Güncelleme Tarihi:
28-30 Ocak günleri ulusal ve uluslararası alanda önemli konuşmacıların olduğu "80’inci Yıl Uluslararası Eğitim Forumu"nu izlemek üzere Ankara’daydım. Yaklaşık 1600 kişinin izleyici olarak katıldığı oturumlarda bence en önemli konuşmacılar şunlardı.
"Dünyadaki en etkili 100 entelektüel ödülü"ne layık görülen, çoklu zeka kuramı ile tanınan Harvard Üniversitesi Eğitim Bölümünde Bilişim ve Eğitim Profesörü olarak çalışan Howard Gardner salona Cambridge’den bağlandı. Gardner, bugünkü eğitim müfredatının öğrencileri 18’inci yüzyıldaki tarımsal hayata ve 20’nci yüzyıldaki sanayi hayatına hazırladığını, programların bugünkü bilgi, medya ve küreselleşmeye göre yenilenmesi gerektiğini aktardı. Gardner’ın özellikle üzerinde durduğu iki kavram bence önümüzdeki yıllarda eğitimcilerin çok konuşacağı unsurlar olacak. "Saygı duyan ve etik zihin" kavramları eğitimciler için yol gösterici olup, eğitim programlarının içinde yer alacak. Küreselleşme ile ülkelerin birbirine yakınlaşıp, sınırların kalktığı dünyamızda, yalnızlaşan ve gittikçe birbirinden uzaklaşan kişiler için Gardner’in gündeme getirdiği bu iki kavram geleceğin kuşaklarının imdadına yetişecek.
Saygı duyan zihin kavramını "Diğer insanlarla ilişki kurarken, çocuğun öğretmeni, ebeveyni veya patronu ile ilişkisini irdeleyen, farklı insan ve inançları, heyecanları fark eden" şeklinde yorumlayan Gardner, etik zekayı da şöyle anlatıyor: "Sadece kendi haklarını veya sorumluluklarını değil, karşısındakinin hak ve sorumluluklarını düşünen."
Gardner, "2008 yılına bakılınca küreselleşmenin 50 farklı yönü bulunuyor. Yerkürenin değişik kesimleri birbirine iletişim araçları ile bağlanıyor. Dünyada ada, izole yer kalmadı. Para, ticaret aynı şekilde çevrime giriyor. ABD’deki bir ekonomik problem Hindistan ve diğer ülkeleri etkiliyor. Sadece bilgi, para değil kültür de çevrim içinde yer alıyor. Sinema, moda da aynı hızda yer değiştiriyor. Öğrenme yaşam boyu devam ediyor. Artık eğitim 15-20 yaşında bitmiyor. Yaşam boyu eğitim önem kazandı" diyor.
ANNE BABASI OKUMA YAZMA BİLMEYEN PROFESÖR
Forumda izleyicilerin dikkatini en fazla Norveç Oslo Üniversitesi Eğitim Profesörü Prof. Dr. Kamil Özerk çekti. "Eğitim ve Müfredat Geliştirme Teorisi ve Değişik Ülkelerde Çeşitli Toplumlara Göre Değişik Eğitim Politikaları ve Programları" başlığı altında kitapları bulunan ve Norveç hükümeti tarafından üç kez Norveç Ulusal Müfredat Reform programında çalışması için görevlendirilen Prof. Dr. Özerk’in zaman zaman salonu kahkahaya boğan ve düşündüren konuşmasından bazı önemli bölümler şöyle:
"27 yıldır Norveç’te yaşıyorum. Kıbrıs Türkü’yüm. Türkiye’de eğitimde eşitliğin en önemli göstergesi benim. Annem ve babam okuma yazma bilmiyor. Ama ülkemin bana tanıdığı fırsat eşitliği sayesinde bugün bir Avrupa üniversitesinde profesörlük yapıyorum. Coğrafi, sınıfsal, cinsiyet eşitsizliği olabilir. Yetişkin eğitimine Türkiye daha fazla önem vermeli. 1981’de Norveç’te fakülteye başladığımda arkadaşlarımın çoğu iyi araba tamiri yapıyor, iyi bir müzik aleti çalıyor, evlerindeki masaları, hatta evlerini kendileri yapıyor, ekmeklerini kendileri pişiriyor, fayanslarını kendileri diziyordu. Yani bütün bunları okuldan öğrenmişti. Bense bir ada ülkesinden gittiğim halde yüzme bile bilmiyordum. Tek çalmayı bildiğim alet de sazdı. Ama, onu da okuldan öğrenmemiştim. Okullarda öğrenciler yetenekleri ve ilgilerine göre yetiştiriliyor ama hayatta gerekli birçok şeyi öğreterek mezun ediliyorlar. Şimdi, PISA’da Norveç’in konumu tartışılıyor. Ama, bence verdiği bu değerler daha önemli. Türkiye’de paralı üniversite tartışmasına üzülüyorum. Tüm zeka testleri kalksın."
