratuvarı olacak, merdiven genişliği şu olacak filan gibi bir sürü fiziki ve beşeri altyapıya ilişkin kriterlerimiz var özel okul açmak için. Şimdi bunların bir kısmı bu kriterlere hemen geçemeyebilirler. Dolayısıyla onlara dedik ki; tamam, hemen o kriterleri yüzde 100 sağlayamayabilirsiniz, ama bize bir niyet beyanında bulunduğunuzda ve bu altyapıya dört sene içerisinde geçeceğinizi taahhüt ettiğiniz takdirde bu kriterlerden bazılarını sizde aramayacağız. Dolayısıyla böyle bir geçiş kurumu oluşturduk. Şimdi zannediliyor ki bütün son sınıflardan öğrenciler bu temel liselere giderlerse orada yine dershanecilik yapılacak, yine sınavlara dershane üzerinden hazırlanılacak. Hayır, birincisi zaten yasa gereği bu temel liseler alacakları öğrencileri sınıflara dağıtmak zorundalar. Yani diyelim ki bir temel liseye biz 100 öğrencilik bir kontenjan vermişsek, bu 100 öğrencinin 100’ünü de dördüncü sınıfına alamaz. 25’ini birinci sınıfına alacak, 25’ini ikinci sınıfına alacak, 25’ini üçüncü… Eşit dağıtacak, yüzde 30’u geçemez. Yani bir sınıfa verdiği öğrenci sayısı toplam kontenjanının yüzde 30’unu geçemez. Bu ne demektir? İstese de istemese de 4. sınıfa 30’dan fazla öğrenci alamaz.
TEMEL LİSEYE DÖNÜŞEN DERSHANE SAYISI 56
Şu anda, son geldiğimiz noktada temel liseye dönüşmüş olan dershane sayımız 56. O bakımdan bu geçici bir düzenlemedir, 4 yıllık bir süre için yapılmış bir düzenlemedir. Bunların hepsi normal özel okullara geçecek ve normal özel okula geçtikleri zaman kendilerine bir marka değeri oluşturmaları lazım. Eğer böyle üstü örtülü bir dershanecilik yaptığına dair bir imaj oluşursa, özel okula geçtikleri takdirde şanslarını büyük ölçüde yitirmiş olurlar. Çünkü o zamana kadar bu dershane sınavcılığı bitmiş olacak, sınav teknikleri bakımından da bitmiş olacak, sınav kapsamı bakımından da bitmiş olacak. Dediğim gibi, zaten sayısal olarak buna imkân bulamayacaklar. Ama takviye kursu olabilir.
TAKVİYE KURSLARI DEVLET OKULLARINDA DA VAR
Bunu devlet okullarımızda da yapıyoruz, devlet okullarında da özel okullarda da hafta sonlarında çocuklara takviye kursu verebilirsiniz. Ama dershanecilik anlamında değil, yani çocuk müfredattaki derslerden hangisinde kendinde bir eksiklik, bir zayıflık hissediyorsa onları pekiştirmek amaçlı takviye kursları tabii ki verilebilir. Zaten onunla ilgili olarak biz de okullarımızda, devlet okullarında da bunu yapıyoruz. Bu vesileyle ben bu devlet okullarındaki takviye kurslarına gelen öğretmenlerimize teşekkür ediyorum, çünkü bu gönüllülük esasına göre yürüyen bir süreç ve dediğim gibi daha önce başka yerlerde de söyledim, hafta sonlarında öğretmenlerimiz takviye kursları için geliyorlar ve çok düşük ücretler karşılığında bu dersleri yapıyorlar. Ama buna rağmen 100 binin üzerinde öğretmenimiz gönüllü olarak, gönüllü diyorum çünkü aldıkları ücret okula giderken ödediklerini belki karşılamıyor.
TAKVİYE KURS ÜCRETLERİNDE YÜZDE 100 ARTIŞ
Ücretleri yüzde 100 artırdık, artırdık da ne oldu… Parası için gidilecek bir şey değil. Öğretmenlerimiz gerçekten idealist bir şekilde fedakârca bu kurslara katılıyorlar, kendilerine çok teşekkür ediyorum, 2 milyonun üzerinde öğrencimiz de bu kurslara devam ediyor. Özel okullarda da bunlar var, daha da yapılabilir. Tabii 30 yıllık, 40 yıllık bir illüzyonu bir hamlede sıfırlamak mümkün değil. Zaman alacak. Ama kamuoyunda bu illüzyonun kırıldığını gösteren çok açık işaretler var. Müfredat öne çıktı, bunu da denemeye başladık. Önümüzdeki yıl da dershanesiz olarak nasıl gittiğini göreceğiz.
