Güncelleme Tarihi:
Öğrenme deyince aklımıza okul, öğretmen, kitap... geliyor. Ülkemizde çocuklar yılda kaç gün okula gidiyor? Diğer ülkelerde durum nedir? Her türlü mal ve hizmetin küresel çapta alınıp satıldığı, rekabetin dünya ölçeğinde yapıldığı bir çağda yaşıyoruz. Artık kendi ülkemizde en iyi olmak yetmiyor. Mal ve hizmeti dünyaya satmak için küresel standartlarda üretmek zorundayız. Dünyayla yarışmanın ilk şartı iyi bir eğitim. İyi okul olmadan iyi eğitim olmaz.
İLKOKUL ÇOCUKLARININ OKULA GİTTİĞİ GÜN SAYISI
OECD raporlarına göre ilkokulda çocukların bir yılda okula gittiği toplam gün sayısının en fazla olduğu ülkeler şunlar: Endonezya 244, Kore 220, Danimarka 200, Meksika 200, Japonya 200. Yıllık ilkokul günü sayısının en az olduğu ülkeler ise şöyle: Fransa 141, Rusya 170, Estonya 172, İtalya 175. Türkiye 180 günle en az okul gününe sahip ülkeler arasında yer alıyor. 37 ülkenin yer aldığı listede Türkiye’den daha az okul günü olan 11 ülke var. Toplam okul günü sayısı gibi öğrencilerin her gün okulda kaç saat kaldığı da ülkeler arasında farklılık gösteriyor. Mesela, öğrenciler Finlandiya’da günde beş, Japonya’da altı, Güney Kore’de sekiz, Tayvan’da ise günde sekiz-buçuk saat okulda ders görüyor.
OKULDAKİ SÜREYLE BAŞARI ANASINDA NASIL BİR İLİŞKİ VAR?
Eğitimde her şey çocuklar öğrensin diye yapılır. Her türlü reformun, yatırımın ve tabii ki okul günü sayısının nihai amacı çocuklarımızın daha iyi öğrenmesi, daha başarılı olması. Peki toplam okul günüyle veya öğrencilerin her gün okulda kaç saat kaldığıyla öğrenci başarısı arasında bir ilişki var mı? Kesinlikle yok. Bırakın sebep-sonuç ilişkisini aralarında bir korelasyon da yok. Biri artınca diğeri de artmıyor. Mesele çocukların kaç gün okula gittiği değil okulda ne yaptığı. Bir başka deyişle okulda ne öğrendiği ve daha da önemlisi nasıl öğrendiği. Çünkü bilgiyi nasıl öğrendiğimiz ile öğrendiklerimizi unutma oranımız arasında bir ilişki var. İnsan dinleyerek, okuyarak, seyrederek, yaparak, yaşayarak, üreterek birçok şekilde öğrenir. Bu bağlamda soru hangi tür öğrenmenin bilgiyi bizim varlığımızın bir parçası haline getirdiğidir. Çocuklarımız bilgiyi öyle bir şekilde öğrenmeli, öyle bir anlamalı ki bilgi onların benliğinin bir parçası, vücutlarının bir organı gibi olsun. Öğrendikten sonra onu bir daha unutmasın.
UNUTMAMAK İÇİN NASIL ÖĞRENMEK GEREKİYOR?
İnsan her türlü öğrenir ama en iyisi ve en kalıcı olanı yaparak, yaşayarak ve üreterek öğrenmedir. Çocuklarımız gerçek ortamlarda, akademik ve toplumsal kriterlere uygun gerçek bir ürün elde ederek veya yine kriterlere uygun gerçek bir hizmet üreterek, gerçek bir sorunu çözerek, gerçek bir sanat ürünü yaratarak, gerçek bir bilgisayar programı yazarak, kısaca iş içinde, iş yaparak, beş duyusunu sürece dahil ederek öğrenmeli. Yaptığının bir amaca hizmet etmesi ve yarar sağlaması çocukları ve gençleri, daha doğrusu hepimizi motive eder. Böyle öğrenirsek unutmayız. Öğrenme zihnimizde bir bilginin, inancın, imajın, kavramın yapılandırılmasıdır. Bu bireysel bir işlemdir. Öğrenilen her ne ise bireyin kendisi tarafından yapılandırılır. Ancak bu zihinsel yapının inşası için bir çevreye ihtiyaç vardır. Bu çevre herhangi bir çevre değil, öğrenmeyi mümkün kılan, sosyal, kültürel ve fiziksel boyutları olan eğitsel bir çevre olmalı. Okulun görevi, bilginin, becerilerin ve etik değerlerin yaparak ve yaşayarak öğrenilmesini sağlayan bu eğitici çevreyi, modern deyimiyle ‘ekosistemi’ hazırlamaktır.
