Güncelleme Tarihi:
Önümüzdeki süreçte eğitim birbirini tamamlayan iki ana başlık altında tartışılmalı. ‘Eğitim ve siyaset’ başlığı altında demokratikleşme, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve korunması, yerelleşme, her türlü ayrımcılıkla mücadele vb. konular ele alınmalı. Neredeyse tüm partilerin yenilenmesi gerektiği konusunda hem fikir olduğu yükseköğretim kanunu da artık bu dönemde değişmeli.
Bu konulara dair tartışmanın, koalisyon partileri öncülüğünde Meclis çatısı altında tüm partilerin katılımına açık olarak yapılmasını ve çıktı olarak da Türkiye’nin ilk sivil ve çoğulcu eğitim kanununun hedeflenmesini öneriyorum. Yeni bir eğitim kanunu aynı zamanda Cumhuriyet tarihi boyunca biriken eğitim mevzuatının derlenmesi, sadeleştirilmesi ve hak sahiplerine kolayca erişilebilir kılınması gibi çok önemli bir amaca da hizmet eder.
Müzakare ve uzlaşma Türkiye siyasetinin güçlü yönlerinden olmadığı için yeni Meclis’in çoğulcu bir eğitim kanunu çıkarma olasılığı çoğu kişiye hayal gibi gelecektir. Geçmiş deneyimlerin (örneğin Anayasa Uzlaşma Komisyonu) olumsuz hatıraları ya da halen siyasi partiler arasındaki husumetlerin Meclis çatısı altında diyalog önünde engel oluşturacağı dikkate alındığında, önerimin gerçekleşme zorluğu daha net gözüküyor. Ancak, eğitim, geleceğimiz için o kadar önemli ki, kendini bu ülkenin çocuklarına karşı sorumlu hisseden tüm milletvekillerinin bu ‘zor’ girişim için ellerinden gelen tüm çabayı göstereceğini umuyorum.
Nitelikli eğitimin eşit olarak sunulması hedefi
İkinci başlık altında, önümüzdeki dönemde koalisyon partileri öncülüğünde Meclis çatısı altında gerçekleşecek yasama çalışmalarına paralel olarak, Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimin acil ihtiyaçlarına cevap verecek politikaları gerçekleştirmeli. Eğitimde öğrencilerin gerçekten öğrenmeleri ve özellikle yoksullukla mücadele ederek nitelikli eğitimin eşit olarak sunulması hedefleri hem koalisyon protokolünde hem hükümet programında yer almalı.
Bu hedeflere yönelik olarak atılması gereken bazı adımlar zaten birden fazla siyasi partinin seçim vaatleri arasında yer aldığı için buralarda uzlaşmanın kolaylıkla ve ivedilikle sağlanacağını umuyorum. Bu vaatler arasında tüm ülkede tam gün öğretim yapılabilmesi için gereken okul ihtiyacının karşılanması, öğretmenleri desteklemek ve öğretmen politikalarını iyileştirmek için Ulusal Öğretmen Stratejisi’nin hızla gözden geçirilerek uygulanması, okulların temel ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde doğrudan öğrenci başına para gönderilmesi gibi önemli politika ve eylemler var. Var olan çalışmalar temelinde bu alanlarda hızla eyleme geçmek gerçekçi.
Öğrencilerin temiz ve güvenli okullarda tam gün eğitim alması, her sınıfta iyi bir öğretmenle beraber ‘öğrenmeleri,’ okulların daha güçlü yönetim yapılarına ve mali kaynaklara sahip olmaları kamuoyunun da eğitimdeki gelişmeyi fark etmesi açısından önemli kazanımlar olur.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın artık eğitimin güncel ve önemli ihtiyaçlarına yönelik çalışmaya başladığını göstermesi Türkiye’de ‘eğitim camiasının moralinin’ yükselmesine de katkı yapabilir, çünkü özellikle son dört yılın radikal değişiklikleri (4+4+4 yapılandırması, dershanelerin kapatılması, öğretmen ve müdür atamaları ve yer değiştirmeleri, ortaöğretime geçişin yine değişmesi, vb.) sürecinde yaşanan zorluklardan dolayı oluşan müthiş bir moralsizlik var. Yeni hükümetin eğitim camiasının moralini de iyileştirecek akılcı, kapsayıcı ve öğrencileri odağa koyan hamleler yapmaması bu moralsizliğin derinleşmesine yol açabilir ki bunu hiç kimse istemez.
Kritik kademe ortaöğretim
Öte yandan, yeni hükümetin eğitimde üzerinde durması gereken kritik kademe ortaöğretim. Eğitim Reformu Girişimi’nin uzun yıllardır ısrarla ifade ettiği gibi Türkiye mevcut liselerinde gençliğine hak ettiği nitelikli eğitimi veremiyor. Bu kronik soruna yönelik son yıllarda başlatılan en ciddi gayret olan, ortaöğretimin yeniden yapılandırılmasına yönelik başlayan katılımcı çalışmalar 2013 yılında gerçekleşen bakan değişikliği sonrasında durdu.
Dershanelerin kapatılması sürecinin ülkemize faturasını henüz tam göremiyoruz ancak özellikle dar gelirli ailelerin aleyhine işlemesi riski var. Dershaneler niteliksiz ve eşit olmayan eğitimin bir sonucuydu, onların kapanması kök sorunların çözümüne dair yeni bir umut vermiyor. Hatta, açılacak ‘temel liseler’ ortaöğretim niteliği üzerinde olumsuz etki yapabilir.
Ortaöğretimin yeniden yapılandırılması için SETA, TED-MEM ve ERG gibi kurumların birbirlerini destekleyen çalışmaları mevcut. Türkiye’nin yetiştirdiği bilim insanları kalkınmış ülkelerde liseye geçiş modelleri tasarıyorlar ve uzmanlıklarını seve seve ülkeleri için kullanmaya hazırlar. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yapması gereken, etrafındaki bu ortak akıldan yararlanması. Eğer siyasi ve bürokratik irade isterse önümüzdeki dört yıl içinde ortaöğretimin gençlerimizin gereksinimlerine yanıt verecek, eğitimdeki güncel gelişmeleri dikkate alacak ve bilimin sunduğu fırsatlardan yararlanacak şekilde yeniden yapılandırılması hayal değil.
Tüm partiler seçmenin gözünü boyayacak ‘dev projelerin’ peşinde koşarken sahip olduğumuz en değerli kaynağın genç nüfusumuz olduğunu ve onlara yapılacak yatırımın geleceğimiz için yapacağımız en akıllı iş olduğunu gözden kaçırıyorlar. Eğitim ideolojisine dair siyasi bir uzlaşma, ülkemizin her mahallesinde ve köyünde iyi okullar ve gençler için cazibe merkezi liseler ayağı yere basan, yapılabilir ve siyaseten de dönüşü olacak hedefler. Bu hedeflere yönelik yatırımlar sonucunda aktif yurttaşlık ve hayat boyu öğrenme becerilerine sahip olarak mezun edeceğimiz gençlerimiz, o hayallerdeki dev projedir aslında.