Güncelleme Tarihi:
Karnelerin anne-baba ve öğretmenlerce doğru okunması, doğru değerlendirilmesi ve doğru anlaşılması; karnenin işlevi açısından son derece önemli. Bu, öğrencinin ‘başarılı’ ya da ‘başarısız’ olarak etiketlendiği bir belge değil; çocuğun bulunduğu eğitim ortamında kendisinden beklenen bilgi ve beceri alanındaki yeterlilikleri ne derece gösterdiğine ilişkin bir değerlendirme olarak tanımlanabilir. Değerlendirmenin işlevi ise, bireye eksikliklerini göstererek gelişmesi için yapılması gerekenler üzerinde yönlendirebilmek olarak özetlenebilir. Yoksa bu karne anne-baba-çocuk-öğretmen ve diğer ilgililer arasında bir “suçlama-savunma” ya da “övünme-gurur” aracı değil.
Bu nedenle karneler sadece çocuk için değil; öğretmen, okul ve aile için de bir yol göstericidir. Çünkü çocuğun gelişimi ile ilgili olan herkes kendisine “bu yetersizlikleri gidermek için ne yapmalıyız” sorusunu sormalı. O halde karne, çocuğun eğitim sürecinde bir değerlendirme ve bilgi verme aracıdır, bu şekilde bize ne yapacağımız konusunda yol göstermeli. Anne-babalar çocuklarının karnesi üzerinden kendi ebeveynliklerini kanıtlama duygusundan vazgeçmeli!
Araştırmacılar ne diyor?
Karne, dönem sonunda verilir ve sonucu gösterir. Oysa biz eğitimciler için o sonuca giden yol/süreç ve sonucu etkileyen çevresel etkenler daha önemli. Amerika’nın Columbia Üniversitesi’nde psikoloji alanında yapılan bir araştırma (Mueller&Dweck) bize şunu gösteriyor: Çocukları, gösterdikleri “çaba” nedeniyle değil de elde ettikleri “sonuç” ve “zekâ” gibi yetenekleri üzerinden överseniz, kendilerini geliştirmeleri önünde bir engel oluşturursunuz! Çünkü yetenekleri üzerinden övülen çocuklar daha çok “sonuç odaklı” hale geliyorlar. Yetenekleri üzerinden övülenler, çabaları üzerinden övülenlere göre çok daha kolay pes ediyor, yaptıkları işten daha az keyif alıyorlar.
Genellikle “zekâ ve yetenekler”i genetik faktörlere bağlama eğilimi yüksekse de var olan zekâyı kullanma ve performansa dönüştürme, “motivasyon”a ve çevresel faktörlere bağlı. Çocuk eğer, “ne yapayım ben bu dersi yapamıyorum çünkü bu konuda zekâm/yeteneğim sınırlı” algısını geliştirirse çaba harcamaktan vazgeçebilir. Oysa çocukta “çalışırsam başarabilirim” algısı ile “çaba”nın önemi vurgulanmalı. Üstelik Psychological Science dergisinde yayımlanan bir araştırma sonuçları bize şunu gösteriyor: “Orta ve üst sınıf mensubu ailelerin çocukları arasındaki zekâ farklılıklarını genlerle açıklamak mümkün, ancak gelir düzeyi düşük ailelerin çocukları arasındaki zekâ farklılıklarının görülme nedeni ise çevresel faktörler.”
Virginia Üniversitesi’nden Eric Turkheimer’e göre, “Evde kaç tane kitabın olduğu veya öğretmenlerin ne kadar iyi olduğu; orta ve üst sınıf çocuklarından ziyade, alt gelir düzeyindeki ailelerin çocukları için daha fazla önem taşıyor.”
Velilere mesaj: Önce olumluyu görün!
Çağdaş psikoloji akımları içinde, günümüzde üzerinde en çok durulan yaklaşım olarak kabul edilen ‘Pozitif Psikoloji Kuramı’; insan davranışının olumsuz ve yetersiz yönlerini görmek yerine olumlu ve güçlü yanlarının üzerinde durulmasının olumlu etkilerine vurgu yapıyor: “Çocuğunuzun güçlü yönlerini görün, bunları övün ve kendine güven duymasını destekleyin, böylece yetersiz tarafları ile daha kolay başa çıkabilir.”
Çünkü bir sistemin çalışan ve işleyen tarafları, işlemeyen ve çalışmayan bölümlerini iyileştirebilme gücüne sahip. Soruna değil, “sorunun yaşandığı etkileşim bağlamına odaklanın!” Pozitif psikoloji kuramı çocuk ve gencin gelişimi için “bütün”e ve “etkileşim”e vurgu yapar.
Evet, çocuk/ergenin yetersizlikleri varsa, sorunları varsa, somut olarak karnede kırıklar varsa, o halde onun gelişimini etkileyen aile-okul-yaşadığı yer ve tüm sosyal çevresiyle etkileşimi bağlamında ele alınması gerekiyor.“Sorun nerede, kimde? “diye sormak yerine “neyi düzeltirsek, farklı ne yaparsak, etkileşimleri nasıl geliştirirsek çözüme ulaşırız?” sorusu doğrultusunda ilerlemeyi öneriyor. Diğer bir ifade ile bu yaklaşım, “soruna değil, çözüme odaklanın” yaklaşımını benimsiyor. “Sorunun ortaya çıktığı bağlamı değiştirin, yanlış etkileşimleri değiştirin ve olumlu yanları güçlendirin” mesajlarını uygulamaya sokuyor.
Yoğunlaştırılmış kurslardan kaçının!
Tatil, çalışmak için değil, dinlenmek içindir! Anne- babalar, çocuklara ders döneminde koydukları “kısıtlamaları” uygun şekilde genişletmeliler. Yatma-kalkma saati, televizyon izleme, on-line olma, oyun oynama süreleri çocuğun istekleri doğrultusunda “kontrollü olarak” artırılmalı. Çocuğun fiziksel olarak enerjisini boşaltacağı aktiviteler, sosyal etkileşimler, spor ve oyun etkinlikleri teşvik edilmeli.
Tatil döneminde “yoğunlaştırılmış kurslar ile sınava hazırlık”, “kısa süreli yoğun ders programları” vb. zihinsel etkinlik programlarından kesinlikle kaçınılmalı! Çünkü zaten dönem içinde sol beyin aktif olarak kullanılıyor. Bu nedenle tatilde sağ beyin aktiviteleri tercih edilmeli. Bunlar da duyguları harekete geçirici etkinlikler ve kültür-sanat etkinlikleridir. Burada önemli mesajımız şu: Beynin her iki yarı küresi (sol ve sağ) birlikte gelişirse öğrencinin hem akademik başarısı, hem de psiko-sosyal gelişimi daha başarılı oluyor. Çünkü sol beyin “araçsal”, sağ beyin “amaçsal”dır, bu nedenle sağ beynin sol beyni denetlemesi gerekiyor. Tatil, sağ beynin aktif olacağı mükemmel bir zaman dilimi!