Güncelleme Tarihi:
Böyle bir sorunun cevabı, -ancak belirli durumlarda- olumlu olabilir: nitekim günlük sıradan olaylarda, mantık/çıkarım hatası yapmak hiç de kolay değil. Basit bir örnekle, “kalemi ya çantamda ya da okulda unuttum” denildiğinde, kalemin iki yerde birden olamayacağını, eğer çanta yakındaysa ilk onun içine bakmayı (hiçbir mantık kuralı bilinmese de) herkes akıl edebilir. Buna karşılık uzun ve karmaşık bir akıl yürütme sürecinde, mantık kuralları dikkatte alınmadıkça, sonucun doğruluğundan emin olmak pek mümkün değil. . Bir davranışın, uzun bir yazının yorumlanmasında, hukuki bir yargıda, çeşitli sosyal, ekonomik, tarihi olayların birbirleriyle (tutarlı olarak) ilişkilendirilmesinde mantık kurallarının bilinmesi kaçınılmazdır. Bütün bunlara, bilgisayarların inşası için mantığa duyulan ihtiyacı ilave etmek yerinde olur.
MANTIĞIN EVRİMİ
Mantığın kurucusunun Aristoteles (MÖ 384-322) olduğu kabul edilir. Bu düşünürün mantık çalışmaları “Organon/Alet” adıyla tanınır: yani -doğru- düşüncenin aleti. Bu kavram daha sonraları yerini “Logic/Mantık”a bıraktı. Bu yeni kavram, dil ve düşüncenin birlikteliğini ifade eder. Amaç, düşünceyi dil aracılığıyla kavramak, mantıklı düşünceyi dil üzerinden inşa etmektir. Bu inşa eylemi için yapay (formel) bir dile gerek vardır. Yapay bir dil, doğru bir çıkarımı, matematik işlemlere benzer bir yöntemle ifade edebilmek ve denetlemek olanağı sağlar. Mantığın doğru akıl yürütmeyi/çıkarımları ifade etmeye ve denetlemeye olanak veren bir ‘alet’ olması, gelişmiş kültürlerde önemsenmesinin de temel gerekçesini oluşturdu. Çağları ifade etmek amacıyla ya (taş devri, tunç devri, yapay zeka çağı gibi) değişimi sağlayan alet isimleri ya da o çağı karakterize eden kavramlar (Antikçağ, Ortaçağ, Modern Çağ gibi) kullanılır. Günümüzde ise, toplumsal ve bireysel tavır alışı ifade eden “post modern doğru” kavramı kullanılıyor. Bu kavram, öyle görünüyor ki, mantık konusunda yeni ve kendine özgü bir anlayışa işaret ediyor. Bu bir bakıma, mantığın mantık-dışı evrimi olarak da nitelenebilir. Çünkü “post modern doğru”nun bir özelliği, mantık biliminin dayandığı düşünülen geleneksel temel ilkeleri bir kenara bırakmış olmasıdır.
‘DOĞRU’NUN TANIMI
“Doğru” kavramının içeriği tarihsel süreç içinde sürekli değişmiş, zenginleşmiş ve zaman zaman da “hakikat” kavramıyla eşleşmiştir. Günümüzdeki “post modern doğru” kavramı, önceki yorumlarla kıyaslandığında, mantık-dışı bir özellik taşır; çünkü herkes için “doğru” değil, içeriği kişisel tercihlere ve toplumsal seçimlere göre yapılan yorumlar karşımızda durur. “Doğru” kavramının içeriğindeki köklü değişim, sadece bir zihniyetin ve dünya görüşünün değil, “mantık” anlayışımızın kendisinin de yeniden tanımlanmasını talep eder. Böyle bir talebin gerek birey gerek toplum açısından büyük bir önemi vardır; çünkü “mantık” ve dolayısıyla “doğru” kavramına bakış, bir düşüncenin doğruluk ölçütünü de ilgilendirir. Normal koşullarda, bir yargı/önermenin doğruluğunun tayini için, gözlem ve deney yeterlidir; fakat böyle bir işlem, arka planda, neyin “doğru” olarak kabul edildiğine de bağlıdır. Bilimsel bir önermede neyin doğru olarak kabul edildiği belirlidir; fakat dünya görüşünü ilgilendiren bir yargının doğruluğu öznel olabilir. Doğru tanımı, sadece bir yargının doğruluğunu değil, yargılar arasında geçerli ilişkileri tespit edebilecek kuralları -yani mantık anlayışını- da ilgilendirir. “Doğru” kavramının içeriğindeki değişim, sadece yargılara değil, düşünce ve karar verme süreçlerine bakışı da etkiler.
ARİSTOTALES MANTIĞI
Aristoteles mantığının, “özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin imkansızlığı” olarak bilinen üç temel “yasa” üzerine kurulduğu kabul edilir. Bu yasalar aklın kuralları olarak yorumlanır: toplumu ve insanı anlamada, hukuk sisteminin inşasından dini metinlerin yorumuna, doğanın anlaşılmasından topluma bakışın kurgulanmasına kadar uzanan alanlarda hep söz konusu yasalar üzerine inşa edilen- mantık kullanılır. Ne var ki bu yasalara artık yer vermeyen mantık sistemleri kuruldu; ve sonuçta “mantık” kavramının kendisi de post modern bir özellik kazandı. Aristoteles mantığı asırlar boyu eleştirildi ve terk edilmek istenildi. İlginçtir Aristoteles’in mantık anlayışı bütün eleştirilere sonuna kadar direndi ve XIX. Asrın sonlarına kadar geçerliliğini korudu. Halbuki yeni bir mantık için deney ve gözlem yapmaya, teknolojik araçlara gerek yoktur. Öyle görünüyor ki düşüncenin, bakış açısının değişmesi için yine aklın kendisine gerek vardır: çeşitli kültürel etkenler, bireysel tercihler, toplumun ve çevrenin dikte ettiği değerlerin baskısından kurtulabilmesi için akıl, kendi imkanları dışında başka bir olanağa sahip değildir. Sadece mantık alanında değil, Öklid-dışı geometriler gibi yine aklın kendisi tarafından inşa edilen sistemlerdeki değişim, benzeri sebeplerle, hiç de kolay olmadı.
