Güncelleme Tarihi:
Özellikle gelişmekte olan bir ülke olarak ülkemiz adına söylenebilecek önemli bir stratejik söz olan bu ifade, gerçekte buna uygun bir biçimde mi algılanıyor ve buna uygun stratejiler uygulanıyor mu? sorusunu gündeme getiriyor. Bu sorunun cevabı, ülkemizdeki mesleki ve teknik eğitimin gelişimini kısaca ele aldığımız zaman ortaya çıkacak.
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra John Dewey raporunda da belirtilen, “Gençleri istidat ve ihtiyaçlarına göre mesleklere ihzar eylemek için tesis edilecek meslekî orta mektepler” açılması ifadesinden de yola çıkılarak mesleki eğitimin geliştirilmesi, özellikle de ara insan gücü yetiştirmeye önem verilmesiydi. Bu bağlamda Bölge Sanat Enstitüleri açılması dikkati çeken önemli adımlardan biri. Giderek yayılan çeşitli düzeylerdeki mesleki ve teknik okulların gerek ara insan gücü yetiştirmeye, gerekse bulundukları bölgelerin özellikle küçük sanayisinin gelişimine de çok önemli katkılar sağladıkları söylenebilir. Okula dayalı olarak kurgulanan mesleki ve teknik eğitim sistemi çıraklık modeli de dahil olmak üzere, planlı kalkınma döneminin başlangıcı olan 60’lı yıllardan sonra da insan gücü yetiştirmeye devam etti.
Kalkınma planlarında gündeme geldi ancak...
Her biri birer strateji belgesi olarak kabul edebileceğimiz planlı kalkınma dönemlerine ilişkin kalkınma planları incelendiğinde hemen hepsinde mesleki ve teknik eğitime önem verileceği, bireylerin ilgi istek ve yeteneklerine göre meslek alanlarına yöneltileceği bir sistem kurulacağından söz edildiği görülüyor. Ancak gelişmelerin istenildiği gibi olmadığı da her plan dönemine ilişkin hazırlanan raporlarda dikkati çekiyor.
Nitekim 80’li yıllara gelindiğinde okula dayalı mesleki ve teknik eğitim yapısının nitelikli insan gücü yetiştirmede artık yetersiz kaldığı su yüzüne çıktığı için, “okul-endüstri işbirliğine dayalı bir model” uygulanması gündeme geldi. Bu doğrultuda 1986’da reform denilebilecek bir yapılanma ile ara insan gücü yetiştirme sisteminde okul-endüstri iş birliğine dayalı model uygulanmaya başlandı.
Bu değişiklikle her ne kadar önemli gelişmeler sağlanmışsa da, 1990’lı yılların sonlarına doğru gelindiğinde mesleki ve teknik eğitim sistemi yükseköğretime geçişte katsayı uygulaması ile karşı karşıya kaldı. İlk bakışta ortaöğretimde alınan eğitimin devamı olabilecek bir yükseköğretim programına devam edilmesini sağlamak adına kurgulandığı ifade edilen bu sistem, hiç de böyle uygulanmadı. Örneğin ortaöğretimde elektrik alanında mesleki eğitim alan bir öğrencinin yükseköğretimde elektrik mühendisliği eğitimi alması neredeyse mümkün olmadı.
‘Okuyamazsa meslek lisesine gönderilebilir’
Bu uygulama ilerleyen yıllarda ortaöğretimde mesleki ve teknik eğitime olan ilgiyi ve toplumsal algıyı çok olumsuz biçimde etkiledi. Örneğin 2008-2009 yılında ortaöğretimdeki okullaşma oranı içinde mesleki ve teknik eğitimin payı yüzde 30’lara kadar düştü. Çünkü yükseköğretime geçişin tek yolunun genel eğitim olabileceği algısı, kurgulanan sistem sonucunda mesleki ve teknik eğitimin toplum tarafından “son tercih” olarak düşünülmesine ve “çocuk okuyamazsa meslek lisesine gönderilebilir” biçiminde bir algının giderek sisteme hakim olmasına yol açtı.
