Güncelleme Tarihi:
Taraf Gazetesi'nden Sümeyra Tansel'in sorularını yanıtlayan Şirin, "Merkezi bir sınavın kaldırılması için nasıl bir ön çalışma yapılması gerekir ? Bizde bu süreç nasıl oldu? sorularına şu yanıtı verdi:
Her ülkede bizdeki gibi öyle günde bir milyon insanın girdiği bir sınav yok. Mesela Amerika’da yok. Oradaki merkezi sınavın amacı öğrenci ölçmek değil. Öğretmeni ve okulu değerlendirmek. Örneğin New York’ta öğrencilerin sınavdan aldıkları puanların ortalamaları, eyaletteki diğer okullarla karşılaştırılıyor. Ve en düşük puanı alan 30- 40 okula “Bu öğrencileri eğitemiyorsunuz. Dolayısıyla yeniden başlayalım” deniyor.
“Yeniden başlayalım” deyince ne oluyor?
3Okul kapatılıyor. Yeni bir kadro göreve geliyor. Öğrenciler başka okullara dağıtılıyor, o okul bitmiş oluyor. Bir anlamda öğretmenler cezalandırılıyor.Peki öğrenciler için hiçbir sınav yok mu? Var. Ama bütün Amerika’da değil, sınavlar eyalet eyalet değişiyor. Bu sınavların bizden farkı ise uygulama odaklı olmaları. Öğrenciler sınav tekniğini öğrenmek için orada da kursa gidiyor ama yalnızca iki haftalık kurslar bunlar. Çünkü sınavlar ezber odaklı değil. Üstelik bir üst eğitim kurumuna geçiş için sınavlar tek kriter değil. Kriterlerden sadece bir tanesi. Bizde ise tek kriter. Yani çocuğun bilimsel çalışmalarının, içinde bulunduğu toplumsal hareketlerin hiçbir katkısı yok.
Liseye girişte merkezi sınav sistemi uygulayan başka bir ülke var mı?
Belki doğuda vardır ama Avrupa’da ve Amerika’da liseye girişte uygulanan merkezi bir sınav yok. Okulların kendi eleme sistemleri var. Ve bu eleme sistemlerinde asla ve asla tek kriter okuldaki başarı değil. Bizim konuşmamız gereken şey seçme değil, seçme sisteminin kriterinin ne olacağı. Sadece sınav mı, sınav artı başka değerlendirme kriterleri mi? Toplumsal sorumluluk projelerine katılım bir kriter olabilir mi? Ya da mesela çocuk çok iyi ressamdır, TÜBİTAK’tan proje başarı ödülü almıştır. Bizde böyle bir sistem deneniyor ama yeterli değil. Bizim eğitimdeki temel sıkıntımız, eğitime ait sorunlarımızın hiçbirinin eğitimden kaynaklanmıyor olması.
Neden kaynaklanıyor?
Merkezi otorite. Ankara’nın her şeye karar verecek konumda olması ve kendini öyle görmesi, yasal olarak da sistemin buna göre kurulmuş olması. Yani Ankara’da bir kişi bir sabah kalkıyor ve “Bundan sonra TEOG olacak” diyor. Bütün bu reformlar kararlaştırılırken bir ön hazırlık, fizibilite çalışması yok. TÜSİAD için “Veriye dayalı eğitim reformu” başlıklı bir rapor hazırlamıştık. 13 tane maddesi vardı. Birinci maddesi ise eğitimde reform yapma yöntemini değiştirmemiz gerektiğiydi.
Reform yapma yönteminde neyi değiştirmeliyiz?
Eğitimdeki değişiklikler hiçbir veriye dayanmadan tamamen ideolojik ya da günübirlik gerekçelerle yapılıyor. Eğitimin sürekli değiştirilmesi çok doğal çünkü insan değişiyor, değişen insana uygun eğitim ortamları sunmamız lazım. Fakat doğru olmayan bu değişikliklerin hiçbirinin veriye dayanmıyor olması.
Veriye dayalı reform derken neyi kastediyorsunuz?
