Güncelleme Tarihi:
 ORHAN VELİ FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN
Orhan Veli ilk şiirlerini yayımlamaya başladığı sıralarda Türk şiirinde birbiriyle çekişen başlıca üç eğilim ayırt ediliyordu. Yahya Kemal ve Ahmed Haşim’e bağlanan Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas gibi saf şiirciler estetik açıdan simgeci ve biçimci bir şiirin peşindeydiler. Kemalist ulusçuluk anlayışına bağlanan ve folklorik malzemeye öncelik veren Ahmet Kutsi Tecer, Ömer Bedrettin Uşaklı, Orhan Şaik Gökyay gibi şairler ikinci bir eğilimi temsil etmekteydi. Üçüncü eğilim Názım Hikmet’in başını çektiği siyasal-toplumsal öğeyi öne çıkaran serbest nazımcı şiirdi. Bunların yanı sıra Ercüment Behzat Lav ve Mümtaz Zeki Taşkın gibi şairler fütürizm, dadaizm gibi Batılı akımların etkisiyle serbest bir şiir kurmaya çalışıyorlardı. Orhan Veli ve arkadaşlarının şiiri bir bakıma 1920’lerin sonlarında Názım Hikmet ve Ercüment Behzat tarafından başlatılan yenileşme çabalarının bir uzantısı niteliğindedir.
Hece ölçüsüyle yazdığı ilk şiirlerinin ardından Orhan Veli "eskiye ait olan her şeye" karşı yeni bir şiire yöneldi. Bu anlayışla yazdığı "Kitabe-i Seng-i Mezar" (Hiçbir şeyden çekmedi dünyada / Nasırdan çektiği kadar) gibi aykırı örnekler tepkiyle karşılandı ve uzun süre tartışıldı. Orhan Veli zevksizliği yaygınlaştırmakla, şiiri bir espri düzeyine indirgemekle suçlanıyordu. Ama etkisi şaşırtıcıydı. Çünkü şiir hiçbir dönemde yaşanan hayatla bu derece iç içe girmemişti. Söz varlığı halkın konuştuğu gündelik dilin öğelerinden oluşuyordu. Bu şiirlere 1940’ların Türkiye’sinde yaşanan hayatın acısı, hüznü sinmişti. Ama insanlara bu acılara karşı koymalarını sağlayan, bu acılara rağmen varolmayı sürdüren yaşama sevincini de içeriyordu.
Orhan Veli’nin şiirinde toplumsal, hatta sınıfsal bir yönelim her zaman var olmuştur: şiir "müreffeh sınıfların" temsilcisi olamaz. Onun ilgisi alt ve orta tabakalardan şehirli insanlara yönelmiştir. Ama bu ilgi onların politik olarak savunuculuğunu yapmak anlamına gelmez: "Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak ve sanata hákim kılmaktır." Onda asıl yeni olan halkın zevkini bir ortalama
Orhan Veli’nin şiirinde ilk dönemlerden beri var olan toplumsal içeriğin, giderek toplumsal eleştiriye evrildiği gözlenir. Bu eğilim özellikle Ikinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili hayata geçildikten sonra belirginleşir. Ikinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılarını dile getiren "Festival" adlı şiirden sonra 1946’da yayımlanan Destan Gibi adlı kitabında yoğun bir toplumsal içerik göze çarpar (Insanlar hayat mücadelesinde / Adamlar kadınlar, çocuklar). Yenisi’nde (1947) yer alan "Içinde" adlı şiir çarpıcı "yokluk içinde" dizesiyle sona erer. "Cımbızlı Şiir"de ise toplumsal yapının çarpıklığını dolaylı olarak eleştirir (Bir elinde cımbız, / Bir elinde ayna, / Umurunda mı dünya). Istanbul’u toplumsal hayatıyla yansıttığı "Galata Köprüsü" (Ama hepiniz, hepiniz... / Hepiniz geçim derdinde), "Istanbul’u Dinliyorum" (Çekiç sesleri geliyor doklardan, / Güzelim bahar rüzgárında ter kokuları) gibi şiirlerinde de aynı toplumsal içeriğe rastlanır. 1 ocak 1949’da yayımlamaya başladığı Yaprak’la birlikte Orhan Veli’nin şiirindeki toplumsal eleştiri dozu artar (Kelle fiyatına hürriyet, / Esirlik bedava; / Bedava yaşıyoruz bedava.), "Kuyruklu Şiir", "Sizin Için" gibi şiirlerde de bu durum belirgindir.