AYM’YE YAPILAN İTİRAZLAR
Başından beri bazı dershane grupları özellikle meseleyi hukuk düzeyinde farklı bir mecraya getirebilecekleri iddiasını kamuoyuna pompaladılar ve dolayısıyla bu sürecin akamete uğrayacağı, bu dönüşüm sürecinin başarılamayacağı, bununla başa çıkılamayacağı gibi bir algı oluşturmaya çalıştılar. Bunun arkasında da büyük ölçüde Anayasa Mahkemesi’ne yapılmış olan itiraza ilişkin beklentiler vardı. Bekliyorlardı ki Anayasa Mahkemesi dershanelerin devamı yönünde bir karar verecek. Bunu sürekli hem kamuoyunda dershanelere yönelik talebi diri tutmak için, hem de Anayasa Mahkemesi üzerinde belli bir baskı oluşturmak için sistematik bir şekilde böyle bir algı operasyonunu sürdürdüler. Bunun sonucu olarak biz aslında dönüşüm sürecini aşamalı düşünmüştük ve işte birinci fazda, ikinci fazda, üçüncü fazda dönüşenler için her faza göre farklı teşvik paketleri öngörmüştük. Şimdi bakın çok enteresandır, bu iş, dönüşüm süreci 2 Haziran 2014’te, yani aşağı yukarı 1 sene önce başlatıldı. İlk elde 327 dershane dönüşüme başvurdu. Sonra bu kampanya başladı, çünkü o dönem aynı zamanda yeni kayıt alma dönemi, Anayasa Mahkemesi’nden bu iş dönecek, siz merak etmeyin, dershaneler devam edecek, dolayısıyla çocukları getirin. Bu kampanyanın bir neticesi olarak bizim tahminimize göre, ilk elde 327 olan başvuru daha sonraki fazda 240, bir sonraki fazda 182, düşüyor müracaat. 31 Aralık 2014’te biten üçüncü fazda 182. Sonra bu sene başında 2 Ocak’ta başladı dördüncü fazımız, bugüne kadar 885.
Artık Anayasa Mahkemesi’nden öyle de karar çıksa, böyle de karar çıksa bu illüzyon dağıldı, veliler bu konuda gerçekten ciddi manada bilinçlendiler, eğitim kamuoyu bu konuda gerçekten neyin ne olduğunu daha iyi anladı ve artık bunlar da bu dalganın önünde duramayacaklarını gördüler ve şimdi sıraya girdiler. Tabii biz de kendi mülahazalarımızı ilettik, hatta ben ayrıca sözlü savunma yapmak için de yani durumumuzu bir de ben geleyim sözlü olarak da orada anlatayım diye de müracaat ettik, ama bugüne kadar bir dönüş olmadı. Ama dediğim gibi, yani buradan ben farklı bir şey çıkacağını tahmin etmiyorum.
YÖK DÜZENLEMESİ ANAYASA MESELESİ
YÖK meselesi büyük ölçüde Anayasa meselesi. Bir kere daha vurgulamakta da fayda var, bizim yasama kültürümüzde maalesef şöyle bir yanlışlık var: Biz aslında bir yasayla halledilebilecek şeyleri Anayasa’ya ayrıntılı olarak yazmışız, yazıyoruz, geçmişteki uygulamayı söylüyorum. Yönetmeliklerle, yönergelerle, tüzüklerle yapılabilecek işleri yasalara yazmışız. Niye böyle yapmışız? Çünkü bizim anayasalar hep askeri vesayet dönemlerinde hazırlanmış ve anayasayı hazırlayan ve hazırlattıran askerler, ihtilalciler, darbeciler şöyle düşünmüşler: Yarın siviller gelir bu bizim yaptıklarımızı değiştirirler öyle sağlam kazıklara bağlayalım ki değiştiremesinler veya zor değiştirsinler. Kendi açısından mantıklı iyi bir tedbir almışlar ve o yüzden biz de işte yıllardır herkes şikâyet ettiği hâlde, herkes şurasından, burasından eleştirdiği hâlde, hatta fırsat buldukça şurasını, burasını değiştirdiği hâlde bütününe ilişkin bir düzenleme yapmak konusunda bir türlü gerekli yasal süreci başlatamadık. Niye? Çünkü YÖK’le ilgili yapılacak düzenlemeler Anayasa konusu ve Anayasa değişikliği gerektiriyor. Meclis’te de her şeye rağmen yeni bir Anayasa konusunda geçmiş dönemde bir ortaklaşma sağlanamadı maalesef. Sadece YÖK için değil veya yükseköğretim düzeni için değil ama pek çok konuda yeni bir Anayasa’ya ihtiyacımız olduğu çok açık. İnşallah önümüzdeki dönemde Anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla bunları da halledilecek.