Belirli aşamaları var. Önce tartışma ortamı olacak, yani toplumun farklı kesimlerinden fikir alacaksınız. Ve bu fikirlerin pilot uygulamasının yapılması lazım. Türkiye’de eskiden yapılıyordu. Şu an Türkiye’de çocuklarımız kobay olarak kullanılıyor. İşte 5,5 yaş skandalı yaşandı biliyorsunuz.
Okul öncesi eğitimde yapılan reformdan bahsediyorsunuz…
Evet. Bir yanlış hesaplamadan dolayı çocukları okula erken başlattılar. Göndermeyen ebeveynler rencide edildi. Ondan sonra ne oldu. Eski sisteme geri dönüldü. Ve o aradaki bir sınıf; öğretmen başına öğrenci sayısı anlamında müthiş dezavantajlı bir sınıf oldu. Şimdi yıllar itibariyle bunun daha çok etkisini göreceğiz. O sene okula başlayan birinci sınıf öğrencileriyle bir sürü sorun yaşayacağız. Bunlar ortaokula gelince de sorun olacak liseye gelince de.
Nasıl bir sınav uygulanmalı Türkiye’de?
Amerika’yı yeniden keşfetmemize gerek yok. Dünya’daki en iyi uygulamalara bakmak lazım. Dünya’da PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) ve TIMSS (Uluslararası Eğitim Başarılarını Değerlendirme Kuruluşu) diye iki uluslararası test var. Bu iki teste bakarak Türkiye’deki eğitim sistemini dünya eğitim sistemleriyle karşılaştırabilirsiniz. İkisi de ekonomik kalkınma kuruluşları tarafından yapılıyor.
Nedir PISA sınavı?
PISA, sadece çoktan seçmeli değil, açık uçlu soruların da yer aldığı bir sınav. Bu sınavı diğerlerinden ayıran özellik: uygulamalı sorular. Örneğin size bir harita veriyor ve diyor ki “Bu harita da şuradan, şuraya gitmenin en kısa yolunu göster” Yani matematiği biliyor musun değil, matematiği bir soruyu çözerken kullanabiliyor musun? Tamamen bilginin kullanımına yönelik bir test. Eleştirel düşünceyi, problem çözmeyi ve yaratıcılığı ölçüyor. Bunların hiçbiri bizde ölçülmüyor. Nerden biliyoruz çünkü bizim çocuklar PISA’ya girince sonuç ortaya çıkıyor. Bizim çocuklar tökezliyor sınavda.
PISA’dan aldığımız sonuç ne?
Son 12 yıldır yapılan 4 PISA testinin hiçbirinde ilk 40’ta yokuz. 65 ülke giriyor bu sınava bunların 33 tanesi OECD ülkesi, biz ise 46. sıradayız. OECD ülkeleri arasında ise sonuncuyuz. Çünkü bizim eğitim sistemimiz ezbere dayalı. Oysa öğrencilerimiz öğrendikleri hiçbir şeyi yarın hatırlamayacak. Hatırlasalar da bu bilgilerin çoğu işlerine yaramayacak. Çünkü 3- 4 yılda bir bilgi değişiyor. Yani sekizinci sınıf çocuğu 11’e geldiğinde burada öğrendiği çoğu bilgi işlevsiz olacak. Dolayısıyla bizim bu çocuklara bilgiyi değil, bilgiye ulaşmayı ve kullanmayı öğretmemiz lazım. Sınavların da bunu ölçmesi lazım çünkü sınav neyi ölçerse eğitim sistemi de kendisini ona göre organize ediyor.
Sınavlar nasıl şekillendiriyor eğitim sistemini?
Eğer sınavda yaratıcılığı, problem çözmeyi ölçerseniz sistem de ona göre değişir. OECD, PISA’yı Milli Eğitim Bakanlığı aracılığıyla yapıyor. Dolayısıyla PISA sınavları resmi verilerdir. PISA’nın problem çözme testine göre Türkiye’nin sadece yüzde 2,2’sinin en üst düzeyde problem çözme becerisi var. Şimdi yüzde 2,2’si problem çözüyor, yüzde 98’i problem üretiyor.