Forumun heyecanla en fazla beklenen konuşmacısı ise Prof. Dr. Michael W. Apple oldu. Wisconsin Üniversitesi, Müfredat ve Öğretim ve Eğitim Politikaları Çalışmaları ve Londra Üniversitesi, Eğitim Enstitüsü Eğitim Politikaları Çalışmalarında profesör olarak akademik çalışmalarını sürdüren Apple’ın çok okunan kitaplarında beklenen biri olmadığı, iyi bir konuşmacı olmadığı da konuşuldu. "İdeoloji ve müfredat" ile "Resmi bilgi" adlı 20’nci yüzyılda eğitim alanında en önemli kitaplarının sahibi olan Apple’ın felsefi konuşması eğitimcilerin pek de ilgisini çekmedi.
TED Ankara Koleji İncek Kampusu’nda yapılan forum önümüzdeki günlerde daha çok konuşulacak. TED Genel Başkanlığı’na Selçuk Pehlivanoğlu, Genel Müdürlüğe Sevinç Atabay geldikten sonra büyük ivme kazandı. Önemli bir sivil toplum örgütü olarak eğitim üzerine çok kafa yormaya ve Türkiye’nin eğitim sistemine yönelik değişiklikleri gündeme getirmeye başladı. Gölge Milli Eğitim Bakanlığı gibi çalışıyor. Sadece okul açmakla yetinmiyor, eğitime, geleceğin nesillerinin yetiştirilmesine çok kafa yoruyor. Tebrik ediyorum.
FORUMUN SONUÇ BİLDİRGESİ
Forumda yapılan tartışma ve değerlendirmeler sonucunda çıkan sonuç bildirgesi şöyle:
-Türkiye toplum, demokrasi ve ekonomi hızlı bir değişim ve dönüşüm içine girmiş olmasına karşın, eğitim sistemi kendi evrimini gerçekleştirmekte toplumsal ve ekonomik sistemin gerisinde kalıyor.
-Toplumun, ekonominin ve demokrasinin değişimi ve dönüşümü; eğitim hakkının yalnızca eğitim kurumlarına kayıt hakkı olarak algılanması yerine, yaşam boyu istihdam edilebilirliği sağlayacak temel beceri ve nitelikleri kazandırabilecek, bireyin yaşam boyu değişen gereksinimlerinin dikkate alındığı, ekonomi ve demokrasi ile ilişkilendirilmiş bir eğitime erişim hakkı olarak yeniden tanımlanmasını zorunlu kılıyor.
-Eğitim sisteminin geliştirilmesinde daha demokratik ve katılımcı bir anlayış ile sivil toplum örgütleri ve çeşitli toplumsal kesimlerin birikim ve deneyimlerinden yararlanma yoluna gidilmeli. Eğitim siyasal taraftar toplama ve hakim olan grupların ideolojilerini yaymalarının bir aracı olarak görülmemeli.
-Küreselleşme ve eğitimde küreselleşmenin etkin araçları olan PISA gibi uluslararası değerlendirmelerin bulguları, eğitim sistemlerini bir standartlaşmaya zorluyor. Küreselleşme göz ardı edilemeyecek bir olgu olmakla birlikte, ulusal eğitim sistemleri üzerinde etkilerinin dikkatle değerlendirilmesi ve ulusal çıkarlar doğrultusunda stratejiler oluşturulması gerekiyor.
-Giderek artan rekabet ortamında toplumun eğitim hizmetlerinden yaralanmada çeşitli sosyo-ekonomik nedenlerle dezavantajlı kesimleri rekabet edebilme şansını bütünüyle kaybediyor. Ülkenin geleceğini güvence altına alabilmek için, devletin eğitim hakkını çerçeve kapsamında güvence altına alması bir zorunluluktur.
-Eğitim sisteminin başkalarının değerlerine hoşgörüyle yaklaşabilen dünya vatandaşları yetiştirmesi, fakat aynı zamanda ulusal ve kendi toplumsal değerlerinin her zamankinden daha çok bilincinde olan bireyler yetiştirmesi, ancak daha eşit ve adil olarak eğitim hakkının karşılandığı bir eğitim ortamı içinde gerçekleştirilebilir.