Öyle ki, liselerin dört yıla çıkması sonucu dokuzuncu sınıfta ortak program uygulamasından sonra genel – akademik liselere devam etme başarısını ortaya koyamayan birçok öğrenci için mesleki ve teknik liselerin gidilecek bir okul türü olarak görülmeye başlandığı söylenebilir. Neyseki 2012 yılında bu uygulamaya son verildi. Nitekim bu durum okullaşma oranlarına da yansımış olacak ki, 2014-2015 eğitim-öğretim yılında mesleki teknik ortaöğretimdeki okullaşma oranı yüzde 44’lere ulaştı. Oysa hedef olarak seçtiğimiz Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler içinde bu oran yüzde 60’lar dolayında. Son yıllardaki mesleki ve teknik eğitime olan talebin artışı sevindirici. Ancak bu yazıda sözü edilen endüstriyel mesleki ve teknik eğitimin söz konusu artış içindeki yerinin ne kadar olduğu dikkate değer bir konu.
Peki ya nitelik ve kalite ne durumda?
Okula dayalı modelden endüstri ile işbirliği modeline geçişin en önemli gerekçesi olan iş gücü piyasasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek bireyler yetiştirme hedefine kısmen ulaşılmış olmakla beraber, yukarıda belirtilen olumsuz politik kararlarla giderek daha da olumsuz sonuçlar ortaya çıktı. Küçük ve orta boy işletme ağırlıklı bir iş gücü piyasasının hakim olduğu sektörlerin pek çoğu yetişen işgücünün beklenilen yeterliliği taşımadığını çok sık dile getirdi. Nitekim yapılan bir araştırmada işverenlerin meslek lisesi mezunlarının mesleki becerilerinden memnuniyet düzeylerinin yüzde 57 dolayında olduğunu ortaya koyuyor.
İstenilen nitelikte insan kaynağı yetiştirilemediği için de çeşitli çözümler üretilmeye çalışılıyor. Bunlardan biri de çok çeşitli kurumların mesleki eğitim vermesi. Örneğin, benzer bir mesleki eğitimi hem okulda, hem belediyenin düzenlediği meslek edindirme kurslarında, halk eğitim merkezinde ya da İŞKUR odaklı bir hibe programı kapsamında görmek mümkün. İlk bakışta bu durum “ne güzel işte, toplum topyekün mesleki eğitim verme peşinde” diye değerlendirilebilir. Ama gerçek bu mu? Verilen eğitimin niteliği, belgelerin geçerliliği, tanınırlığı, meslek standartlarına uygunluğu gibi çok derin sorunlar olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.
Bir de öğretmen boyutu var
Ya öğretmen boyutu? Söz konusu insan kaynağının yetiştirilmesinde rol alan mesleki ve teknik öğretmenler ne durumda? Cumhuriyet’in önemli kazanımlarından olan kız teknik ve erkek teknik yüksek öğretmen okulları 1982’de teknik eğitim fakültesi ve mesleki eğitim fakültesi olarak sisteme öğretmen yetiştirmeye önemli katkılar sağlamışken, 2009’da bu okullar kapatıldı. Başka bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti’nde şu anda mesleki ve teknik eğitime öğretmen yetiştiren bir kurum yok.
Kapatılma gerekçesi incelendiğinde “artık bu okulların misyonunu tamamladığı, istihdam sorunlarının olduğu ve sektöre teknik insan gücü yetiştirmesi gerektiği” düşüncesi temel neden olarak ileri sürüldü. Peki bir paradoks yok mu? Bir taraftan Avrupa Birliği (AB) hedeflerinin ve tüm strateji belgelerinin bir gereği olarak mesleki ve teknik eğitime olan talebi artırmaya çalışacaksınız, diğer yandan da bu alana mesleki - teknik öğretmen yetiştiren kurumları kapatacaksınız...
