Güncelleme Tarihi:
Kısa süredeki bunca güncelleme yeni sistemin olası sonuçları hakkında bir öngörü çalışmasının da yapılmadığının bir işareti. Keşke ilk duyurulduğu gün bu sistem bir taslak olarak kamuoyu ile paylaşılsaydı ve toplum kesimlerinden gelen taleplere göre nihai şekli verilseydi. YÖK’ün bu konuda aceleci davrandığı ve taktik hatası yaptığını kabul etmesi gerekiyor.
DEĞİŞİKLİĞE İHTİYAÇ VAR MIYDI?
Elbette vardı. Yarım asırlık merkezi sınavlar tarihimizde sistemler hep eleme usulüne göre kurgulandı. Sınav ve yerleştirme sistemlerinin her aşaması aday öğrenciyi eleye eleye ilerleyen nitelikteydi. Kontenjanın az, adayın çok olduğu yıllarda bu gerekliydi belki ama artık kontenjanla liseden mezun olan aday arasında korelatif bir dengeden bahsedebiliyoruz. En son yıl liseden mezun olup sınava giren ve puanı hesaplanan aday sayısı 927 bin idi. Mezun adaylarla birlikte sınava toplam başvuru 2 milyon 265 bini buldu. Yine en son yılın kontenjanı ise sınavla 1 milyon 104 bin, özel yetenekle de 26 bin 648 olmak üzere toplamda 1 milyon 130 bin kadardı. Buna rağmen sistem son tahlilde kontenjanın 322 binini doldurmayı başaramadı. Yani bu bile tek başına sistemin değişiklik zamanının geldiğinin en önemli kanıtı.
ÜLKE GERÇEĞİNİ DİKKATE ALMAK!
YÖK yeni sistemi kurgularken eski alışık olduğumuz modellerden esinlenmek yerine dünya ölçeğinde kullanılagelen sınav sistemlerine öykündü sanıyorum. Amerika’da akademiye girişte bir referans olarak kullanılan SAT’nin (Scholastic Aptitude Test’in) kurgulanan yeni sistemde izleri olduğunu gördük. Uluslararası geçerliği olan bir testin benzerinin düşünülmesi elbette olumlu belki ama ülke gerçekliğinin de dikkate alınması gerekiyor.
ORTAÖĞRETİM SINAV SİSTEMİNDEN BESLENİYOR
Bizde ortaöğretim sistemi ile akademiye geçiş arasında organik bir göbek bağı var. Yıllardan beri bu bağ daha da güçlendi. Ortaöğretim okulları bu ihtiyacı yeterince karşılayamıyor diye öğrenciler yıllarca hafta sonlarını dershanelerde kurslarda geçirdiler. Dershane ve kursların kapatılması ile birlikte okullar da eğitim formasyonlarında sınavın baskın karakterine ayak uydurma gereği hissettiler ve ortaöğretim sistemimiz sınav sistemi ile genetik bir doku uyumu yakaladı. Eğitim bilim ve pedagoji ilkeleri açısından sakat bir durum ama piyasa koşulları ne yazık ki kendi gerçekliği ile yüz yüze bırakabiliyor sizi.
İşte yeni sınav sistemi Türkçe ve Matematik ağırlıklı kurgulanınca olan oldu. Sınavda olmayan ya da etkinliği düşürülen bir dersin okulda varoluş mücadelesi vereceği bir sürece girdik.
Öte yandan sınav sisteminin ortaöğretimi teşvik edecek yapısal özellikler içermesi de isteniyordu. İşte yeni sistem bu açıdan da zaaf yarattı. Öğrenci “ben bu dersi niçin görüyorum” sorgulamasına başladı ve okula olan ilgiyi daha ilk günden zaafa uğrattı.
Ortaöğretim ders yapısı ile uyum içermeyen sistemler bizde kalıcı olmuyor. Ortaöğretim sistemimiz sınav açısından iki temel ders grubundan oluşuyor. Birincisi ortak dersler dediğimiz her lise türünde gösterilen temel dersler, diğeri ise lise türüne ve öğrenci ilgisine göre değişen seçmeliler. Bir de meslek dersleri var ki bunların merkezi sınavlarda bir karşılığı yok.
Temel Yeterlilik Testi (TYT) sadece Matematik ve Türkçe ile sınırlanınca ortak derslerin tamamı açığa düştü. Özellikle meslek liseli öğrencilerin sınav adına gördükleri dersler sadece bunlardan ibaretken, bunların önemli bir kısmının sınav içeriğinde yer almayacak olması büyük tartışma yarattı. Sistem tasarımcılarının bu ayrıntıyı es geçmemeleri gerekiyordu.