ALİ DEMİR’E TEŞEKKÜR
Yeni ÖSYM Başkanımız bu konuların uzağında olmayan, YÖK Başkanımız daha önce Başkanvekili olarak veya Yönetim Kurulu üyesi olarak uzun yıllar orada görev yapmış arkadaşlarımız. ÖSYM’nin başına gelen arkadaşımız da ÖSYM yasasının hazırlanmasında emeği olan bir akademisyen. Hem onlara başarılar diliyorum, hem de onlardan önce görev yapan Gökhan Bey’e de ÖSYM’de görev yapan Ali Bey’e de yaptıkları hizmetler için gerçekten teşekkür ediyorum. Daha önceki başkanların da tabii bu konuda emekleri var, onları da hatırlamak lazım. ÖSYM özellikle YÖK de aynı durumdaydı çok da zor bir imajın üzerine geldiler. ÖSYM’de özellikle Ali Demir Bey kurumsal imajı çok yıpranmış, güvenilirliği ciddi manada tahrip olmuş bir kurumu çok kısa zamanda toparladı ve Ömer Bey’e de iyi bir miras bıraktı. İnşallah bundan sonrası daha da iyi olacak. Onların başlattığı birtakım çalışmalar vardı zaten, yani üniversiteye giriş düzeniyle ilgili, sınav sistemleriyle ilgili, sınav düzenlerinin nasıl yapılacağıyla ilgili ciddi çalışan bir ekip oluştu. O çalışmalar devam edecek. Şimdi bunu söylediğiniz zaman hemen bir cümleyi cımbızla çekip işte üniversiteye giriş sistemi değişiyor. Hayır, bunlar tedrici, yani kademe kademe olacak ve hiçbir öğrencimiz bir sürprizle karşılaşmayacak.
ÖĞRETMEN ATAMALARI AĞUSTOSTA
Şimdi öncelikle bu konuda Meclis’in gösterdiği dirayete teşekkür ediyorum. Millî Eğitim Bakanı olarak böyle bir kadro için Maliye Bakanlığımıza teşekkür ediyorum, tabi Başbakanımıza teşekkür ediyorum. Şimdi bunun 47 binin 47 bini de hemen atanacak diye bir şey söz konusu değil. İhtiyaçlara göre, yani branş bazında ve iller bazında hangi branşta, hangi ilde, ne kadar öğretmene daha ihtiyacımız var onların dökümü yapıldıktan sonra bir öncelik sırasına koyuyoruz ve ona göre atamaları yapıyoruz. Atama ağustos ayında yapılacak. Daha önce yapılmayacak.
ATAMALARDA POPÜLİZM İÇİNDE DEĞİLİZ
“Bu seçim yatırımıyla birlikte düşünülecek bir iş değil, dolayısıyla, öyle bir popülizm içerisinde değiliz. Zaten sadece bu alanda değil, hiçbir alanda bugüne kadar yani son 12 yıllık, 13 yıllık AK Parti iktidarında seçim ekonomisi uygulamadık. Seçime gidiyoruz diye yapmamamız gereken birtakım hovardalıkları tabiri caizse yapmadık, burada da aynı şekilde. Yani öğretmen atamalarının ne zaman yapılacağı belli zaten Temmuz başında KPSS sınavı yapılacak, o KPSS’ye girecek adaylar da Ağustos atamasını bekliyorlar. Şimdi Nisan’da olsun diyen arkadaşları ben anlıyorum, onlar da şu anda sınırda kalmış, mesela diyelim 1500 öğretmen almışız, o 1560’ıncı bir 100 kişi daha alınsa o da girecek, bunu anlıyorum, keşke öyle bir imkânımız da olsa. Ama onları aldığın zaman da bu sefer ondan sonraki 60’ıncı bir 100 kişi daha alınmasını isteyecek.”