Güncelleme Tarihi:
Öğretmenlik mesleği için de bu tür sözler var. “Öğretmenlik kutsaldır”, “Öğretmenlik sevgi mesleğidir, seversen yaparsın, sevmezsen yapamazsın”, “Öğretmenler model olmalı” bunlardan birkaçı... Bu tür söylemler, melodik ve şiirsel bir üslupla söylendikleri için yüksek bir duygusallık yaratıyor ve o mesleği yapanların maneviyatını güçlendiriyor. Ancak, unutulmamalı ki, bu sözler aslında daha çok akıl alanımıza ait değil, duygu alanımıza ait söylemler olup, düşünmemizi engelliyor. Böylece sorgulamadan kabul etme eğiliminde oluyoruz. Bir şeyi kabul ettiğimizde de artık aklımız buna uygun olarak çalışıyor. Böylece, temel kabulümüzü savunmak adına bir sürü gerekçe üretiyoruz. Akıllıca ürettiğimiz gerekçeler de, düşünmemizi değil, düşünmememizi pekiştiriyor. Yani, aklımız bazen düşünüp sorgulamamızı sağlarken, bazen de düşünmemizi ve sorgulamamızı engelliyor. İlginç bir paradoks...
Her söz, ilk söyleyenin niyeti ne olursa olsun, sonrasında kendi anlam dünyasında ilerler ve toplumsal dinamiklere gücü ölçüsünde yön verir. Bir öğretmen adayının bilinç altı dünyası, öğretmenliği kutsal bir meslek olarak kodladığında, artık o, istese de istemese de bu kavramın yarattığı duygusal enerjiyle eylemlerini şekillendirir. İlk bakışta bunda ne var ki diye düşünülebilir. Hatta bu doğru da gelebilir. Ancak, düşüncesizce kabul ettiğimiz şeyler hayatımızı her zaman da kolaylaştırmaz.
Öğretmenliğin kutsallığı söylemi, belki ilk söylendiği zamanlarda bir ihtiyaca karşılık gelmiş ve üzerine düşen sorumluluğu da yerine getirmiş olabilir. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarıyla birlikte öğretmenlerden çok şey beklendi. Onlar, yeni kurulmuş cumhuriyetin aynı zamanda ideolojik taşıyıcısıydılar. Bu nedenle de yaptıkları iş sadece bir meslek olamazdı. Bir öğretmen, öğretmenden daha fazlası olmalıydı. İşte, kutsallık söylemleri, söz konusu misyonun taşıyıcılığını yapmayı anlamlı hale getirerek kolaylaştırdı. Kendi dönemi ve koşulları içerisinde son derece doğru ve amacına hizmet eden bir söylemdi belki de.
Çok şey değişti
Ancak... Bugünün eğitim anlayışları dikkate alındığında, çok şeyin değiştiğini söylemek mümkün. Bilimsel bilgilerdeki artış, bir yandan insanın doğasını daha iyi anlamamıza, öte yandan eğitimle ilgili çerçevelerin de farklılaşmasına neden oldu. Doğaldır ki, bu değişimler öğretmenliği ve öğretmenliğe ait rolleri de etkiledi. Bugün artık diyebiliriz ki, öğretmenliğin kutsallığı üzerinden yapılan tanımlamalar yerine, bilimsel ve profesyonel bir hizmet olması üzerinden yapılan tanımlamalar daha doğru. Bir başka ifadeyle, öğretmenlik kutsal bir iş değil, bilimsel ve profesyonel bir hizmettir. Kaldı ki, bir şey meslekse kutsal olamaz, kutsalsa da meslek olamaz!
Bu söylemi biraz daha ayrıntılı analiz etmek gerekirse birkaç noktayı özellikle belirtmek gerekiyor. Kutsallık söylemi, temelde iki alt mesajı içeriyor:
- Öğretmenlik, ilahi boyutları ve sorumlulukları olan bir faaliyettir.
- Öğretmenlik mesleği, diğer tüm mesleklerden daha değerlidir.
Birinci mesaj, özü itibariyle öğretmeni ve öğretmenliği, insani boyuttan çıkarıp ilahi boyuta taşıyan bir içeriğe sahip. Kutsal olan tartışılıp sorgulanamaz. Sonuçta, kutsallık ilk kabul ya da redde dayanır. Başlangıçta kutsal olduğuna kanaat getirdiğimiz şeyi artık pek sorgulayıp tartışamayız. Zaten, sorgulanıp tartışılırsa, zihnen kutsal olmaktan çıkarmış oluruz. Kutsal olan sorgulanıp tartışılmaz, aksine sadece hikmeti anlaşılır. Oysa, öğretmen ve öğretmenlik pedagojik kriterlere uygun olarak tartışılıp sorgulanabilir. Eleştiriye açıktır, eksik ve hatalardan söz edilebilir. Öğretmenliğe ve öğretmenlere kutsallık izafe eden bir algıyla bakınca, çocuklarımızı “eti de senin, kemiği de senin” anlayışıyla onlara teslim ederiz. Çünkü, bilinç altımız kutsallık izafe ettiği öğretmenin asla hata yapmayacağına inanır. Oysa, bugünün insan ve eğitim anlayışı, bu otomatik bakış açısını onaylamıyor.
