Güncelleme Tarihi:
Günlük stres, iş temposu, okul ve öğrencilik hayatı derken, kendimizi hem duygusal, hem fiziksel, hem de zihinsel açıdan çok fazla yoruyoruz. Öğrenciler; ders yoğunluğu, sınav stresi, arkadaşlarıyla olan rekabetin yanı sıra bir de aile baskısıyla baş etmeye çalışıyor. Bu sıkıntılar kişiyi tükenmişlik sendromuna sürükleyebiliyor. Tüm bu sürecin nasıl işlediğini Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şube Başkan Yardımcısı Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin şöyle anlatıyor:
Tükenmişlik sendromu, kişiyi bedensel ve ruhsal açılardan zorlayan hayat olaylarına veya yaşam koşullarına uzun süre maruz kalınması sonucu ortaya çıkan ruhsal, zihinsel, fiziksel bir yıpranma ve güçsüzleşme hali. Kişinin uzun süre yorucu ve yıpratıcı bir tempoyla çalışması, yeterince dinlenmeden efor sarf etmesi, rekabetçi bir ortamda performans ve başarı odaklı taleplerle yoğun meşgul olması, bir süre sonra çöküntü ve tükenmişlik getiriyor. Gücümüzün, enerjimizin ve motivasyonumuzun değişkenlikler sergilemesi son derece doğal. Tükenmişlik sendromu tedbiri alınabilecek bir durum; onu, altyapısını, nedenlerini ve temel unsurlarını anlamak, önlemek noktasında yardımcı oluyor. Profesyonel atletler, “Susamadan su içmek gerekir. Susadığınız zaman içmek için çok geç olmuştur!” der.
BAŞKALARIYLA KIYASLAMAYIN
YGS, LYS, TEOG, vizeler, finaller ve bunlara günlük dersler de eklenince öğrenciler çok yoğun bir çalışma temposundan geçiyor. Tüm bunlar, tükenmişlik sendromu riskini artıran unsurlar. Çünkü öğrenciler bu süreçlerde, bir rekabet ortamında başarı, puan, performans ve sıralama odaklı yüksek beklentilerle karşı karşıya kalıyor. Aile ve toplum beklentileriyle baskı daha da artıyor ve yıpratıcılık hızlanıyor. Aslında sonuçtan çok süreç odaklı olmak çoğu zaman daha sağlıklı bir davranış. Herkesin performansını ve başarısını kendi koşullarında değerlendirmesi, kendisini mümkün olduğunca başkalarıyla kıyaslamaması koruyucu oluyor. Öğrencinin, “Geçen seneye göre bu yıl neler öğrendim, geçen aya kıyasla bu ay ne kadar hızlandım, düne göre bugün hangi konularda daha iyiyim?” gibi gelişimini kendi içinde değerlendirmesi daha sağlıklı. Bir de en önemlisi, alınan not veya sınav derecesiyle kendini özdeşleştirmemek. Not, puan, sıralama; sadece belli bir kesitteki bir performanstan ibaret. Kişinin karakterini, benliğini, tüm var oluşunu inşa etmeden, bu algıdan uzak durması gerekiyor.
ACABA TÜKENİYOR MUYUM?
Tükenmişliğe neden olan en belirgin unsurlar, yetişkin insanlarda olduğu gibi öğrencilerde de benzer. Ama ders programının, ek derslerin, etüt saatlerinin yoğunluğu, daha yükseğe çıkarılmış hedef ve beklentiler, rekabet ortamı, burs gibi birçok etken öğrencilerin üzerindeki baskıyı ve yıpranma payını da maksimuma çıkarıyor. Buna monotonluk, yalnızlık ve sosyal desteğin yetersizliği gibi yeni bir boyut eklenince risk artıyor. Yeterince mola vermemek, dinlenmemek, sağlıklı ve dengeli beslenmemek de riski artırma da önemli bir faktör. Kısa vadede yaşanan performans, başarı, puan, derece, prestij, statü, takdir ve onay gibi tatmin kaynakları da bu durumda anlamını yitirmiş oluyor. Tükenmişlik sendromunun belirtilerini fiziksel, zihinsel ve duygusal olmak üzere üç farklı şekilde ele alabiliriz:
FİZİKSEL BELİRTİLER: Enerjisizlik, kronik yorgunluk, güçsüzlük, baş, mide, bel ve boyun ağrıları, bazen kusma, kas krampları ve tutulmaları, uyku ve yeme ihtiyacında dalgalanma, bağışıklık sisteminde düşme sonucu daha sık ve kolay hastalanma.
