Güncelleme Tarihi:
2006’dan 2012’ye kadar geçen altı yıl içinde Türk öğrencilerin aldıkları puanlar yükselmiş, fakat dünyadaki sıralamamız ilerleyememişti. 2015 sınavının sonuçları ise beklenenden de kötü geldi: Hem puanlarımız, hem de sıralamamız düştü.
2015 PISA sınavına 70 ülke ve bölgedeki 540 bin öğrenci katıldı. Bu yılki testin ana teması fen idi. Bu yıl ilk defa (seçmeli olarak) grup çalışması ile problem çözme ve finansal okuryazarlık testleri yapıldı. Fende OECD ortalaması 493 oldu. Singapur 556 ile en yüksek puanı aldı. En yüksek puanlı diğer dört ülke ise Japonya, Estonya, Finlandiya ve Kanada oldu. OECD öğrencilerinin yüzde 79’u fen okuryazarlığında yedi seviye arasından temel okuryazarlık seviyesi olarak nitelendirilen ikinci seviye veya üzerinde sınıflandırıldı, yüzde 7.7’si ise yedi seviyenin en üst iki seviyesinde sınıflandırıldı ki; bu seviyeyi geleceğin akademisyenlerinin, bilim insanlarının, mühendislerinin, tekno-girişimcilerinin çıkabileceği düzey olarak yorumlamak mümkün.
Türkiye’nin fen karnesi ise içler acısı. OECD ortalamasının 493 olduğu fende Türkiye 425 puan ile 70 ülke arasında 50’nci oldu ve 35 OECD ülkesi arasında ise sadece Meksika’nın önünde yer aldı. 2012’de arkamızda olan Şili önümüze geçti. Geçen sınavdaki (2012) fen puanımız 463 idi ve her iki senede de fen sınavını alan 63 ülke arasında en büyük düşüşü (38 puanlık düşüş) biz yaşamışız. Ortalama puandaki düşüşten daha ürkütücü bir bulgu ise, fen okuryazarı olmayan öğrenci oranımızın, sınava giren öğrencilerin neredeyse yarısı (yüzde 44.5) olması. Beni en çok kaygılandıran bulgular ise fende en üst iki seviyede olan öğrenci oranımızın sadece yüzde 0.3 (yani OECD ortalamasının 25’te biri) olması ve en üst seviyede hiç öğrencimizin olmaması.
Temel okuryazarlığı olmayan öğrenci oranı yüzde 40
OECD ortalamasının 493 olduğu okuma sınavında Türkiye 428 puan ile 70 ülke arasında 50’nci oldu ve 35 OECD ülkesi arasında ise yine sadece Meksika’nın önünde yer aldı. 2012’de arkamızda olan Şili önümüze geçti. Okuma puanımızdaki ortalama trend (2009’dan bu yana 3 yıllık değişim) negatif (-18) ve bu değer istatistiksel olarak anlamlı. Negatif trendi bizden daha kötü olan sadece 2 ülke bulunuyor. Geçen sınavdaki (2012) okuma puanımız 475 iken bu sınavda 47 puanlık bir düşüş oldu. Temel okuryazarlığa (seviye 2) sahip olmayan öğrenci oranı OECD’de yüzde 20 iken Türkiye’de yüzde 40.
OECD ortalamasının 490 olduğu matematik sınavında Türkiye 420 puan ile 70 ülke arasında 49’uncu oldu ve 35 OECD ülkesi arasında ise yine sadece Meksika’nın önünde yer aldı. 2012’de arkamızda olan Şili ve Slovakya önümüze geçti. 2012 sınavında 448 puan alan Türkiye, 2015 sınavında 28 puanlık bir düşüş yaşadı. Bu düşüşün 10 puanı sınavın ölçeklenmesinde yapılan değişikliğe bağlanıyor, fakat puandaki düşüş istatistiksel olarak anlamlı. Matematik puanı bizimkinden daha fazla düşen sadece bir ülke var. OECD ülkelerinde öğrencilerin yüzde 78’i matematik sınavında ikinci seviye veya daha üzerinde sınıflandırılıyor ve matematik okuryazarı kabul ediliyor. Bu oran Türkiye’de ise yüzde 48.6. Yani, sınavı alan öğrencilerimizin yarısından fazlası modern topluma tümüyle katılabilmek için gereken temel matematik becerilerinden yoksun. Bence daha kaygı verici bir bulgu ise, en üst iki düzeyden birisinde olan öğrenci sayımızın 2012 sınavı ile kıyaslandığında yüzde 5.9’dan yüzde 1.1’e düşmüş olması, ki bu çok ciddi bir düşüş. OECD raporunda Türkiye’nin matematik sınav sonuçlarındaki bu gerilemelerin özellikle altı çizilmiş.