MANTIK DEĞİŞİMİ MÜMKÜN KILAR
Mantık; düşüncedeki değişimi mümkün kılan bir araçtır, ama bunun için önce kendisinin yenilenmesi ve değiştirilmesi gerekir. Bunun kolay olmadığını tarihi olaylar bize söyler. Değişime direnmenin temel dayanakları kavramlardır. Çünkü kavramların alışılagelmiş içerikleri davranışlarımızı, düşüncelerimizi, tercihlerimizi, kabullerimizi yönlendirirler. Onlara yeni içerikler kazandırmak, Einstein’ın deyişiyle, atomu parçalamaktan daha zordur.
Yukarıda da işaret edildiği gibi bir formel sistem ve bir bilim olarak mantık, tıpkı matematik gibi, nesnel bir yapıdadır; dolayısıyla da içinde niyetlere yer vermediği gibi fizik dünyaya ilişkin bir yargı da dikte etmez. Nitekim “kalem beyazdır” gibi bir önerme mantıkça ne doğru ne de yanlıştır; ancak empirik olarak değerlendirilebilir. Gelişen teknoloji, bilimsel, kültürel, tarihi veya teolojik koşullar, savaş, salgın hastalıklar, doğal afetler “doğru”nun içeriğini değiştirmiştir. Bu değişim doğal olarak, bireysel, toplumsal hatta bilimsel bakış açılarını da etkiler. Değişim sadece tek tek olgulara bakışı değil, bir bütün halinde fizik dünyaya, insana ve topluma bakışımızı da içerir. Bu bütünü tutarlı olarak ifade edebilmek için bir araca, yani mantığa ihtiyaç vardır. Günümüzde hızla değişen -post modern- bakışı tek bir “doğru” kavramı veya mantık sistemi aracılığıyla ifade etmek veya anlamaya çalışmak artık yeterli olmaz; farklı mantık sistemlerini ve dolayısıyla farklı “doğru” tanımlarını kullanmak gerekir. Günümüzü karakterize etmede kullanılan “post modern mantık/bakış” için “doğru” artık mutlak ve değişmez değildir; esasen farklı mantık sistemleri, örneğin puslu mantık, çok-değerli mantık gibi sistemler, bir yargıyı iki değerli olmaktan çıkardılar. Bu mantık sistemleri, bir yargıyı, “doğru ve yanlış” ikili değeri yerine “bir yüzde ile doğru” veya “belirsiz” olacak şekilde tanımlanır.
Paraconsistent (tutarlılık ötesi) mantık da diğerleri gibi tutarlı bir sistemdir. Özelliği, çelişik yargıların birlikte düşünülmesine olanak vermesidir. Bu özellik, geleneksel mantık sistemlerinin tamamen dışında kalr. Bu mantık sayesinde, sözgelimi günlük yaşamda karşımıza çıkan karşıt yargıları birlikte dikkate almak, bu tür yargılar aracılığıyla düşünebilmek ve çıkarım yapabilme olanağı elde edilir. Geleneksel birçok sorunu, örneğin tarih boyunca çokça tartışılmış “inanç mı akıl mı?” gibi bir sorunu, paraconsistent mantık veya post modern mantık açısından çok farklı şekilde ele almak mümkündür. Çünkü artık ne geleneksel mantık yasalarından ne de tek bir “akıl” kavramı veya “inanç” kavramından sözetmek mümkündür. “Solipsist mantığın da bazı eski sorunlara cevap aramada bize yeni olanaklar sağlayacağına inanıyorum. Kısaca “ne işe yarar?” gibi tek boyutlu bir soru yerine, “nasıl yeniden tanımlayabilirim?”, “ne işe yaratabilirim?”, “nerede ve nasıl kullanabilirim?” gibi sorular sormanın ve bu sorulara da uygun mantık sistemleri kullanarak cevap aramanın artık çok daha “mantıklı” olduğu görülür.
PROF. DR. ŞAFAK URAL KİMDİR?
İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1971 yılında Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun oldu. 1977 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sistematik Felsefe kürsüsüne asistan olarak atandı. 1978 yılında “Pozitif Bilimlerde Basitlik İlkesinin Belirlenmesi Yolunda Bir Deneme” başlıklı çalışmasıyla Doktor unvanını aldı. 1979-1980 yıllarında Viyana Üniversitesi I. Felsefe Enstitüsünde çalışmalar yaptı. 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim Dalı’na Yrd. Doç. olarak atandı. 1983 yılında Doçent oldu. 1988 yılında Profesör unvanını aldı. 2004-2009 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevini yaptı. Edebiyat Fakültesinde kurucusu olduğu Mantık Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmtı ve Felsefe Bölümü Başkanlığını yürüttü, 2015 yılında emekli oldu