ZİHİNSEL BELİRTİLER: Umutsuzluk, kendine ve hayata dair olumsuz inanç, düşünce ve beklentiler, yetersizlik ve çaresizlik, dikkat ve konsantrasyon güçlükleri, bazen karar verememe, bazen de ani ve fevri kararlar verme eğilimi.
DUYGUSAL BELİRTİLER: Ağırlıklı olarak stres ve depresyon belirtilerine benzerlik gösteriyor. İsteksizlik, güvensizlik, alınganlık, kırılganlık, gerginlik, umutsuzluk, tahammülsüzlük, sabırsızlık, kapana kısılmışlık, yalnızlık ve yabancılaşma.
Kimler risk altında?
Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin’e göre, durum, olay ve iş koşullarının özellikleri kadar, insanın kendi kişiliğiyle ilgili unsurlar da tükenmişlik sendromunun altyapısını oluşturuyor. Dr. Altekin, daha fazla risk taşıyan kişileri şöyle sıralıyor:
* Hayata ve kendine dair yüksek beklentileri bulunanlar,
* Yüksek idealler taşıyanlar,
* Mükemmeliyetçiler,
* ‘Hayır’ demekte zorlananlar,
* Yüksek sorumluluk ve fazlasıyla gelişmiş görev bilincindekiler,
* Diğer insanların beklentilerini ve ihtiyaçlarını karşılamak konusunda fazlasıyla hassas olanlar,
* Kendini suçlamaya ve yargılamaya eğilimliler,
* Kolayca yetersizlik duygusuna kapılabilenler,
* Çok çabuk moral bozukluğu yaşayabilenler,
* Sosyal destek sistemleri az olanlar.
SENDROMUNUZLA NASIL BAŞ EDEBİLİRSİNİZ?
- Yemek ve uyku düzeninize dikkat edin. Gün içinde ve haftalık programınızda mola zamanlarınıza özen gösterin.
- Mizaha vakit ayırın.
- Daha fazla hareket edin, spor yapın. Hiçbir şey yapamıyorsanız, en azından hava alın ve yürüyün.
- Hobi edinin.
- İnsan teması her zaman şifa ve güç kaynağıdır, arkadaş ve dostlarınızla buluşun, konuşun, paylaşın.
- Eğer koşullar elveriyorsa yaratıcılığa ve esnekliğe izin verin. İşinize, okul hayatınıza kendinizden bir şeyler katmak için uğraşın.
- İhtiyaç duyduğunuzda yardım ve destek istemekten çekinmeyin. Mümkünse hayatınızla ilgili büyük ve önemli kararları duygularınız yoğunken vermeyin, belirli kararlarda çevrenizden fikir almaya çalışın.
- Koşullarınız elverdiğince mola vermeye gayret edin. Zamansal ve mekânsal anlamda kısa süre de olsa uzaklaşmak tazelenmenize, güç ve enerji depolamanıza yardımcı olabilir. Tatile gitme fırsatı yaratma şansınız yoksa bile, evde ya da dışarıda, kendinizi huzurlu, güvenli, rahat ve keyifli hissettiğiniz bir ortamda vakit geçirmeye çalışın. Mümkünse bunu sosyal medya araçlarından uzak kalarak yapın.