Güncelleme Tarihi:
Bu nedenle, özellikle eğitim ve iş dünyasının son zamanlarda gündeminde yer alan ve üzerinde sıklıkla çalışmalar yapılan yeni bir kavram var. ‘Öğrenme Çevikliği (Learning Agility)’. Bu kavram hem yöneticiler, hem de çalışanlar için önem kazandı. Peki nedir Öğrenme Çevikliği?
Birçok kaynakta deneyimin olmadığı alanlar ve konulara uyum sağlamanın, belirsizlik içinde yüksek performans gösterebilmenin adı ‘Öğrenme Çevikliği’ olarak tanımlanıyor. Öğrenme konusundaki çeviklik, liderlik potansiyelinin önemli göstergelerinden biri olarak görülüyor ve öğrenme çevikliğine sahip olanların, “Ne yapacağını bilmediğin zaman ne yaparsın?” sorusuna da cevap verebilmesidir. Bu, özellik de onları diğer yöneticilerden ayırıyor.
Literatürde modern insanın üç değişik zekaya sahip olduğunu görüyoruz. Daha kolay öğrenebilen ve daha hızlı sorun çözebilen yüksek IQ’lular, daha girişimci fırsatları daha iyi değerlendirebilen stres ve endişeden daha az etkilenebilen EQ’su, yani duygusal zekası yüksek olanlar ve yeni fark edilen, merak düzeyi yüksek ve kültürel uyumu hızlı olan CQ’lular. IQ’nun sonradan geliştirilmesi zor olabiliyorken, EQ ve CQ’nun geliştirilebilir nitelikte olduğunu biliyoruz.
Öğrenme çevikliğine sahip kişilerin özelliklerine bakıldığında:
Analitik düşünebilen, problemleri rahatlıkla tanımlayabilen, çabuk kavrayan ve buna göre atılacak adımları tespit edebilen bir zihinsel çeviklikleri olduğunu görebiliriz.
İnsan ilişkilerindeki çevikliklerinde ise; kendilerini iyi tanırlar, açık fikirlidirler, farklı yapılarda insanlar ile kolaylıkla iletişim sağlarlar ve otorite kurmadan etki yaratabilirler.
Bunlar, olaylara çok meraklı yaklaşırlar. Öğrenmeye ve deneyime çok açıktırlar. Yenilik ve zor uygulamalara ilk gönüllü olan kişilerdir ve bu da onların değişime karşı gösterdikleri çevikliklerinin en önemli özelliği olarak çıkıyor karşımıza. Bir özellikleri de, sonuç yaratmadaki çeviklikleri. Bu sayede ekiplerine ilham vererek onları harekete geçirebiliyorlar. Ekibin ihtiyacı olan güveni yaratarak hem kendilerinin, hem de çevresindekilerin sınırlarını zorluyor ve başarılı bir sonuca ulaştırıyorlar.
Nasıl geliştirebiliriz?
Öğrenme çevikliğini geliştirmek için yapılabilecek bazı çalışmalar özetle şöyle sıralanabilir:
Öncelikle yapılacak işle ilgili yenilik yaratılması gerekiyor. Önümüze seçenekler geldiği zaman ilk aklımıza geleni ya da en kolay olanı seçme gibi bir alışkanlığımız var. Bunun yerine, biraz işin üzerinde düşünerek, yeni yollar ve yepyeni çözümler bulmanın mümkün olduğunu görebiliriz. Bir problemle karşılaştığımızda kendimize şu iki soruyu sormakta fayda var: Bizi yeni ve değişik bir şey yapmaktan alıkoyan şey nedir? Mevcut kısıtlamalar olmasaydı bu konuya başka nasıl yaklaşırdık?
Bu iki soruya vereceğimiz cevap bizim yeni bir yol, yöntem ve çözüm bulmamızı sağlayacak.
Diğer yandan, hepimiz genelde baskı altında çalışırken sadece işlerin başarılması için uğraşıyoruz. Ancak bu, bize ilham vermekten ve yenilik yaratmaktan uzak bir durum. Yeni bir durumla karşılaştığımızda daha önce yapılmış ve denenmiş bir işle kıyaslamak, birçok soru sormak, uygulamak istediğimiz yeniliğin hayata geçmesini sağlayacaktır.
Yapılan yeni işle ilgili öğrenme, yansıtma yoluyla sağlanabilir.Yani sürekli geri bildirim alınmalı. Yeni beceri ve bakış açıları geliştirmek için riske girmek gerekiyor. Ortaya çıkacak durum üzerinde savunmacı olunmamalı; her yeni işte, kişi veya konudan yeni öğrenimler çıkarılabilmeli. Önemli olan bunları dürüst ve olgun bir şekilde kabul etmek.
Kurumlar için de önemli
Bugünün dünyasında, kurum yöneticilerinin öğrenme çevikliği, fark yaratan unsurlar arasında öne çıkıyor. Yakın bir gelecekte de ‘güçlü çalışanların’ en önemli niteliğinin yine öğrenme çevikliği olacağı düşünülüyor. Üniversiteye girişte ve işe alımlarda artık diplomanın yanında adayın; spor yapıp yapmadığı, bir müzik aleti çalıp çalmadığı, farklı bir iş deneyimi yaşayıp yaşamadığı, sosyal sorumluluk projelerinde yer alıp almadığı gibi yapılan diğer etkinlikler CV’de yer alan en önemli unsurlar olacak. Bu bir anlamda, bireyin becerilerinin ne kadar geliştiğinin, öğrenme kapasitesinin ne kadar olduğunun ve yeni becerileri öğrenip öğrenemeyeceğinin de bir göstergesi sayılacak.