-Okulların, bireyi bir bütün olarak görmesi ve her yurttaşa en azından temel bilgi ve becerileri kazandırma yanında, neyin gerçekten önemli olduğuna karar verebilme, diğerlerini anlayabilme ve birlikte çalışabilme, işe yarar yeni fikirler üretebilme ve bir yurttaş olarak yaşamının her alanında ahlaklı davranabilme gibi temel nitelikleri bir bütünlük içinde kazandırması gerekiyor.
-Ekonomik kalkınma için eğitimin 1960 ve 1970 demode olmuş planlaması gibi yaklaşımlarıyla ele alınması çözüm üretmekten oldukça uzak kalıyor. Özellikle ortaöğretimin yapısının ve içeriğinin kısa sürede gözden geçirilmesi ve geleneksel mesleki eğitim modellerinin toplumun ve ekonominin ihtiyaçları ile ne kadar uyumlu olduğunun sorgulanması gerekir.
-Ekonomik ve toplumsal kalkınma açısından bir bireyin kaç yıl okula devam ettiğinden çok okulda, yaşamında başarılı olmasını sağlayacak hangi becerileri kazandığı üzerinde durulması gerekiyor. Ekonomik ve toplumsal kalkınma açısından geleneksel, salt bilgiye dayalı becerilerin önemi giderek azalmakta, bunun yerine sosyal yaşam becerileri, en az bir yabancı dil dahil olmak üzere iletişim becerileri ve üst düzey bilişsel beceriler ön plana çıkıyor.
-Seçkin ortaöğretim kurumlarının oluşturulması ve kurumlara devam edebilmenin pratikte ve toplumsal algıda üniversiteye gidebilmenin bir aracı olarak görülmesi eğitim sisteminde ciddi boyutta eşitsizliklere neden oluyor. Az sayıda okulda, az sayıda öğrenciye seçkinci bir eğitim vermek, toplumsal bütünlük ve ekonomik kalkınma açısından büyük tehdit oluşturuyor.
-Eğitimde erişim ve eşitlik, tartışmalarının bölgesel ve cinsiyete dayalı ögeler üzerinden yoğunlaştırılması yerine, bireysel bir hak olarak ele alınması daha doğru bir yaklaşım olur. Türkiye bir bölgesinde eğitim diğer bir bölgesinden daha eşitlikçi değil. Öğrenci kazanımları açısından daha iyi durumda olduğu düşünülen bölgelerde az sayıda seçkin öğretim kurumu dikkate alınmadığında, geriye kalan kurumlarda bölgeler arasında da önemli bir fark kalmıyor. Bu nedenle, erişim ve eşitliğin her bir birey için hem eğitimin girdileri hem de öğrenci kazanımları açısından ele alınması gerekiyor.
-Yaşam boyu eğitimin formel eğitimin sınırları ötesinde, bireyin, toplumun, ekonominin ve demokrasinin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelik ve kapsamda ele alınması gerekiyor. Bunun için eğitimde tüm paydaşların katkılarıyla ulusal bir vizyon oluşturulmalıdır. Eğitimde yaş grupları ile sınırlı geleneksel bakış açısı ve uygulamaların yerine, ihtiyaçları dikkate alan daha esnek yapıların oluşturulması bir zorunluluk olarak görülmeli.
-Avrupa Birliği üyelik çabamızın, eğitim sisteminin geliştirilmesinde ne gibi yararlar sağlayacağı, ne gibi fırsatlar sunacağı irdelenmeli. Eğitimin kalitesinin ve eğitimde fırsat eşitliğinin geliştirilmesi, bilişim becerileri başta olmak üzere iletişim, girişimcilik gibi temel yeterliklere sahip bireylerin yetiştirilmesi, AB Lizbon stratejisi kapsamında dikkate alınması gereken önemli hedeflerdir. Ayrıca, gerek mesleki ve teknik eğitimde gerekse yüksek öğretimde hareketliliği sağlayacak bir uyumun sağlanması da, Türkiye ulusal çıkarları doğrultusunda anlamlı bir hedef olarak görülmektedir.
-Türkiye genç nüfusunun eğitilmesinde düşük ücretli alt düzey işler için insan yetiştirme yerine, küresel rekabette bir avantaj oluşturacak ileri teknoloji ve bilişim gibi alanlarda insan yetiştirmeye odaklanılmalı. Böylece gelecekte sermaye akışının yönünün Türkiye dönmesi sağlanarak, küresel ölçekte bir ekonomik avantaj elde edilebilir. Bunun yapılaması durumunda ise demografik bir gerçeklik olan genç nüfus, geleceğimiz açısından bir fırsat olmaktan çıkarak, ciddi bir tehdit haline gelebilir.