Güncelleme Tarihi:
Son 12 yılda öğrenci sayısının üç kat, öğretim elemanı sayısının 2 kat arttığını, okullaşma oranının ise yüzde 80’e ulaştığını belirten YÖK Başkanı Saraç, “Böylece Yükseköğretimimiz, ‘Kitleselleşme Sonrası’ veya ‘Üniversal Aşamaya’ ulaştı. Bu oranla Türkiye, Avrupa’nın birçok ülkesini geride bıraktı. Büyük ve kompleks bir yükseköğretim sistemine sahibiz. Türk yükseköğretim tarihini yazacak olan gelecek çağın tarihçileri, 2003-2015 yılları arasındaki dönemi yükseköğretim tarihimizin olağanüstü başarılı sıçrama yılları olarak nitelendirecekler dedi.
İstanbul’da Vakıf Üniversiteleri Birliği tarafından düzenlenen ‘EDU SUMMIT – II. Eğitim Zirvesi’ne katılan Prof. Dr. Saraç şöyle devam etti:
“Bununla birlikte, yükseköğretimdeki bu büyüme, etik ve kalite başta olmak üzere birçok sorunu da beraberinde getirdi. Peşinen söyleyelim, yükseköğretimde kalite konusunda sorumluğu paylaştıran yeni bir kurguya ihtiyacımız var. Türkiye’de en çok üzerinde durulan ve önemine dikkat çekilen konulardan biri yükseköğretimde ‘kalite’ meselesidir.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) aslında kalite güvence sisteminin birçok işlevini sürdürmeye çalışıyor. Ancak bugün gelinen noktada; mevcut sistem ile entegre olan, kalite değerlendirme sonuçları ile yükseköğretim kurumlarına yapılan kamu desteklerinin ilişkilendirilmesini sağlayan bir sisteme ve sonuçlarının kamu ile paylaşıldığı yeni bir yapıya, oluşuma ihtiyaç var. Günümüzde çeşitli saiklerle bütünüyle bağımsız kalite kurumundan söz ediliyor. Kalite değerlendirmesi süreçleri, nihai noktada aldıkları kararlar da dahil, elbette bağımsız olmalı. Kalite güvence sisteminin kurulması, süreçlerinin tanımlanması, denetlenmesi ve kalite sonuçlarının kamu destekleri ile ilişkilendirilmesi ve kamu adına kalite güvence sisteminin akredite edilmesi gibi fonksiyonları yapacak veya bir başka ifade ile YÖK’ün almış olduğu kararları da bir ölçüde değerlendirecek, çıktı kontrolü yapacak bir kuruma ihtiyacımız olduğunu başkan olarak atandığımız günden itibaren sürekli tekrarlıyorum. Bu fonksiyonu ya YÖK üstlenecek veya ikinci bir kurumun kurulması gerekecektir.”
‘Kalite Kurulu’ için gereken adımları atacağız
Anayasa’da, YÖK’e “yükseköğretimi planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek” görevleri verildiğini ve bu nedenle YÖK’ün devredilmesi ya da bir başka yapı tarafından paylaşılmasının mümkün olmayan yetkiler olduğunu hatırlatan Başkan Saraç, “Diğer taraftan şu gerçek de var, günümüzde YÖK başlangıç kriterlerini koyuyor, kendi aldığı kararların kalite ilişkili değerlendirilmesini yine kendisi yapıyor. Bu durum içinde bulunduğumuz şartlar dahilinde ilanihaye sürdürülemez. Bunun için biz istiyoruz ki çıktı kontrolünü yapan, bizimle ilişkili ama paydaşların, yani alakadarların yer aldığı bir kurul oluşturalım. Aslında bu sorunun çözümü iki yolla mümkün. İlki Anayasa normunda düzenlemeler yapmak. Diğeri de uygulamalar ile bunu gerçekleştirmek. Söyledik yine söyleyeceğiz. Yapılması gerekenler için yasal değişiklikleri bekleme, yasalardan şikayet etme üslubumuz ve usulümüz değil. Dolayısıyla bu konuda ikinci yolu benimseyerek adım atmak istiyoruz. Üniversitelerin hem kurumsal yapıları hem de programlarını değerlendirecek, yasalar gereği YÖK ile ilişkili, ama ona bağlı olmayan bir ‘Kalite Kurulu’nun oluşturulması için belirlediğimiz iş takvimine göre gereken adımları yakında atacağız” diye konuştu.
