Güncelleme Tarihi:
Nitelikli bir içeriğiniz yoksa ülke olarak dersiniz “boş” geçiyordur. Lise Müfredat Çalıştayı’nda bir kez daha gördük ki müfredatımız, gerçekte, öğretmen tarafından tam anlaşılamamış, sınırları belirsiz, dolayısıyla da öğrencinin kafasını karıştıran binlerce “kazanım”dan ibaret.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Özel Okullar Derneği Birliği, çok sayıda lise ve üniversiteyi biraraya getirerek Lise Müfredat Çalıştayı Raporu yayınlandı. Birçok branşı temsil eden öğretmen, akademisyen ve yöneticiyi buluşturan dernek, öğrencilerin neden öğrenemediği sorusuna cevap aradı. Hürriyet Eğitim’de “Sıfır Çekenler Bizim Suçumuz” başlığıyla da haber olan çalıştayın raporu, bence gözden kaçırılmaması gereken çarpıcı sonuçlar içeriyor. Rapordan size sadece birkaç not:
Tarih derslerinde, yıllardır eleştirilse de, dil, hala “biz” ve “öteki”nden ibaret; hala yansız ve eşit mesafeli değil. “Barış” diyoruz, “ötekileştirmemek” diyoruz, “Yunus Emre’nin hoşgörüsü”nü öğretmeye çalışıyoruz; ama lise öğrencisi dört yıl boyunca “biz” ve “öteki” diliyle öğreniyor. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık programındaki etkinlikler öğrencilerin gelişim düzeylerinin altında. Ne yazık ki hemen her ders için uçsuz bucaksız hedefler belirlenip de öğretmenden bunları öğrencilerine “sezdirme”si ve “hissettirme”si istenince hakikaten olmuyor.
Ders kitapları ve “kılavuz” isteyen kılavuzlar
Raporda belirtilen önemli sorunlardan biri ders kitapları. Bazı derslerde başarılsa da, müfredatın içeriğini yansıtmayan ders kitaplarımız da var; yapılandırmacı yaklaşıma uygun olmayan, ezberciliği dayatan kitaplarımız da. Dil ve anlatım dersinde okuma-yazma etkinliklerine yeterince yer ayrılmıyor, en acı olanı edebiyat derslerinde dünya edebiyatı yıllardır öğretilmiyor –tuhaftır, liseler dört yıllık olmadan önce vardı-.
İki ders kitabının da dili, evlere şenlik; ne günümüz Türkçesine yaranıyor(!) ne de eski Türkçeye. Daha da önemlisi kılavuz kitaplar. Yıllardır kullanılan ders kitaplarının, ilköğretimin aksine, öğretmeni rahatlatan, hedefleri somutlaştıran, dili anlaşılır, işlevsel etkinlikler içeren MEB onaylı kılavuz kitapları yok; olanları anlamak için “kılavuz”a ihtiyacınız var.
“Doping hafıza”lı çözüm
En önemli sorun da ÖSYM’nin düzenlediği YGS-LYS ile lise müfredatlarının içeriği arasındaki uyumsuzluk. Dersin öğretmeni bir yandan müfredatın “gereğini” yerine getirmeye, öte yandan iyi bir LYS başarısı için ÖSYM’nin konularını anlatmaya çalışıyor. Yazılı sınavında ise sadece müfredattaki konuları sormak durumunda. 12’nci sınıf öğrencisi, bu uyumsuzluğu, çok kızılan(!) dersanelerde ve özel derslerde “gideriyor”. Yetmiyor, yazar-eser adı ezberlemek için “doping hafıza” kurslarına koşuyor. Öğretemediğimizi ezberletiyoruz yani. Katlanabilecekseniz internetten bir bakın derim. Örneğin Moliere’i mi öğrenmek istiyorsunuz, şöyle oluyor:
Bir resim ve bir anlatıcı var. Anlatıcı resmin üzerinden kahramanları göstererek başlıyor. Hikaye şu: Biri, hayrına resimde gördüğünüz “Kadınlar Mektebi” ve “Kocalar Mektebi”ni, biri de vidaları sıkıp sıkıp şu ortadaki “Scapin’in Dolapları”nı yaptırmış. Resimdeki kadınlar yaşlı olduğuna göre bilgiç olurlar, ”Bilgiç Kadınlar”; hasta olurlar, ”Hastalık Hastası Kadınlar”; kibar olurlar,”Gülünç Kibarlar”. (sakın mantık aramayın, ezberleyemezsiniz!) Altı eser cepte. Kocalar mektebindekiler şurada oturan adama sen doktora çok benziyorsun diyerek zorla doktor yaparlar, “Zoraki Tabib”. Tabib çok “Cimri”dir, hoşlandığı kadına tart alır, kadın “Tartuff be!” der “Tartuffe” olur. Doktor cimri ya, misafirler evlerine gittiğinde (misafirler ne zaman geldi diye sormayın) “bol yer”, bu eserlerin yazarı kim? “Moliere”. Hepsi bu, Moliere’i öğrendiniz! Gülmeyin, gerçek!
Ne yapmalı?
Bu rapor ve benzeri geribildirimler önemsenmeli. MEB önderliğinde Türkiye’deki tüm liseleri içine alan geniş katılımlı çalıştaylar yapılarak liselerde neyi, nasıl, ne kadar öğrettiğimiz sorgulanmalı; ÖSYM ile ortak bir içerik geliştirilmeli. Bir an önce, öğretmeni kıskaç altına alan müfredat yeniden düzenlenmeli, buna uygun ders kitapları ve materyal üretimi için öğretmenlerin önerilerine kulak verilmeli; liselerdeki içerik, ilköğretimin gölgesinde olmaktan kurtarılmalıdır.
Bin bir umutla üniversiteye giden öğrenciye, “Dört yıl boyunca lisede ne öğrendiniz?” denmeyen, kafası kavramlarla karışmamış gençler istiyorsak, liselerde net, sağlam bir ders içeriği oluşturalım ki müfredatla durmadan cebelleşen öğretmen de, üniversitedeki hoca da öğrencisine “Ne anlatayım ben sana(!)” demesin. Zamana, emeğe ve en önemlisi bu gençlere yazık.
*Ne Anlatayım Ben Sana/Ece Temelkuran