Güncelleme Tarihi:
İlk sorumun yanıtına geçenlerde bir duvarda rastladım ve çok etkilendim.
“Hayatta bir insana öğretilecek en önemli şey, onun tek başına nasıl öğreneceğini göstermektir.”
Sözün kime ait olduğunu bilmiyorum ama söyleyenin de bu konuda oldukça düşünmüş olduğuna inanıyorum. Acaba öğretmek için emek verirken bunu gerçek anlamda kendine misyon edinmiş kaç eğitim kurumu, hatta kaç eğitimci vardır? Çok fazla olduğunu düşünmüyorum.
İkinci konunun yanıtını ararken kendime sorduğum bir başka soru daha var: En iyi okullardan en iyi derecelerle mezun olanların yaşamlarında her zaman çok başarılı olamamalarının nedeni ne?
Oracle’ın CEO’su Larry Ellison, Microsoft’un kurucusu Bill Gates, Apple’ın kurucusu Steve Jobs devam ettikleri üniversitelerden mezun olmamalarına, hatta kiminin okuldan atılmış olmasına rağmen ABD’nin en başarılı yöneticileri ve zenginleri arasındalar. Bu başarının sırrını aslında Steve Jobs Stanford Üniversitesi’nin diploma töreninde yaptığı ünlü konuşmada tekrarlamıştı. Hepimizi şaşırtan bu konuşmadan her okuldan atılanın yaşamda başarılı olacağı sonucuna ulaşmak mümkün değil ama ana amaç yaşamda başarı ise iyi okuldan yüksek dereceyle mezun olmanın bunu mutlaka sağlamadığı anlamında bir çıkarım da yanlış değil.
Peki, o zaman günümüzde neler değerli?
Günümüzde yadsınamaz halde ve uzun zamandır belirleyici güç bilgi. Doğal olarak gereksiz bilgilerle donamış olmak gerçek yaşamda bir işe yaramıyor. Çünkü kullanılamayan, üzerinde çalışılamayan bilgi unutuluyor. Bu yüzden günümüzde “bilgiye ulaşmayı bilmek” sanırım “bilmekten” daha önemli.
Böyle olunca eğitim kurumlarının da sadece bilgi veren, öğreten kurumlar olmaları ciddi olarak sorgulanmalı. Velilerin de akademik başarıyı çocukları için tek belirleyici olmaktan çıkarıp yaşam başarısını etkileyen belirleyicilerin neler olduğu üzerinde durmaları doğru olur.
Artık başarıyı yakalamak için önemli olan mesleki bilgiden çok sosyal iletişim yeteneği, diğer bir deyişle bilgiyi satma yeteneği. Her ne kadar bu özelliğin tanımını yapmak zor olsa da, belki genelleyerek “Sosyal Yaşam Becerileri” diyebiliriz. Bir insanı anlamaktan, kendini karşısındaki kişiye anlatmaya, insanlarda sempati oluşturmaktan, onları yönlendirmeye kadar uzanan bir yetenek. Ve işin zor tarafı bu kazanıma ulaşmanın okulu da yok. Bu konuda eksikliğinizi fark ettiğiniz 30’lu yaşlarda istediğiniz kadar kursa gidin sorunu tamamıyla çözmek mümkün değil. Bu kazanım bilgi eksiğimizi gidermekten farklı bir edinme süreci gerektiriyor. Belki de sözünü ettiğimiz beceri çocukluktan başlayarak yaşamın her anında ve ortamında verilmesi gereken, her kişinin alamadığı bir eğitim ama asla öğretim değil.
Bazı çocuklar doğal olarak dahil oldukları gençlik gruplarında bu beceriyi edinenler olarak şanslılar. Onlar için “Ağaç yaşken eğilmiş” demek mümkün. Örneğin gençken yapılan spor ile gelişen takım ruhu, mücadele etmeyi, güveni öğreten izcilik... İzciliği özellikle bir İstanbul Erkek Lisesi mezunu olarak vermek istedim. Çünkü izcilikte teorik bir şey anlatılmadan her şey yaparak ve yaşayarak öğrenilir. Psikologların dediği gibi “Learning by living - learning by doing”. Bu öğrenme sürecini doğal ortamında yaşayan İEL’liler yaşamlarında başarı için gerekli ve önemli bir aşamayı doğru zamanda tamamlamış oluyorlar. Sosyal yaşam becerisi insanlara yeni kapılar açıyor, yeni insanlarla bir araya getiriyor hatta onlarda güven yaratarak iş yaşamında güvenilen paydaş olarak kabullenilmeyi sağlıyor. Özetle insanları kazanmak, sosyal iletişim becerisiyle açılan kapıdan mesleki veya akademik kökenli işlenmiş bilgiyle birlikte oluyor.
Sosyal yaşam becerisinin etkin olduğu bir kavram da networking. Yani çok sayıda insanla birlikte ortak bir iletişim ağına dahil olmak. Bu olanağa herkes sahip olamıyor. Ama camia okulları olarak sözünü ettiğimiz köklü okullar yeni nesil okullar ile kıyaslandığında, sahip oldukları uzun geçmiş, güçlü algı ve mesleğinde etkin çok sayıda mezunuyla öğrencilerinin başarı yolculuklarına bir adım daha önde başlamalarına olanak sağlıyor.
Kuşkusuz yabancı dili de bu sarmalın içinde tutmak gerekir. İngilizceyi bilmeden uluslararası arenada var olabilmek mümkün değil. İkinci yabancı dili öğrenmeyi istemek ise artık gereklilik. Eminim bir Alman profesör arkadaşımın yaptığı gibi çocuğuna Çince öğretecek dadıyı doğumdan itibaren tutmak yakın gelecekte yadırganmayacak hatta takdir edilecek bir uygulama olacak. Yabancı dilin zorunluluğuna verilebilecek başka bir örnek de ENKA’nın Onursal Başkanı sevgili ağabeyim Şarık Tara’nın Slav dillerini bilmesi ile Rusya’da hızlı büyümesidir.
Kısaca özetlersem, bilgi ve akademik başarının anlamı değişiyor. Bilgiyi bilmekten çok ona ulaşmak ve kullanmayı bilmek ön planda. Sosyal iletişim becerisi yaşamda kapıları açan esas belirleyici. Yabancı dil ise olmazsa olmaz. Diğer belirleyici ise çok insana ulaşabilme altyapısı ve analitik düşünebilme yeteneği ile sentez yapabilmek.
Eğitim ve öğretim kurumlarında dengeli bir şekilde hedeflere yönelmek, gelecek için hem daha başarılı insanlar hem de daha mutlu insanlar demek. Zor da olsa eğitim üzerine düşünmek, bakış açımızı zamanı geçmeden değiştirmek gerek. Eğitim kurumlarını yönlendirenlerin bu dönüşümü sağlam temellere dayandırarak gerçekleştirmeleri ile istenilen başarı sağlanabilir. Ama değişimin daha da hızlanacağını unutmadan hemen aksiyon almak gerek.
Seviye Belirleme Sınavı (SBS) öncesinde velilerimize, bu sınavın bilgi ve akademik başarıyı işaret eden ama asla tek başına yaşam başarısını sağlayan bir belirleyici olamayacağını hatırlatarak, sınav öncesinde ailelerde yaşanan kaygının hafiflemesini umut ediyorum.