Güncelleme Tarihi:
MUHSİN ERTUĞRUL FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN
Eline geçen her türlü maddi imkánı ve fırsatı Türk tiyatrosunun gelişmesi ve halka ulaştırılması yönünde değerlendiren başka bir tiyatro adamı yoktur.
Muhsin Ertuğrul, 1947 yılında henüz kurulmakta olan Devlet Tiyatrosu’nun çekirdeğini oluşturan Tatbikat Sahnesi’nin yönetimini üstlendi. Bir yıl önce onun öncülüğünde temeli atılan Istanbul Açıkhava Tiyatrosu, Muhsin Ertuğrul’un sahneye koyduğu Kral Oidipus’la açıldı. Ankara’da Tatbikat Sahnesi’nin dekor deposunu tiyatro salonuna dönüştürerek Küçük Tiyatro’yu açtı. Devlet Tiyatrosu düzenli temsillerine bu sahnede başladı.
Devlet Tiyatrosu genel müdürlüğüne atandı. Devlet Tiyatrosu ve Operası gösterileri için yüzde 25 indirimli bir memur abone karnesi sistemi kurdu. Izleyici sayısını giderek arttırdı. Cevat Fehmi Başkut, Ahmet Kutsi Tecer, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Turgut Özakman, Názım Kurşunlu gibi yeni yazarları tiyatroya kazandırdı. 1 Ekim’de BüyükTiyatro’yu resmen açtı. Hem
1951’de Milli Eğitim Bakanı’nın tutumuna kızarak istifa etti. Yapı ve Kredi Bankası’nın çağrısıyla Beyoğlu’nda Cumhuriyet döneminin en ilginç özel tiyatrolarından olan Küçük Sahne’yi kurdu. Burada Münir Özkul, Mücap Ofluoğlu, Şükran Güngör, Sadri Alışık, Lale Oraloğlu, Altan Karındaş, Kámuran Yüce, Cahit Irgat, Haldun Dormen, Nur Sabuncu gibi genç sanatçılarla Fareler ve Insanlar, Kanlı Düğün, On Ikinci Gece, Babayiğit, Godot’yu Beklerken gibi seçkin oyunlardan oluşan bir repertuvar tiyatrosunu gerçekleştirdi.
1954’te ikinci defa Devlet Tiyatrosu ve Operası Genel Müdürlüğü’ne getirildi. Ankara’da Üçüncü Tiyatro ve Oda Tiyatrosu’nu hizmete açtı. Bölge tiyatroları yasa tasarısı üzerinde çalışırken
1969’da Muhsin Ertuğrul’a Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü’nce törenle şeref üyeliği belgesi verildi. 23 Aralık - 12 Ocak 1970 arasında 60. sanat yılı büyük programlarla kutlandı. 1974’te Şehir Tiyatroları’nın başına yeniden, genel sanat yönetmeni olarak atandı. Genç yönetmen, oyuncu, yazar ve dekorcularla işbirliğini sürdürdü. Yedikule Zindanları’nda bir açıkhava tiyatrosu açtı. Tepebaşı’nda bulunan Şehir Tiyatroları Maragozhanesi’ni Deneme Tiyatrosu’na dönüştürdü. Gültepe ve Bayrampaşa tiyatrolarını açtı. Gezginci bir tiyatro topluluğu kurarak Istanbul’un çeşitli yerlerindeki kahvehanelerde temsiller verdirdi. 1975’te sırasıyla Berlin’e ve Paris’e gitti. Çeşitli tiyatrolardaki yeni oyunları ve sahne tasarımlarını inceledi. 1976 yılı Nisan ayı sonlarında "yerinden yönetim" konusunda çıkan tartışmalarla tiyatroda artan iç gerilimi bir demokratikleşme hareketi olarak görmediğini bildirerek, görevinden ayrıldı.
1979 yılında Ege Üniversitesi Senatosu tarafından Muhsin Ertuğrul’a Türk tiyatrosu ve sinemasına yaptığı hizmetlerden dolayı "fahri doktor" sanı verildi. 23 Nisan’da Izmir’de düzenlenen törene hasta olarak katılan Muhsin Ertuğrul, çok kısa bir süre sonra, 29 Nisan 1979’da Izmir’de öldü.
MUHSİN ERTUĞRUL’UN SİNEMACILIĞI
Muhsin Ertuğrul, sinemaya çokluk bir tiyatrocu gözüyle bakmıştır. Zaten, sinema onun için genellikle yaz tatillerini değerlendiren bir yan işti. Çeşitli tarihlerde Almanya’da ve SSCB’de sinema sanatını inceleyen, filmler yöneten Muhsin Ertuğrul’un sinemacılığında bunların etkileri yoğun olarak görüldü.