Sonuçları olumlu okumak mümkün değil
Verilen üç sınavın en az birinde en üst iki seviyeye çıkabilen öğrenci oranında, OECD ortalaması yüzde 15.3. Türkiye bu sıralamada 70 ülke arasında yüzde 1.6 ile 59’uncu oldu. Yani en başarılı öğrenci oranında, OECD’nin 10’da biri düzeyindeyiz. Üç sınavda birden ikinci seviyeye bile ulaşamayan (yani tüm alanlarda temel okuryazarlık seviyesinin altında olan) öğrenci oranında OECD ortalaması yüzde 13. Türkiye bu sıralamada 70 ülke arasında yüzde 31.2 ile 51’inci. Yani ülkemizdeki 15 yaş grubunun neredeyse 3’te biri, hem fen, hem matematik, hem de okumada temel okuryazarlık seviyesinin altında. Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençliğin 3’te biri temel okuryazarlık becerilerine sahip değil!
Veri okumayı bilen rasyonel birisi için, ne kadar iyimser olursa olsun bu sonuçları olumlu olarak değerlendirebilmek maalesef mümkün değil.
Beni sonuçlardan daha çok kaygılandıran konu Milli Eğitim Bakanı’nın demeci oldu. Sayın Bakan, sınavda en başarılı öğrenci gurubumuz olan fen lisesi öğrencilerinin ortalama puanlarının dünya üçüncüsü olan Estonya seviyesinde olduğunu belirtti ve ortalama puanı düşürenlerin mesleki ve teknik liseler olduğunu vurguladı. Bir ülkenin en başarılı grubunu başka ülkelerin ortalamaları ile kıyaslamak en hafif tabiri ile yanıltıcıdır. Bunu bir kenara bırakırsak, bu sonuçlar ışığında dünya standartlarında öğrenci yetiştirmeyi hedefleyen bir ülkenin fen lisesi sayısını artırması beklenir. Fakat aynı Bakan bundan iki ay önce, son 10 yıl içinde sayısı iki misline çıkarılmış olan meslek lisesi sayısının tekrar artırılacağını söyledi.
Düşüşü sorgulamamız gerekiyor
Açık yüreklilikle bakıldığında, Türkiye’den yüksek PISA puanları beklemek adil değil. OECD’nin en fakir ülkelerinden birisiyiz, anne-babalarımızın eğitim seviyesi düşük, öğrencilerin çoğu sosyoekonomik yönden dezavantajlı gruplardan geliyor ve okullaşmanın hızla arttığı bir ülkeyiz. Dolayısıyla, OECD sıralamasındaki yerimizin son 2 veya 3 içinde olması kanımca makul. Fakat 4 sınavdır yükselen puanlarımızın bu sınavda neden düştüğünü sorgulamamız gerekiyor. Bu eğilimin önümüzdeki yıllarda sürmesini beklemeli miyiz?
Kanımca bu düşüş tesadüfi değil ve sürecektir. Neden mi? Bence en önemli nedeni hızlı “imam-hatip”leşmedir. Sayın Bakan demecinde tüm lise türlerinin fen puanlarını açıkladı, fakat ilginç bir şekilde imam hatip liselerinin fen puanlarını açıklamadı. Tahminim en düşük fen puanları imam hatiplerde. Ülkedeki imam-hatipleşmenin hızı düşünülürse, önümüzdeki 9 yıl içinde puanların daha da düşmesi beklenebilir.
Bu kanıya varmama neden olan bir başka neden de 4+4+4 sisteminin eğitimde yarattığı tahribatın PISA’da henüz ortaya çıkmamış olması ve bunun önümüzdeki iki sınavda görülecek olmasıdır. Bunun yanında, şu an yüzde 70 olan 15-yaş okullaşma oranımızın OECD ortalaması olan yüzde 89’a yaklaşması da puanlarımızı düşürecektir, çünkü bu artış şu anda ortaokulu bırakan veya liseye gitme şansı bulamayan dezavantajlı öğrencilerden gelecektir.
Gayri safi milli hasılanın 8 yıldır yerinde sayıyor ve son aylarda gerilemiş olması da eğitime harcayabileceğimiz kaynakları kısıtlayacağından, puanların üzerinde olumsuz bir etki oluşturabilir.
Belki de beni ümitsizliğe sevkeden faktörlerin en önemlisi, eğitimden sorumlu kişilerin sorunun farkına vardıklarını gösteren bir işaret olmamasıdır. Palyatif tedbirlere bel bağlayıp eğitim reformu gerekliliğini reddettiğimiz sürece dünya sıralamasında aşağı sıralara kaymamız kaçınılmaz. Eğitimdeki bozulmanın mutlaka ekonomik bir etkisi de olacak ve ülke refahımız da olumsuz yönde etkilenecektir. Keşke 3, 6 ve 9 sene sonra “ben demiştim” diyemesem diyorum ama çok da ümitli değilim. Maalesef bu ülkede eğitimi gündeme getirmek bile son derece zor.