Güncelleme Tarihi:
Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de eğitim bu salgından çok büyük ölçüde etkilendi ve önlem olarak derhal bütün okullar kapatıldı. Çok kısa bir sürede Eğitim Bilişim Ağı (EBA) ve EBA-TV üzerinden yayınlar başlatıldı. Mevcut altyapı üzerinden başlatılan yayınlar TRT ile yapılan protokolle televizyon üzerinden de desteklenmeye ve giderek televizyon yayınları uzaktan eğitimin omurgasını oluşturmaya başladı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) hazırlıksız yakalandığı bu sürece çok kısa sürede uyum sağladı ve yayınların kalitesini arttırmaya başladı.
Kısa bir süre önce okulların açılışının eylül ayına ertelendiği, uzaktan eğitimin bahar döneminin sonuna kadar devam edeceği duyuruldu. Salgın döneminde eğitim adına yapılanları çok genel olarak özetledikten sonra, uzaktan eğitim konusuna biraz daha yakından bakılabilir. Öncelikle kamuoyunda sözü edilen uzaktan eğitimle, MEB tarafından salgın döneminde yapılan uzaktan eğitim arasındaki farka değinmekte yarar var. Bilindiği gibi uzaktan eğitim, yeni bir olgu değil, 1970’li yıllarda ‘Mektupla Öğretim’ adı altında başlayan bu süreç, Anadolu Üniversitesi tarafından geliştirilerek bugünlerde çok yaygın olan açıköğretim fakültelerine dönüştürüldü. Anadolu Üniversitesi’nin yanı sıra Atatürk Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi de açıköğretim fakülteleri olan üniversiteler. Bu fakülteler zaman içinde gerek altyapı gerekse içeriklerin hazırlanması ve sınav konularında deneyim kazanarak kendilerini geliştirdi.
Oysa, MEB’in bu konuda yeterli altyapısı ve deneyimi yoktu. Bu nedenle MEB, çok kısa bir sürede önemli bir başarıya imza attı ve binlerce canlı sınıf uygulamasıyla o güne kadarki uzaktan eğitim uygulamalarını bir üst basamağa taşıdı. Unutmamak gerekir ki, MEB’in yaptığı uzaktan eğitimin psikolojisi ve pedagojisi üniversite düzeyinde yapılan uzaktan eğitimden farklı. Yapılan eğitim okul kademelerine, yaş gruplarına göre farklılaşıyor. Sözgelimi ilkokuldaki bir öğrenciye, lise öğrencisine anlatır gibi ders anlatmak doğru değil. Düzeyi ne olursa olsun sınıf dışında, televizyon karşısında, pasif alıcı konumundaki öğrenciye ders anlatırken öğrencinin ilgisini ve dikkatini uzun süre canlı tutmak mümkün değil. Ders sürelerinin de buna göre ayarlanması gerekiyor. Ayrıca çoğu zaman acımasızca eleştirilen, gönüllülük esasına göre kendi sağlıklarını tehlikeye atma pahasına, uygun olmayan ortamlarda özveriyle çalışan öğretmenlerin, kamera karşısında ders anlatma konusunda hiçbir deneyimlerinin olmadığı da bir gerçek. MEB’in bu süreçteki deneyimlerinin, bundan sonraki uzaktan eğitim etkinliklerinde daha başarılı olmasına çok önemli katkılarda bulunacağı söylenebilir.
‘DÜNYA BUNDAN SONRA AYNI OLMAYACAK’
Asıl önemli olan, her fırsatta, çeşitli çevreler tarafından ifade edilen, ‘dünya bundan sonra aynı dünya olmayacak’ ifadesi. Salgın süreci bize hiç bir şeyin diğerinden bağımsız olmadığını; eğitim, sağlık, ekonomi, siyaset, din, sosyoloji ilişkilerinin yeniden yorumlanacağı yeni bir dünya düzenine doğru gittiğimizi gösterdi. Yaşanan bu deneyimin, eğitim sistemini ve eğitimin geleceğini nasıl etkileyeceği ve yakın gelecekte yansımalarının ne olacağı, asıl üzerinde durulması gereken konu. Bu açıdan bakıldığında, Yuval Noah Harari ‘Koronavirüs Sonrası Dünya’ başlıklı makalesinde, hükümetlerin bugünlerde verecekleri kararların gelecek yıllarda bütün dünyada sağlık, ekonomi, politika ve kültürü şekillendireceğini belirterek, koronavirüs salgını sonrasında artık farklı bir dünyada yaşayacağımızın altını çiziyor ve acil durumların tarihsel süreçleri hızlandıracağını, acil durumlarda alınan kısa vadeli önlemlerin bir süre sonra normal yaşamın bir parçası haline gelerek kalıcı bir nitelik kazanacağını söylüyor. Buradan hareketle, salgın nedeniyle bugünlerde zorunlu olarak ve geçici kaydıyla uygulamaya konan uzaktan eğitimin bir süre sonra koşullar normale dönse bile devam edeceği ve artık tamamen eski günlere dönülmeyeceği söylenebilir. Özellikle EBA ve EBA-TV açısından bakıldığında durum böyle. EBA ve EBA-TV’den yaz aylarında, yaz unutmasının önüne geçmek ve öğrencilerin dersle ilişkilerini sürdürmelerini sağlamak amacıyla yayınlara devam edilecek. Sadece yaz aylarında değil, önümüzdeki eğitim yılından itibaren EBA-TV yerini pekiştirecek ve yeni işlevler üstlenecek.
