Güncelleme Tarihi:
19’uncu ve 20’inci yüzyılın disiplin mekanizmaları olarak işlev gören ve bir bakıma kışlaları andıran, eğitimin bireyselleştirilmesinden daha çok standartlaştırılmasına hizmet eden kitlesel eğitime dönük okul binaları mı, yoksa inovasyon ve girişimciliğin neredeyse olmazsa olmazlaştığı günümüz dünyasında bu yeni bakış açısına uygun eğitim-öğretim alanları, butikleri ve kampüsleri mi?’
21. yüzyılın eğitimi ancak ve ancak adına ve içeriğine yakışır öğrenme mekanlarında gerçekleştirilebilir. Okul binaları ve öğrenme mekanları arasındaki farklar uzun uzadıya tartışılabilir. Ancak her ne her okul bir öğrenme mekanıdır, ne de her öğrenme mekanı bir okuldur. Bu onlara asılan levhalardan çok, işlevsellikleri ile ilgili bir ayrımdır. Lakin 20. yüzyıla ait bir okul binasının 21. yüzyılın becerilerinin aktarılabileceği birer öğrenme mekanı olarak düşünülmesi zor. 20. yüzyıl standartlaşmaya ağırlık verirken, 21. yüzyıl pedagojisi bireyselleşmeyi hayatileştirerek, başarı farkları ve kişisel özelliklerin arasındaki farkların yönetilmesini ön plana çıkarır.
21. yüzyıl pedagojisi olarak bilinen çerçevede okul binalarının bizatihi kendileri öğrenmenin, programların ve müfredatın bir parçası. Aynı zamanda çevre dostu ve enerji tasarrufunu ön plana çıkaran eğitim-öğretim yapıları, ‘sürdürülebilir binalar’ şeklinde işlev görüyor. Okul binaları dünyanın her yerinde ihtiyaçlar, kademeler, okul mevcutları, okul türleri, ülkenin iklimi, kültür gibi faktörler tarafından etkilenmiştir. Bu konuda yayınlanmış onlarca araştırma mevcut. Örneğin OECD’nin 2010’da ‘Fiziki Şartların Öğrenme İklimi Üzerinde Etkisi Var mı?’ raporunda temel tasarım modeli olarak sosyal çevre ve fiziki şartlar arasındaki dengeyi gözetmenin öneminden bahsedilir. Benzeri tüm araştırmaların ana fikri, okul binalarının artık belli yaş ve belli bir zaman aralığında bulunulması zorunluluğu olan yerlerden çok, eğitim-öğretim ile birlikte inovasyon, takım çalışması, yaratıcılık, iletişim ve girişimcilik becerilerinin kazandırıldığı merkezlerde birer ‘kullanıcı’ ve ‘beceri kazanıcı’ bilinciyle yer alan öğrenci ve öğretmenlere yönelik en uygun, kaliteli ve sürdürülebilir mekânları hazırlamaktır. Hatta dünyanın bazı ünlü eğitim fakültelerinde yenilikçi öğrenme mekanlarının tartışıldığı özel yüksek lisans programları vardır.
Öte yandan onlarca diğer araştırmada mimari tasarım ve eğitim uzmanları ortak çalışmalar yürüterek öğrenmenin ve dünyada artık neredeyse normlaşan 21. yüzyıl becerilerini en verimli şekilde gelecek nesillere kazandırılmasının kolaylaştırıcı mekanlar üzerine kafa yoruyorlar. Araştırmalar temelde, günümüzde inovasyon ve girişimcilik faaliyetleri gösterilen binalarla okullar arasındaki fiziki farkın nasıl kapatılabileceği üzerine de öneriler sunuyor. Öğrenci ve toplum odaklı öğrenme mekanlarının sadece binalardan ibaret olmadığı ve istenen sonuçların alınabilmesi için pedagog ve mimarların yanı sıra öğrenci, veli, sivil toplum temsilcilerinin de görüşleri önemseniyor. Sonuç olarak okul bireylerin ve toplumların öğrenme ve hayat kalitesini yükseltmek adına altyapısal hazırlıkların yapıldığı, öğrenci, öğretmen, yönetici ve velilerin birlikte zaman geçirdikleri bir üstyapısal ortak alandır. Bu ikisi arasındaki anlamlı bağ oluşturulmadan yapılanlar tamamen boşuna ve yararsız olmamasına karşın verimsizliğe sebebiyet verebilir.