Öte yandan bir süredir yapılan ‘pedagojik formasyon’ eğitimleri içerisinde mesleki ve teknik alanlara dönük programlara yer verilmeye başlandığı de başka bir çarpıcı uygulama. Çünkü yukarıda sözü edilen dönüşümle teknik eğitim fakültesi iken teknoloji fakültesine; mesleki eğitim fakültesi iken sanat ve tasarım fakültesine; ticaret ve turizm eğitim fakültesi iken turizm fakültesine dönüşen okul öğrencilerinin bu kurslara katılmaya başladıkları gözleniyor. Hızlandırılmış, kısa sürede, mesleğin misyonu yeterince özümsenmeden bu tür programlarla mesleki-teknik öğretmen yetiştirmek, kapatılma gerekçeleri dikkate alınınca daha rasyonel bir çözüm mü oldu? diye bir soruyu akla getiriyor.
Olumsuz meslek imajı oluşuyor
Bunun yanında sistemde şu anda görev yapan mesleki-teknik öğretmenlerin içinde bulundukları psiko-sosyal durum da söz konusu bu gelişmelerden doğal olarak olumsuz etkilendi. Nitekim yapılan araştırmalarda bu öğretmenlerin mesleki algılarının diğer öğretmenlere göre daha olumsuz, iş doyumlarının daha düşük olduğu ve bu olumsuz meslek imajının toplumun meslek eğitimine olan olumsuz algısıyla da ilişkili olduğu vurgulanıyor. Düşünmemiz gereken bir soru da “öğretmen yetiştirme modeli bile olmayan bu alandan nitelikli insan kaynağı yetiştirilmesini bekleyebilir miyiz?”
Türkiye tüm alanlarda Vizyon 2023 çerçevesinde stratejik planlamalar yapıyor. Bu çerçevede Vizyon 2023 Planı’nda, “Bireylerin meslek edinmeleri, mesleklerini zaman içinde yenileyebilmeleri ve yeni beceriler kazanarak farklı meslek dallarında etkinlik göstermeleri için gerekli yapısal ve kurumsal altyapının geliştirilmesine” vurgu yapıldı. Bu hedef aynı zamanda Türkiye’nin AB tam üyelik vizyonunun da bir gereğidir. Çünkü AB çeşitli eğitim türlerinde ortak bir genel eğitim yapısı öngörmemekle beraber, mesleki ve teknik eğitimde ortak bir politikanın oluşturulmasından söz ediliyor. Çünkü AB vizyonuna göre rekabetçi ekonomi için nitelikli insan gücü yetiştirilmesi gerekiyor. Nitekim ‘Avrupa Yeterlikler Çerçevesi’ ve bunu esas alarak geliştirilen ‘Türkiye Yeterlikler Çerçevesi’ çalışmaları söz konusu ortak politikanın bir sonucu.
Sorun çok ama çözümsüz değil
Bütün bunlar mesleki ve teknik eğitim konusunda ne denli önemli sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Geleceğe dönük hedeflerimizi içeren kalkınma planları, strateji belgeleri, şûra kararları gibi resmi belgeler dikkate alındığında sorunun farkında olduğumuz bir gerçek. Ancak çözüm bağlamında yapılması gereken çok şey var. Vakit geçirmeden mesleki ve teknik eğitime öğretmen yetiştirme konusunda Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu iş birliği ile geçmiş deneyimlerin ışığında organize bir yapı oluşturulmalı, gerçekten mesleki-teknik öğretmenlik misyonunu benimsemiş öğretmenler yetiştirilmeli.
Mesleki eğitimin toplumsal imajını düzeltecek her türlü düzenlemeler yapılmalı, olumlu algı oluşturacak yasal düzenlemeler de dahil olmak kaydıyla çeşitli önlemler alınmalı. Mesleki eğitimde özel sektörün desteğini sağlayan özel mesleki eğitim kurumu açılabilmesi ve bunun için destek sağlanması uygulaması yerinde bir çalışma olup, bu konuda destekler sürdürülmeli. Okul-endüstri iş birliği kapsamındaki çalışmalarda da iş gücü piyasasının daha etkin rol alması sağlanmalı. Sonuç olarak mesleki ve teknik eğitimde sorunlarımız çok ama çözümsüz değil. Son söz: “Mutlu ve huzurlu gelecek, mesleki ve teknik eğitimle gelecek.”