Kutsallık söyleminin ikinci boyutu da, öğretmenliğin, diğer tüm mesleklerden çok daha üstün ve değerli olduğu vurgusunu yapması. Aslında birçok meslekte de buna benzer bir büyüklenme duygusu hep var. Doktorlarda, avukatlarda, mühendislerde... Sonuçta, meslek üzerinden de olsa yüceltilmek hepimizin egosuna iyi gelir.
“Hiçbir şey olamazsan, öğretmen ol”
Tabi ki, bir şeyin değerinden söz etmek için belirli referanslara ihtiyacımız var. Hangi değerden söz ediyoruz? Ekonomik değer, psikolojik değer, sosyolojik değer, fonksiyonel değer... Bu açıdan bakıldığında, öğretmenlere verilen maaşlar, öğretmenliğin toplumdaki algısı (hiçbir şey olamazsan öğretmen ol) gibi gerçekler, öğretmenliğe verilen değerin çok da heyecan verici olmadığını düşündürüyor.
Bu noktada, kutsallık söylemi, adeta birçok eksiği kamufle etmek için kullanılıyor gibidir. Ayrıca, bir mesleği aşırı derecede yüceltme ihtiyacı da kendi içerisinde oldukça tartışılır. Çünkü, aşırı yüceltme ihtiyacı bir tür savunma mekanizmasıdır. Ve gerçek çoğu zaman abartılarımızın zıddında saklıdır. Öyleyse, mesleki yüceltmeler, mesleki kompleksi örten bir psikolojik oyundur dersek çok da yanılmış olmayız. Oysa, aslolan ne yerlerde sürünmek, ne de göklerde uçmaktır. Önemli olan, neredeysen orada olmaktır. Diyebiliriz ki, her meslek değerli. Ve, meslek yapmak demek, başkalarına hizmet etmek demek. Hizmet eden olduğunu unutmadan görevini ve sorumluluklarını yapanlar da yeterince değerli. Birini diğerine üstün tutmaya çalışmak gereksiz ve anlamsız bir çabadır. Tüm meslekler birbirini tamamlar. Dolayısıyla, biri olmadan diğerinin varlığı zaten pek de bir şey ifade etmez.
Ülkemizde dikkat edilirse, hangi meslek grubundan insanlarla bir işiniz olursa olsun, çok can sıkıcı şeyler yaşanabiliyor. Doktordan fırça yiyen hastalar, bir banka memuru tarafından azarlanan müşteriler, kendisi sanki her zaman doğruları yapıyormuş gibi imalı şekilde sizi aşağılayan trafik polisleri, saygıyı sadece kendisinin hakettiğini düşünüp öğrencisine her tür saygısızlığı yapan öğretmenler, akademik ünvanını kullanarak yere göğe sığamayan akademisyenler...
Bir mesleğin bize sağladığı güç ve yetki, bizim, hizmetlerimizi güçlendirmek yerine mesleki narsizmimizi güçlendirdiğinde ilişkilerimiz ve sosyal hayatımız çekilmez hale gelebilir. Unutmamak gerekir ki, hepimiz önce insan, sonra “bir şey”iz. Kişiliğimiz mesleğimizin üstündedir. Dolayısıyla, kişilik gücümüz mesleki gücümüzden daha önemli. Eğer bir insanın mesleki gücü kişilik gücünün üstünde olursa, o insan oldukça tehlikeli olabilir.
Öğretmenlik, gerçekten de doğasından gelen bir öz değere sahip. Şüphesiz ki, bir toplum için de büyük katma değerler sağlayan bir meslek. Ancak, bu gerçekler, hem meslek insanlarında hem de toplumdaki mesleki algı yanılsamalarını göz ardı etmeyi gerektirmez. Bir mesleğin yapılmasındaki en ideal denge, akıl ve duygunun kesiştiği noktada olabilir. Bu da, sadece öğretmenlik mesleği için değil, tüm meslekler için geçerli. Mesleğini akıllıca ve severek yapan her meslek insanı doğal olarak başarıya ve mutluluğa daha yakındır.
Son 20-30 yılda dünyada yapılan bilimsel araştırmalar, insan davranışı, düşünme ve öğrenme özellikleri, öğretme faaliyeti gibi birçok alanda oldukça ilgi çekici ve çarpıcı bulgular ortaya koyuyor. Bu araştırmalar ışığında diyebiliriz ki, geleceğin eğitimi çok büyük değişim ve dönüşümlere gebe. Hatta biraz daha ileriye gidelim ve diyelim ki, gelecekte okul diye bir şey kalacak mı, öğretmenlik diye bir meslek olacak mı tartışılır hale gelecek gibi.