Öğrenme mekanlarının fiziki şartları hakkında ABD’de yapılan araştırmaya göre günışığı fazla olan okullarda okuma becerileri yüzde 26, matematik becerileri yüzde 20 artıyor. Aynı araştırmaya göre günışığı fazla olan sınıflarda okula devam yüzde 25 artıyor. ABD’de K-12 okullarının yıllık enerji harcamaları 7.5 milyar dolar civarında olduğu düşünülürse yeşil, yaşanabilir ve sürdürülebilir binaların, yenilikçi öğrenme mekanları için önemi daha fazla anlaşılabilir. Okul binalarının kalitesini belirleyen parametreler ise üç ana başlık altında ele alınabilir: işlevsellik, yapı kalitesi ve etki. İşlevsellik binaların boş alanları, sirkülasyonu ve giriş-çıkış sistemiyle ilgiliyken, yapı kalitesi başlığında performans, mühendislik ve inşaat noktaları dikkate alınır. Etki alanında ise bir mimari yapı olarak okul binasının, bir öğrenme mekanına dönüşmesi sürecinde kendine has özellikleri, içinde bulunduğu toplum veya mahalli özelliklerle etkileşimi, yapısal karakteri ve mimari anlamda inovasyonu dikkate alınır.
Peki biz Türkiye’de okul mimarisi ve öğrenme mekanları üzerine yeterince kafa yoruyor muyuz? Hatırlarsanız önceki yazılarımda öğrenme mekanları üzerine düşünen PAB Mimarlık’tan söz etmiştim. Onların hazırladıkları ve aşağıda yer verdiğim infografikler dikkatle incelenmeli. Böylelikle öğrenme mekanlarında mimari tasarım anlamında ne gibi inceliklerin bulunduğu anlaşılacak.
Ayrıca, 20-21 Şubat’ta Çedbik’in düzenlediği Yeşil Binalar Zirvesi’nde konuşmacı olarak katıldığım bir panelde Türkiye’nin önde gelen mimarlarının bu konuya verdiği önemi ve daha önemlisi Milli Eğitim Bakanlığı’nda İnşaat ve Emlak Grubu Başkanlığı’nda görevli iki genç mimar arkadaşımı panel sonrası yanımda görünce öğrenme mekanları hakkında ülkemizde yürütülen tartışmaların çeşitlenmesi adına sevincim bir kat daha arttı. Zaten Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırladığı Eğitim Yapıları Asgari Tasarım Standartları 2013 Kılavuzu her ne kadar geliştirilmesi gereken bir belge olsa da, her anlamda çok iyi bir başlangıç biçiminde göze çarpıyor. Gerek akademik olarak gerekse bürokratik olarak gayet iyi bir çalışma ortaya konuldu. Elbette bu tip çalışmalar gerek meslek odaları, gerekse eğitim adına faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları tarafından da yapılmalı. Eksikler ve ihtiyaçlar ancak böylelikle daha olgun şekilde tespit edilerek tamamlanabilir. Özellikle İngiltere’de 1999’dan 2011’e kadar devletin her türlü mimarlık, şehircilik ve tasarım planlamasında söz sahibi olan CABE’nin Okul Mimarisinde 10 Temel Kriter çalışması yardımcı olacaktır. Yine CABE’nin 21. Yüzyılda Okullar çalışmasını ilgili herkesin okumasını tavsiye ederim.
Nihayetinde her başarılı eğitim sistemi sadece yeni, her yanı camlarla kaplı Okul binaları ile ayakta kalabiliyor olsaydı, dünyanın en iyi üniversitelerinin en yenisi 150 senelik olan hemen tüm eski püskü binalarını yıkmamız ve yeni baştan yapmamız gerekirdi. Ancak iyi, zamanın ruhuna uygun ve karakterli her eğitim için gıcır gıcır binalar lazım değil. Üşenmeyin ve Oxford Üniversitesi’nin binalarına bir bakın. Eğitim, beceri, inovasyon, teknoloji, girişimcilik, rekabet, kalkınma göstergeleri arasında ortaya çıktığına benim delicesine inandığım altın oran, sürdürülebilir 21. yüzyıl öğrenme mekanlarının tasarımında nasıl uygulanabilir? Elbette nasıl ki eğitim teknolojisi sadece teknolojiye, eğitim politikaları sadece politikaya indirgenemezse, eğitim mimarisi de sadece mimariye indirgenemez. Sanırım aradığımız formül burada gizli.
Twitter: @goyucel