BAZI DERSLERİN UZAKTAN EĞİTİMLE YAPILMASI DÜŞÜNÜLEBİLİR
Henüz elimizde uzaktan eğitimin etkileri ve başarılarına ilişkin yeterli veri olmamakla birlikte, bu zorunlu sosyal deney, temel eğitim ve ortaöğretim düzeyinde bazı derslerin uzaktan eğitimle yapılabileceğini gösteriyor. Özellikle bilgi edinme amaçlı, öğrencinin okuyarak öğrenebileceği ve başarabileceği bazı derslerin ya da bazı derslerin bir kısmının uzaktan eğitimle yapılması düşünülebilir. Bu bağlamda dünyanın, yüz yüze eğitimle uzaktan eğitimin iç içe olduğu karma bir modele doğru gittiğini görmek gerekiyor. Ayrıca bu tür uygulamalar okullara, sosyal duygusal öğrenme yaşantıları ve tasarım beceri atölyesi uygulamaları için daha fazla zaman yaratabilir. Daha fazla insanın standart bir eğitim alması için planlanan, bireysel farklılıkları ve gereksinimleri dikkate almayan, fabrikasyon üretim için kurgulanan, sanayi toplumunun ürünü okulların döneminin geçmiş olduğunu artık görmemiz gerekiyor. Değişime açıklık düzeyi çok az olan okul örgütleri, Milli Eğitim Temel Kanununda, neredeyse yarım asır önce açıkça ifade edilen; bireyi merkeze alan, ilerlemeci ve varoluşçu bakış açılarına karşı direnmeye devam ediyor, esasici ve daimici anlayışlardan vazgeçemiyor. Okul örgütleri gibi sosyal sistemler, özellikle dışarıdan empoze edilen yenileşme girişimlerine karşı istenen ve beklenen tepkileri vermiyor. Türkiye’de eğitimde değişim girişimlerinin başarısız olmasının önemli nedenlerinden biri, eğitimle ilgili önemli yasaların neredeyse tamamının olağan üstü dönemlerde çıkarılmış ve eğitim sistemini dışardan değişmeye zorlamış olmasıdır. Söz gelimi, 1960 ihtilalinden sonra 1961 yılında İlköğretim ve Eğitim Kanunu, 1971 muhtırasından sonra 1973 yılında Milli Eğitim Temel Kanunu, 1980 ihtilalinden sonra 1981 yılında Yükseköğretim Kanunu çıkarıldı. Bütün bu kanunlar, demokrasinin kesintiye uğradığı ara dönemlerde çıkarıldı. Türkiye demokrasisi verdiği başarılı sınavlarla darbeler dönemini kapatmıştır.
SAĞLIK EĞİTİMİ DEĞİŞİME ZORLUYOR
Eğitim örgütleri bu sefer farklı bir güç tarafından değişime zorlanıyor. Bu gücün adı sağlıktır. Yaşanan sağlık sorunları eğitim örgütlerini öğretim yöntem ve tekniklerini değiştirmeye, değişen toplumsal yaşamın gereği olarak eğitim programlarını gözden geçirmeye zorluyor. Yaşanan süreç sağlığın önemini ve önceliğini güçlü bir biçimde vurguluyor. Bu durum önceki değişim girişimlerinden farklı olarak doğal bir süreç olarak gelişiyor ve eğitim çevrelerinin desteğiyle ve katılımıyla evriliyor. Bu süreç, başta sahip olduğumuz yaşam becerileri olmak üzere, hepimizin psikolojik dayanıklılığını test etti. Bu açıdan bakıldığında, eğitim sistemi de bireysel farklılıkları dikkate almadan aynı yöntem ve tekniklerle, sınav odaklı, bilgi yığmacı bir anlayışla öğrencilerin psikolojik dayanıklılığını test etmeye devam ediyor. Bu tür uygulamalar başta ruh sağlığı olmak üzere öğrencilere bir çok açıdan zarar veriyor; öğrencilerin okuldan uzaklaşmalarına, yapılanları anlamsız ve değersiz bulmalarına yol açıyor. Şöyle bir düşünün, bir doktor o gün gelen hastaların tümüne aynı ilacı verse ne olurdu? Benzetmek gerekirse okulda yapılan tam da bu. Öğrencilerin bireysel farklılıkları ve gereksinimlerindeki farklılıklar dikkate alınmadan, bütün öğrencilere aynı bilgiler aynı yöntemlerle, aynı ortamlarda veriliyor.