Eğitimde hep ‘taklit’ yapıyoruz
“Yükseköğretimde değişiklikler yapılması gündeme geldiğinde hemen bakışlarımızı dışarıya yöneltiyoruz. Kanaatimizce eğitim öğretim konusunda başka ülkelerin modellerinden sınırsız bir şekilde yararlanmalı, ama olduğu gibi aktarma yoluna gidilmemeli” diyen Başkan Saraç, her ülkenin birbirinden farklı sistemi, sosyolojik ve kültürel yapısı olduğuna dikkat çekerek şöyle devam etti:
“Üç asra yakın bir zamandır ülkemizin eğitim tarihinde etkin olan, belirleyici olan maalesef ‘taklit’tir. Önce eskinin taklidi. Daha sonra da yeninin taklidi. Yeninin taklidi; Fransa, Almanya ve son olarak Amerika yükseköğretimlerinin taklidi. Ve bunun sonucu bilgi toplumu kavramında da gördüğümüz gibi bilginin kutsallığının dışlandığı, bilginin ticarileşmesini bilginin biricik fonksiyonu, hatta erdemi olarak kabul eden ve ettiren anlayışın taklidi.”
Üniversite cümle kurmanın öğretildiği mekan değil
Üniversiteye giriş sınavlarına da değinen Başkan Saraç, özetle şunları söyledi:
Üniversiteye giriş sistemi de dahil eğitim öğretimde, mevcudun bilimsel bir analizi yapılmadan daha iyi olabilir düşüncesi ile sistem değişikliklerine gitmenin sakıncalı olduğunu düşünüyoruz. Bununla birlikte mevcut sistemin bir değerlendirme çalışmasının yapılma vaktinin geldiğini de kabul ediyoruz.
Üniversite cümle kurmanın, dört işlemin veya yabancı dilin öğretildiği bir mekan değildir. Eğitim öğretimin kompartımanlara bölünmeden bir bütün halinde değerlendirilip Türkiye’nin bu konudaki hedeflerinin ortaya konması ve Bakanlıkların ve YÖK gibi kurumların buna göre hareket etmeleri gerekiyor. İyi bir lise eğitimi yükseköğretimin niteliğine doğrudan olumlu istikamette tesir eder, elbet aksi durumun da yükseköğretime yıkıcı etkileri vardır. Üst düzey bir lise eğitimi, aynı düzeyde bir yükseköğretim ile ancak hedefine ulaşır. Aynı şekilde keyfiyeti, niteliği düşük bir lise eğitimi olduğu yerde de başarılı bir yükseköğretimden bahsedilemez.
1 milyon öğrencinin neden fen bilimleri testini çözmediğini inceliyoruz
Üniversiteye giriş sisteminin bir değerlendirme çalışmasının yapılmasının vakti geldi. Sistemin köklü bir değişikliğe gitmeden daha yalın hale getirilmesinin mümkün, belki de yararlı olacağı düşünülebilir. Biz bu sene sınav öncesi üniversiteye giriş sistemi ile ilgili herhangi bir açıklama yapmanın çok yanlış olacağını düşündük ve bir açıklama yapmamaya özen gösteriyoruz. Ama bu tutumuz, Yükseköğretim Kurulu olarak bu konuyu çalışmadığımız anlamına gelmemeli. Bugünlerde YGS sınavlarında fen bilimlerinde 1 milyon kişinin müfredattan çıkan soruların bulunduğu sayfaları çevirmemesinin kök nedenlerini ortaya koyacak bir “bilimsel inceleme” başlattığımızı burada söylemek isterim. Bu çalışma ve sonuç raporu belki giriş sistemini lise eğitimiyle birlikte tekrar düşünmemizi gerektirebilir.
Üniversiteler sancılı bir süreçten geçti
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ise, Türkiye’de üniversitelerin sancılı bir süreçten geçtiğini belirterek, “2004’te yeni bir üniversite yasası kurmak üzere Üniversitelerarası Kurul’la yaptığımız ve benim de Başbakan Danışmanı olarak katıldığım toplantılarda, o dönemdeki rektörlerimizin bize ne söylediklerini hatırlıyorum. Ancak toplantılardan çıktıktan sonra Kara Kuvvetleri Karargahı’nda konuştuklarını da daha sonra yayınlanan hatıralardan okuyoruz” dedi.
Geçmişi çok fazla karıştırmadan, bundan sonraki döneme bakmakta fayda olduğunu aktaran Avcı, “Gelinen sürecin ardından, bugün burada konuşacaklarımızın bunlarla ilgisi yok. Artık, ideolojik saplantı olmadan, üniversiteyi ve eğitimi konuşabiliyoruz. Önümüzdeki dönemde burada dillendirilecek sorunları çözmenin yollarını hep birlikte yeniden konuşacağız” değerlendirmesinde bulundu.