Son yıllarda ‘yetenek yönetimi’ konusunda yapılan çalışmalar bir anlamda bize ipucu oluyor. Kurumlar, çalışanlarının ‘yetenek profillerini’ çıkarıyor ve yeni becerileri öğrenecek potansiyellerinin olup olmadığını anlıyorlar. Ayrıca, yapılan araştırmalarda; katılanların yüzde 85’i kurumların ‘yüksek potansiyelli çalışanlara’ talebinin arttığını, buna karşın yüzde 47 oranında bir yüksek potansiyelli çalışan havuzunun olduğunu belirtiyorlar. Bu aynı zamanda, yüksek potansiyelli çalışanlarla, kurumun 10, 20 hatta 50 senelik uzun vadeli strateji hedeflerinin örtüştürülmesini gerektiriyor. Bu nedenle birçok kurum, yüksek potansiyelli çalışanları belirlerken ‘öğrenme potansiyeli’ kriterini de göz önüne alıyor.
Öğrenme potansiyeli olan yöneticiler, ani değişimlerde ve belirsiz ortamlarda rahat davranabilen kişilerden oluşuyor. Bu tür yöneticilerin; birbiriyle doğrudan ilgisi olmayan parçaları birleştirebildiği, bu birleşimden yola çıkarak yaratıcı çözümler üretebildiği, elinde yeterli veri olmasa bile karar almaktan kaçınmadığı ve çevresine kulak veren etkin dinleyiciler olduğu görülüyor.
Günümüzde artık sormamız gereken soru, insanların doğru becerileri olup olmadığı değil; yeni becerileri öğrenecek potansiyelleri bulunup bulunmadığı. Yöneticilikle ilgili yapılan araştırmalar, beş potansiyel özelliğe işaret ediyor:
1 - Zorlu hedeflerin peşinde koşmaya yönelik güçlü bir motivasyonla beraber grubun ihtiyaçlarını bireysel ihtiyaçların önünde tutma alçakgönüllülüğü,
2 - Yeni fikirleri ve alanları keşfetmeye karşı doyumsuz merak,
3 - Diğerlerinin görmediği bağlantıları keşfedecek keskin içgörü,
4 - İş ve çalışanlara karşı güçlü bir ilgi,
5 - Engellerin üstesinden gelme kararlılığı.
Gerçek ve tam öğrenmeyi sürekli hale getirmek şart
Günümüzde yaşanan her türlü değişim eğitimi de etkiliyor. Eğitim dünyası, okullar ve eğitimciler olarak bu değişime ayak uyduramaz ve çocuklarımızı geleceğe hazırlayamazsak birey ve toplum olarak hep geriden gitmek ve çağı yakalamakla uğraşmamız gerekecek. Bu nedenle değişimlere direnmek yerine nasıl uyum sağlayacağımızı öğrenmek, bunun için de ‘öğrenme çevikliği’ kazanmak zorundayız. Bunu sağlayacak en önemli unsur da ‘öğretmen’dir. Öğretmenlerin çevik eğitim anlayışıyla yetişmeleri ve okullarda öğrencilerine aktarmaları gerekiyor.
Bu çerçevede bir örnek verilecek olursa:
Eğitim Koçu Steve Peha tarafından Hindistan’daki 500 okulda öğretmenlere yönelik olarak, çevik eğitim anlayışına göre eğitim verildiği biliniyor. Steve Peha, eğitim dünyasındaki temel sorunların öğrenme, insanlar ve değişimle ilgili olduğunu ve çeviklik kavramının bu bağlamda katkı sağladığını belirtiyor. Eğitimde çeviklik anlayışı ile okullarda bir öğrenme kültürü yaygınlaştırılmasına çalışıldığını vurguluyor.
Peki eğitimde çeviklik anlayışını benimseyen bir okulda hangi özellikler bulunmalı diye sorulacak olursa, şöyle cevap verilebilir:
En önemli öncelik, gerçek ve tam öğrenmeyi sürekli kılmak, öğrencileri ve velilerini tatmin etmektir. Eğitim sürecinde değişiklik yapmaktan çekinmemek ve bu değişimi öğrenciler ve velilerin yararına kullanmak gerekiyor. Gerçek öğrenmenin gerçekleşmesini sağlayacak kısa vadeli planlar (günlük veya haftalık) uygulanır. Okul ve veliler sürekli iletişim içinde olur, böylece okulda öğretilenin yaşamda da karşılık bulması sağlanır.
Hata yapmanın, öğrenme sürecinin doğal bir parçası olduğu bilinir ve geçmişteki hatalarla uğraşmak yerine karşılaşılacak yeni sorunları çözmeye odaklanılır. Gelişmenin en önemli ölçüsünün gerçek öğrenme olduğuna inanılır. Tüm eğitimciler, öğrenciler ve veliler sürdürülebilir bir öğrenme akışı sağlamaya çalışırlar. İyi tasarıma önem verilerek, gelişen teknoloji yakından takip edilir, böylece değişime adaptasyon kolaylaşır. En iyi fikirlerin ve girişimlerin kendi kendini organize eden takımlardan çıkacağına inanılır. Eğitimciler kısa aralıklarla bir araya gelerek değerlendirmeler yaparlar ve düzeltilmesi, değiştirilmesi gerekenler üzerinde görüş alışverişinde bulunurlar.
Yukarıdaki esaslarla ilerleyen bir okul, öğrencilerinin de düşünme ve harekete geçme pratiğini etkileyip, dönüştürecektir. Sürekli yenilenme, değişim, adaptasyon ve şeffaflığın, kurumların hantallığını ortadan kaldırdığı gibi insanların da daha eşit ve özgür ortamlarda çalışmalarını, öğrenmelerini sağladığı görülüyor. Çocukları hayata, yaşam pratiğine hazırlayan kurumların da bu özelliklere sahip olması gerekiyor.