ÖĞRENCİYİ SINIFA MAHKUM ETMEK ARTIK KABUL EDİLEBİLİR BİR UYGULAMA DEĞİL
Bu anlayışın ve uygulamaların artık değişmesi gerekiyor. Hababam Sınıfı filmlerinden birinde Mahmut Hoca’nın (Münir Özkul) unutulmaz repliğinde olduğu gibi “Okul sadece dört yanı duvarla çevrili tepesinde dam olan yer değildir, okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında dağ başı. Öğrenmenin, bilginin var olduğu her yer okuldur.” Evet pedagojik anlamda bu ifade çok doğru. Öğrenciyi sınıfa ve sıraya mahkum etmek bugün artık kabul edilebilir bir uygulama değil. Bir süreden beri öğretmenler de bunun farkında. Fakat bu değişim için yeterli gücü ve desteği kendilerinde bulamayan öğretmenler, MEB’in öğretmenlere güven veren ve öğretmenleri değişimin kaynağı olarak gören politikaları, öğretmenlerde gözle görülür bir coşku ve heyecan yarattı. Bu nedenle önümüzdeki günler eğitimde çok şeye gebe. Öğrencilerin bilgi teknolojilerini etkin kullanabildikleri, tasarım beceri atölyelerinde kendilerini geliştirebildikleri, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bireyselleştirilmiş programlarla öğrendikleri, akademik gelişimlerinin EBA üzerinden takip edildiği, rehberlik programlarıyla öğrenme eksiklerinin giderildiği, bilgi yanında bazı becerilerin sanal ortamda bireyselleştirilmiş bir eğitimle kazandırıldığı, bazı derslerin normal dönemde de uzaktan eğitimle yapılacağı, öğrencinin her gün okula gitmesi yerine okulun da bazen eve gelebileceği günlerdeyiz!
EĞİTİM İNSAN YETİŞTİRMEK İÇİN VAR
Ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka nokta, eğitimin insan yetiştirmek için var olduğu gerçeği. İnsanı diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerinden biri değer üretebilmesidir. Özgürlük bu değerlerden biri. Sağlık bir zorlayıcı güç olarak insanları özgürlükleri ile sağlıkları arasında bir tercih yapmaya zorluyor. Türkiye gibi bazı ülkeler uyguladıkları sokağa çıkma kısıtlamasıyla bireysel özgürlükleri kısmen sınırlandırırken, sağlıklı insanlarla hasta olanları takip etmek ve ayırt etmek amacıyla bazı ülkelerde deri altına yerleştirilmeye başlanan çipler ve bu çiplerden elde edilen verileri değerlendiren algoritmalar, giderek insan özgürlüğüne doğrudan ve sürekli müdahale edebilir duruma geliyor. Özellikle kapitalist toplumun eğitimi ekonomik amaçlarla yönlendirmesi ve OECD gibi bazı örgütlerin eğitime ve amaçlarına müdahalesi, özgür eğitimin önündeki önemli engellerden biri olarak insanlığın karşısına çıkıyor. Pandemi sürecinde İngiltere ve İtalya’da olduğu gibi şimdiden ekonomik kaygılarla; sosyal güvenlik sistemine getireceği ekonomik yük nedeniyle yaşlıların tedavisinden bir ölçüde vazgeçilmesi, insanın değerlerinden soyutlanarak ele alınmaya başlandığının somut kanıtlarından birini oluşturuyor. Oysa eğitim sistemleri insanı mankurtlaştırmak için değil, insani değerleri yüceltmek için var.
MEB’in 2023 Eğitim Vizyonunda ifade edildiği gibi, tek kanatla uçmak mümkün değil. MEB öğrencilerimizi bir yandan çağın gereği dijital dünyaya hazırlarken, diğer yandan öz değerlerine sahip çıkan ve bu değerleri özümseyen, insanlığın ortak değeri olması gereken erdemlere sahip olarak yetiştirmeye çalışıyor. Bu nedenle önümüzdeki dönemde, ‘yeni dünyada’, kendi kimliğimizi koruyarak etkin bir biçimde yerimizi almalıyız. Yeni Dünyada kapıların bize açılması için doğru kapıyı çalmalıyız. Bilmeliyiz ki, boş evlerin kapısı içeriden açılmaz!
PROF. DR. BURHANETTİN DÖNMEZ KİMDİR?
1978 yılında MEB’de memuriyete başladı. 1983 yılında Ankara Üniversitesi’nde Eğitim Yönetimi ve Planlaması alanında lisans, aynı alanda yüksek lisans (1986) ve doktora (1992) yaptı. 1987 yılından itibaren üniversite öğretim elemanı olarak çalışmaya başladı. 30 yıl kadar öğretim üyesi olarak çalıştı, lisans ve lisans üstü düzeyde çeşitli dersler verdi, makaleler yazdı. Bölüm başkanlığı, enstitü müdürlüğü, dekanlık gibi çeşitli görevlerde bulundu. Çeşitli okullarda kurucu, yönetim kurullu başkanı ve danışman olarak görev yaptı. Eğitim Fakültesi Dekanlar Konseyi Başkanlığı yaptı. TUBİTAK, TÜSSİDE Yönetim Kurulu ve YÖK Öğretmen Yetiştirme Çalışma Grubu Üyesidir. 06 Ağustos 2019 tarihinde Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı olarak atandı. Halen bu görevini sürdürüyor.