Muhsin Ertuğrul, Türk sinemasında birçok "ilk"in başlatıcısıdır: Ilk tarihi film, ilk sesli film, ilk renkli film, Türk kadınının ilk kez filmlerde oynaması, vb.
Muhsin Ertuğrul’un ilk önemli filmlerinden biri Ateşten Gömlek’tir (1923). Halide Edip’in (Adıvar) aynı adlı romanından sinemaya aktarılan Ateşten Gömlek, ilk konulu Kurtuluş Savaşı filmi olması bakımından da önem taşır. Yine Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Bir Millet Uyanıyor’da (1932) Muhsin Ertuğrul, bütün çabalarına karşın, nitelikli bir tarihi film örneği ortaya koyamamıştır: Tarihi gerçekler macera havası içinde verilmiş, birçok olay, olgu karanlıkta kalmıştır. Aysel, Bataklı Damın Kızı (1934-1935 Filmin senaryosunu, Selma Lagerlöf’ün bir hikáyesinden uyarlayan Názım Hikmet yazmıştır.) gerek Muhsin Ertuğrul sinemasının, gerek Türk sinema sanatının bir kilometre taşı olarak değerlendirilebilir: Talat Artemel ve Cahide Sonku’nun başrollerini oynadığı bu melodram ilk köy filmidir: gerçek mekánda (Bursa’ya bağlı Çalıköy’de) çekilmiş, filmde köylüler de oynatılmıştır. Cahide Sonku ile başrolü oynadığı Şehvet Kurbanı (1940) da bir melodramdır; Alman sinemasından (Tendeki Şeytan, 1927) uyarlanan filmin Türk sinemasına bir katkısı olduğu söylenemez. Son filmi Halıcı Kız (1953), ilk renkli film çalışmasıdır. Film biçim ve içerik yönünden başarısız bulunmuştur.
Türk sinema tarihinde 1923-1939 arası genellikle "tiyatrocular dönemi" olarak adlandırılır. Bu dönemde Muhsin Ertuğrul’un çektiği filmler çoğunluktadır. Muhsin Ertuğrul’un filmlerinde
TİYATRO ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ
Muhsin Ertuğrul, oyuncu ve yönetmenliğinin yanı sıra tiyatro üzerine pek çok yazı da yazmıştır. Yazılarında tiyatro sanatına bakışını da güçlü mesajlarla dile getirmiş: "Tiyatro, meydan okumak, gerçekleri açıklamak, savaşa kışkırtmak, haksızlıklara direnmek niteliğini taşırsa ancak o zaman sanatçılar ve seyirciler için değerli bir sanat sayılmaya hak kazanır."
"Devletin, tiyatroya hastaneler, kütüphaneler gibi ödenek vermesinin nedeni, sahneden insanları doğru düşünmeye yönelttiği içindir."
"Tiyatroda ahlakın, ruhun, sanatın eğitimiyle insanoğlu asilleşir, toplumda yaşama görüşü genişler."
"Ádemoğlu’nu hoyratlıktan kurtarıp insanlık düzeyine getirmek için izlenecek yol tiyatrodan geçer."
"Sanatçılar yarı deliler gibi sabit bir fikrin kurbanıdırlar. Benim sabit fikrim de tiyatronun toplumu aydınlatacağıdır. Sabit fikirler sabit yıldızlar gibidir. Geceler karanlık oldukça yıldızlar daha çok parlar. Yarıdan çoğu okuma yazma bilmeyen bizim toplumumuz karanlık içindedir."
"Ben tiyatroyu seviyorum; çünkü çıplak hakikatten kaçınıp sığınabileceğimiz tek yer orası. Çünkü tiyatro oynamak hayatın gündelik ve çıplak uysallığına karşı en görünür bir isyandır."
"Ben tiyatroyu seviyorum; çünkü o, hayatımızın sonuna kadar bize oyun oynatarak çocukluğumuzu devam ettiriyor. Çünkü rüyalar ve hasretler orada hiç bulutlanmadan, saadet saçarak bizi doyuruyor, tatmin ediyor."
"Insan, kendisini hayatta ve hakikatte olduğundan daha güzel ve daha gelişmiş gösteren bir aynaya muhtaç olduğu için tiyatroyu icat etti. Çünkü ona bir dünya gerek ki orada idealleri galebe çalsın ve yaşamında boşu boşuna arayıp da bir türlü bulamadığı anlamı orada bulsun."
"Stadyumdaki oyunun seyri sinir gerginliğine, tiyatrodaki oyunun seyri ise duygu ve ruha seslenir. Biri kızıştırıcıdır, öteki sanat yoluyla insanlık duygularını doyurucudur; huzura, rahata kavuşturucudur."