Güncelleme Tarihi:
Üniversite bitince sınav konusu yaşamdan çıktı sanılmasın. Yüksek lisans veya doktora yapmak isteyenler ya da bir kamu kurumunda çalışmak isteyenler için de bolca sınav var. Sınavların hepsi çoktan seçmeli değil, ancak yaşamsal önemde olanların hepsi test. İyi bir orta öğrenim almak isteyenlerin, üniversiteye ve kamu kurumuna girmeye çalışanların, lisans üstü eğitime devam edecek olanların hayatlarında şıklar var. Yaşamsal olan bu sınavlar, birer eleme sınavı. Yani en doğru şıkları bulup işaretleyenlerin en başarılı sayıldığı sınav türü.
Sürekli sınayıp durduğumuz, yüzlerce test çözdürdüğümüz ve sonunda da başarılı olanlara diplomalarını verip işe aldığımız gençlerimiz mükemmel olmalılar değil mi?
Değil.
Öncelikle belirteyim, bu kadar sınavın olması gençlerin ruh sağlıklarında büyük tahribata neden oluyor. Başarı ve başarısızlık nedenleri birkaç soruda yanlış şık işaretlemeye bağlı olduğundan hangi konuda iyi, hangi konuda kötü olduklarını çok geç öğreniyorlar. Kısacası başaran ne başardığının, başaramayan da neyi başaramadığının bilincinde olmuyor. Bu arada ailelerin de ruh sağlığı bozuluyor. Onlar da sınavla yatıp sınavla kalkıyorlar. “Kaç” sorusu aile içinde en çok sorulan soru oluyor. “Kaç aldın, falancanın çocuğu kaç aldı, kaç neti var, kaçıncı girdi ve tabi kaç para?” Sınav süreçleri pahalı olduğundan aileler ayrıca kürekle para harcadıkları için de bunalıma giriyorlar.
Sınavların bir diğer boyutu, sınav sisteminin yakın takibiyle ilgili. Sürekli değişiyor. Sınavların tarzı, yöntemi değişiyor, sınavla girilen kurumların alış biçimleri değişiyor, oradan oraya geçiş imkanları değişiyor. Dolayısıyla sistemi öğrenme konusunda her nesil ayrı bir sınav vermek zorunda kalıyor.
ÖRNEK BİR SORU
Özellikle üniversiteye giriş sınavlarında amaç öğrenilenlerin test edilmesi değil de eleme olduğundan, gençler hiçbir mantık ve değerlendirme süzgeci kullanmadan, araştırma süreci yaşamadan yanıt kağıdını doldurmaya konsantre oluyorlar. Mesela 2011 Lisans Yerleştirme Sınavı Coğrafya-1 testinde bir soru var; aynen şöyle:
“Nicelik ve nitelik bakımından nüfus değişmelerini etkileyecek bilinçli önlem ve uygulamaların bütününe nüfus politikası adı verilir.
Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar olan süre içinde aşağıdakilerden hangisine yönelik nüfus politikası uygulanmamıştır?
A) Ana çocuk sağlığı çalışmalarının hayata geçirilmesine
B) Nüfusun artırılmasına
C) Nüfusun niteliğinin iyileştirilmesine
D) Nüfus artış hızının azaltılmasına
E) Nüfusun kentlerde toplanmasına”
Bu soruya doğru yanıt veren bir gencin 1923’ten günümüze tüm hükümetlerin nüfus politikalarını incelemiş olduğu, hatta üzerine tez yazdığı varsayılır. Tabii ki öyle değil, yanıt “verili”. Hal böyle olunca da, gençler “neden?” sorusu sormayı akıllarına getirmezler, zaten neden yanıtın ‘E’ olduğuna dair araştırma yapmaya zaman da yoktur, derhal diğer soruya geçilir. Bu arada doğru yanıtla ilgili kişisel kuşkularım olduğunu da belirtmeliyim.
Projektif testler
Bir örnek daha verelim. Bu kez soru, 2011 Lisans Yerleştirme Sınavı-Felsefe Grubu’ndan
Projektif testler, kişinin, çok farklı şekillerde yorumlanabilecek belirsiz uyarımları kendi özelliklerine, davranış eğilimlerine, bilinç dışı korkularına, arzularına, fantezilerine, beklentilerine vb. göre algılayıp yorumlayacağı ilkesi temelinde mürekkep lekeleri, belirsiz şekiller, eksik cümleler, oyun malzemeleri vb. gerekçelerle yürütülen ve standart bir biçimi olmayan test tekniklerinin ortak adıdır.
Buna göre projektif testler, bireyin aşağıdaki özelliklerden hangisiyle ilgili olarak kullanılır?
A) Zeka B) Kişilik C) Bilgi düzeyi D) Mesleki yetenek E) Öğrenme kapasitesi
Öncelikle belirtelim, yanıt B. Bu soruyu anlayıp birkaç saniyede yanıt vermeyi becermiş ve iyi de bir üniversitenin sosyal bilimler alanındaki bölümlerden birini kazanmış genç, bugün ya 3’üncü ya da 4’üncü sınıftadır. Ve 2014 yılında yapılan bir sınavda “İbni Haldun’a göre Ekim Devrimi, bu durumun bir sonucuydu.....” diyen öğrencinin de yukarıdaki teste doğru yanıt verenlerden birisi olma ihtimali yüksek.
Gençleri eleştirmeye hakkımız yok
Bu denli engin, karmaşık, zor ve çeşitli soruların olduğu sınavları aşıp geçen gençlerin daha sonraları en basit sorulara yanıt veremediklerini görmek gerçekten çok üzücü. Bir kısmı sağını solunu bilmiyor mesela. Gerçi benzer durumlar hocalar için de söz konusu ya, neyse.
Elemeye dayalı sınavlar bu tarz olduğu sürece ve bu sınavlardan da bolca olduğu sürece gençleri eleştirmeye fazla hakkımız olduğunu sanmıyorum. Anaokulunda bile el yetenekleri gelişsin diye verilen ‘ev ödevleri’nin anne-babalar tarafından yapıldığını düşünürsek, gençlerin düşünce süzgeçlerinin neden çok geniş delikleri olduğunu anlayabiliriz.
Rekabet büyük, iyi okullara girmek giderek zorlaşıyor. Garip ama o zor girilen okullardan kolay çıkılıyor. Sürekli ek sınav hakları, aflar falan oluyor, bir biçimde herkes diploma almayı beceriyor. Zor olan girmek. Bu durum anneleri birer keskin savaşçıya dönüştürüyor, gençleri üzgün ve sivilceli hale getiriyor, babaları da maliye uzmanı yapıyor. Sonra da, “Neden Türkiye’de insanlar sinirli, kimse kimseye selam vermiyor, herkes bağırarak konuşuyor?” diye soruyoruz.