Problem çözmeyi bilmiyoruz yani…
Evet. Bu test insanların normal hayatta karşılaştıkları problemlere çözümler üretip üretmediğini soruyor. Haritayla, yol bulmayla ilgili sorular var. Bu testte başarılı olan ülkelerde inovasyon (yenilikçilik) yükseliyor. Yeni ekonomi ise yaratıcılığa, problem çözmeye, inovasyona dayanıyor. 2Ya dışarıda üretilenleri burada yapacaksınız ki o zaman da zengin olamıyorsunuz. Ya da yeni bir şey yapacaksınız. Bu da inovasyon, patent demek. Bizim eğitim sistemi yeni ekonomide ihtiyaç olan becerileri çocuklara kazandırmıyor.
PISA’nın yöntemi neden uygulanmıyor bizde?
Bizim sorunumuz eğitim sorunu değil. Türkiye’nin yönetim sorunu. İstanbul’daki bir parkın nereye olacağına Ankara karar veriyorsa herhalde testin nasıl olacağına da biz karar vermeyeceğiz. Daron Acemoğlu’nun “Ulusların Düşüşü” diye bir kitabı var. Orada tarih boyunca bazı ülkelerin zenginlik ve fakirlik nedenleri anlatılıyor. Kitapta bunları açıklayan bir mekanizma var o da “inclusive institutions” yani toplumdaki farklı fikirlere, toplumsal yönetime kurumlarla, hukukla katılma olanağı veren demokrasi.
Türkiye’de durum nasıl?
Bizde farklı fikir, tartışma deyince hoşlanılmıyor. Oysa şu inovasyon ekonomisinde “düzen, nizam” diyen bir sistemin yaşama şansı yok. Şimdi adam WhatsApp diye bir şey çıkarıyor, 53 kişi çalışıyor, 5 yıllık bir şirket ama 19 milyar dolar. 19 milyar dolar deyince Tüpraş, Türk Hava Yolları, Petrol Ofisi, Türk Telekom dördünü yan yana koy bunların hepsi bir WhatsApp etmiyor. İşte bunu düşünmek lazım. Nasdaq mesela…İleri teknoloji şirketlerinin alınıp satıldığı bir borsa. Sadece New York’ta var.Türkiye’nin ise Nasdaq’a kayıtlı bir tane şirketi yok.
Yakın coğrafyamızdaki ülkelerin var mı?
Yunanistan’ın 17, İsrail’in 70 şirketi var. Nasıl oluyor? Çünkü orada farklı fikirlerin yarışmasına, insanların tahayyül etmesine ödül veren bir eğitim sistemi var.
Ak Parti’nin iktidarı süresince eğitimde nasıl bir yol alındı?
Zaman zaman doğru şeyler oldu. Mesela Nimet Baş döneminde MEB’de okul öncesiyle ilgili ciddi atılımlar yapıldı. Sonra yeni bakan geldi topyekün silindi o reform girişimi. Dünyada eğitimle uğraşan herhangi bir uzmana sorun; çocuklar okul öncesinde bir ya da iki yıl çok kaliteli eğitim aldıkları takdirde lisede çok kaliteli eğitim vermenize gerek yok. Onlar zaten başarılı olurlar. Hatta Heckman isimli bir ekonomist, Nobel ödülü almıştır bu analizden dolayı. Okul öncesi eğitime yatırım yaptığınız zaman her 1 dolarlık yatırım 7 dolar olarak topluma geri döner. Geri dönüşü en yüksek yatırımdır.
Okul öncesi eğitime katılımda Avrupa’da nerdeyiz?
Yüzde 30’la son sırada. Bizim bir üstümüzdeki ülkenin katılımı yüzde 80’in üstünde. Okul öncesi eğitim almış biriyle diğeri arasında PISA’da 60 puanlık fark var. Bu 1,5 yıllık öğrenme demek. Yani okul öncesine giden ve gitmeyen öğrenciyi 15 yaşında lisede ölçtüğünüzde aralarında 1,5 yıllık bir öğrenme farkı olduğu görülüyor. Çok ciddi bir fark. Türkiye’de herkes kaliteli bir şekilde okul öncesine gitse, biz OECD ortalamasına geliyoruz. Yani PISA sıralamasında 46’dan belki 25- 28’inci sıraya geleceğiz. Hatta Amerika’yı yakalayacağız. Türkiye’nin geleceğine yapılacak en büyük katkı bu.