9 KASIM’DAKİ GÜNCELLEMELER NELER?
İşte 9 Kasım tarihli son güncelleme buradaki sorunu gidermeye yönelik bir değişiklik. TYT sadece Matematik ve Türkçe derslerinin sorularından oluşmayacak, aynı zamanda Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler adı verilen bilim dallarından da az sayıda da olsa soru yöneltilecek. Az sayıda çünkü YÖK’ün Türkçe ve Matematik becerisini öncelemeye hala devam ettiğini görüyoruz. Yanlış değil bu.
9 Kasım tarihli bir diğer güncelleme ise sınav uygulama takviminde yapıldı. Sistemin ilk sunumundan itibaren inatla sınavın iki oturumunun tek günde yapılması vurgusu yapılıyordu. Sınavı tek günde bitireceğim inatlaşmasından başka bir şey değildi. Bunun pedagojik olarak sorunlu bir takvim olduğunu ilk günden itibaren gündeme getirdik. Sabah oturumunda demoralize olan bir adayın öğleden sonraki sınava bu moral bozukluğu içinde girecek olmasının sakıncalarından bahsettik hep. YÖK burada da hata da ısrar etmedi ve sınavın ikinci oturumunu cumartesi öğleden sonradan alıp pazar sabahına kaydırdı. Bunu da destekliyorum.
FARKLI NE GETİRİLDİ?
Açıkçası yeni sistemin eskisinden farkı, sınavın uygulama zamanının değişmesi ve içeriğinin soru sayıları ve puan türü itibariyle daraltılması. Zaten süreç başlayıp ilerlerken yapılan radikal bir değişiklik adaylar açısından büyük sorunları da beraberinde getirirdi. İlk açıklanan hali bu tarz radikallikler içeriyordu. Son güncellemelerle birlikte daha rasyonel bir çerçeveye oturdu.
Köklü değişiklik içeren sistemlere uzun soluklu çalışmalarla geçmek gerekiyor. Ülkede sınav da değişir, sistemde. Yeter ki zamanı ve zemini iyi kontrol edilip ölçülebilsin. Eğer aynı yıl uygulamayı düşündüğünüz bir değişiklik planlıyorsanız burada küçük revizyonlarla ilerlemeniz gerekir. Köklü değişikliklere uzun vadede ve uzun arayışlarla geçmeniz gerekir. Günübirlik değişiklikler bu boyutta kalmak zorundadır.
Sistem en son güncelleme ile birlikte nihai noktaya ulaştı mı diye sorulacak olursa kişisel kanaatim henüz daha evrimini tamamlamadığı yönünde. TYT’ye Fen ve Sosyal derslerinin de gelmesi ile birlikte tek puan türü hesaplamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Öte yandan YKS’de dil ile birlikte 4 puan türü olması da sakıncalı durumlardan birisi. Öğrenci ilgi ve yeteneklerinin puan hesaplamalarına kısmen de olsa yansıtılması gerekiyor.
Eskiden 18 puan türü adayları gereksiz bir sınıflandırmaya tabi tutuyordu ama yapılan yenilikle bunu 5 ile sınırlandırmanın da çok toptancı bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. TYT için Sözel, Sayısal ve EA olmak üzere 3, ikinci oturum içinde Fen ve Sağlık Bilimleri, Mühendislik Bilimleri, İktisadi Bilimler, İnsan ve Toplum Bilimleri, İletişim ve Sosyal Bilimler ile Dil Bilimleri gibi 6 puan türünün işi gayet net göreceğini ve kavram kargaşasına da yol açmayacağını düşünüyorum. Böylece hukuk EA ile mi alacak Sözel ile mi alacak kaosunu da bitirmiş oluruz.
OBP HALA BÜYÜK BİR SORU İŞARETİ
Sistemin şimdiye kadar hiç vurgu yapılmayan bir kara deliğine daha dikkat çekmek isterim; OBP, yani Ortaöğretim Başarı Puanı. Öncelikle bunun hesaplama yöntemi sorunun başında geliyor. Diploma notu çarpı 5 şeklinde yapılan bir hesaplama doğru değil. Üstelik diploma notları ile ilgili spekülasyonların ayyuka çıktığı bir dönemde. Bir de bu sübjektif puanın eklenme oranının da yeniden ele alınması gerekiyor. Yeni sistemde 1 puan eskisinden daha büyük anlamlar ifade ediyor. OBP ile bir aday 30 ile 60 arasında puan elde ediyor ki adil dağılım olsa sorun değil ama adil dağıtılmadığına dair yoğun kamuoyu algısı var. Bu konunun da enine boyuna masaya yatırılması gerekiyor. Hem hesaplama yöntemi hem de katkı bakımından.