GARÄ°P AKIMI
Garip Akımı, ÅŸiirde "eskiye ait olan her ÅŸeyin, her ÅŸeyden önce de ÅŸairaneliÄŸin karşısında" oldu. Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday, ölçüsüz, kafiyesiz, ÅŸairanelikten uzak ÅŸiirlerini Garip’te bir araya getirdiler.Â"Åžiirin demokratikleÅŸmesi" hareketi olarak da görülen bu anlayış kısa zamanda yaygınlaÅŸtı. Günlük konuÅŸma dilinin yalınlığıyla günlük sorunları ÅŸakacı bir üslupla ele alan bu ÅŸiir anlayışı dönemin ünlü ÅŸairlerini etkileyecektir.
Garip ÅŸiiri kafiyesizdir. Garipçilere göre kafiye, ilk insanın ikinci satırı akılda tutmak için baÅŸvurduÄŸu ilkel bir yoldur.ÂTeÅŸbih, istiare, mecaz ve mübalaÄŸa gibi sanatlar gereksizdir. Åžiir söz söyleme sanatıdır; çeÅŸitli evrelerden geçmiÅŸtir; basit, yalındır; günlük, alelade konuÅŸmadan da farklı yanları vardır.
Hece olsun, aruz olsun her iki ölçü de gereksizdir. Bu ÅŸiirler hiçbir ölçüye ve hiçbir ekole baÄŸlı deÄŸildir. "Hudutları" yoktur. Duygudan çok akla dayandığından, "Eskiye ait olan her ÅŸeyin, her ÅŸeyden evvel de ÅŸairaneliÄŸin aleyhinde bulunmak lazımdır" derler. Geleneksel ÅŸiiri, yani nazım çerçevesinde kalan ÅŸiiri temelinden deÄŸiÅŸtirmek gerektiÄŸini savunurlar. Yeni bir zevk yaratılmalıdır. Bunu ancak yeni bir yolla, yeni vasıtalarla yaratmak mümkündür. Bu yeni ÅŸiir, müzikten, resimden ve öteki sanatlardan yararlanmamalıdır. Bütün bu ve benzeri görüşler, Garip’in çoÄŸunlukla "yıkıcı" bir ÅŸiir akımı olduÄŸunu gösterir. Bu niteliÄŸiyle bir noktada Názım Hikmet ÅŸiiriyle birleÅŸtiÄŸi söylenebilir. Garip ÅŸiiri iÅŸlevini "yıkıcı", ve "yapıcı" olmak üzere iki noktada gerçekleÅŸtirir. BaÅŸlangıçta birinci iÅŸlevini yerine getirir; hep yıkıcı olur. Åžiirden söz sanatlarını, imgeyi, ÅŸairaneliÄŸi, eski kelimeleri, heceyi, aruzu atar. Eluard’ın tanımına uyan "kafa ile okunmak..."Âüzere yazılan ÅŸiirden yana olur. Bunları azınlık deÄŸil, büyük çoÄŸunluk olan halk okumalı, ÅŸiirler onların zevkine seslenmelidir, derler. Tepkiyle, dahası alayla karşılandıklarında Orhan Veli şöyle karşılık verir: " ...biz, gerçek ÅŸiirin ölçüsünü arıyoruz. Vezin yok, kafiye yok, teÅŸbih yok, istiare yok, demek ki ÅŸiir yok diyenin deÄŸil; vezin var, kafiye var, mecaz var, mübalaÄŸa var, teÅŸbih var, hepsi var, hepsi var, fakat ÅŸiir nerede, diyecek olanın ölçüsünü. Sonra da ÅŸunu ekler: "Vezinsiz ÅŸiir olamayacağını iddia
Garip akımının şairleri etkilemesi Ikinci Yeni’ye kadar sürer. Bu süre içinde (1940-1955) "yalınlık", "sıradanlık" şiirin ölçüsü haline gelir. "Fıkra-şiir" ler, her yeri doldurur. Bu durum, Garip şiirinin sonunu hazırlar. Her sonun yeni bir başlangıcı olduğu gibi, Garip’in sonu da Ikinci Yeni’yi ortaya çıkarır.