MESELE TATİLİN SÜRESİ DEĞİL, TATİLDE NE NE YAPILDIĞI
Okula çok gitmek daha fazla öğrenmeyi garanti etmez. Eğer okulda her şey çok iyi planlanır ve uygulanırsa, farklılıkları ne olursa olsun sınıfındaki bütün çocukların öğrenmesini sağlayabilen, yaptığı işi seven öğretmenler varsa, kütüphane, bilgisayar, spor salonları, sanat atölyeleri, müzik odaları tamamsa okullar 365 gün açık olabilir, olmalı da. Okulda olduğu gibi tatilde de yine aynı şekilde mesele çocukların kaç gün tatil yaptığı değil, tatilde ne yaptığı. Okulda her şey mükemmel değilse ve yaz tatili de uzun ise ne yapmalı? Her durumda yapacak bir şey var ama bu durumda yapacak o kadar çok şey var ki. Bunlardan birkaç tanesi şöyle:
1- Mesleki deneyim kazanmak
Türkiye’de bir meslek seçimi sorunu var. Okul, aile ve toplum gençleri kendilerine en uygun mesleklere yöneltemiyor. Üniversitede okuyan gençlerin büyük bir kısmı her yıl yeniden üniversite sınavlarına girerek bölüm veya fakülte değiştirmek istiyor. Gençler meslek seçimini arkadaşın, ailenin veya medyanın etkisiyle değil deneyime dayalı olarak yapmalı. Bunun için yaz tatilleri çok iyi bir fırsat. Dişçilik okumak isteyen bir lise öğrencisi yaz tatilinde bir diş doktorunun yanında çalışarak bu mesleği gerçekten isteyip istemediğini anlayabilir. Hukuk okumak isteyen öğrenci bir avukatın yanında, aşçı olmak isteyen bir lokantada, modacı olmak isteyen bir terzide, ziraat mühendisi olmayı hayal eden bir çiftlikte, öğretmen olmak isteyen bir öğretmenin sınıfında (eğer okullar kapalı ise ihtiyacı olan bir öğrenciye ders çalıştırarak), eczacı olmak isteyen öğrenci bir eczanede çalışarak ileride yapmayı düşündüğü meslek hakkında deneyime dayalı bir görüş oluşturmalı.
2- Kitap okumak
Roman, kısa hikâye, şiir, her ne okunsa olur. Sevdiğiniz, tekrar okumak istediğiniz ders kitaplarınız da olur. Yeter ki kitap olsun. Kitap zihnin gıdasıdır. Kitaplar kelime hazinemizi, ifade gücümüzü ve hayal dünyamızı geliştirir. Kendimizi ve insanlığı tanımamızı sağlar. Duygusal ve akademik olarak bizi besler. Yaz tatilini Türk ve dünya edebiyatı klasiklerini okuyarak değerlendirmek, gençlere başka hayatların nasıl yaşandığını göstererek empati duygularını geliştirmenin yanı sıra, onlara ilham vererek hayatta neler başarabileceklerini de gösterir.
3- Sosyal sorumluluk projelerinde görev almak
Topluma karşılıksız hizmet sağlayan birçok sivil toplum kuruluşu var. Kimisi ihtiyacı olan öğrencilere ders çalıştırıyor, kimi çevre temizliği yapıyor, kimisi hayvanları koruyor, her alanda görev yapıyorlar. Gençler buralarda görev alarak topluma, doğaya karşılıksız hizmet sağlamanın tadını almalı, iyilik yapmayı deneyimlemeli. İyilik yapmadan iyi olunamaz.
4- Yabancı dil öğrenmek
Dünyayı değiştirmek istiyorsanız en az bir yabancı dil bilmelisiniz. Bu çağda yabancı dil bilmeden dünyayla yarışamazsınız. Dil yaşayan bir organizmadır; öğrenmek istediğiniz dili ne kadar hayatınızın bir parçası haline getirirseniz, başarı oranınız o kadar yükselecektir. Eğitim öğretim yılı boyunca sınıf içerisinde yeteri kadar ders aldınız, yaz tatili sınıfta öğrendiklerinizi hayatın içinde deneyimleyip pekiştirmeniz için harika bir fırsat. Öğrenmek istediğiniz dilde kitap okuyup, oyun, film ve dizi izlemek, o dilde şarkılar dinleyip şarkı sözlerini incelemek yabancı dilinizi geliştirmenin en eğlenceli ve kolay yollarından birkaçı. Yaşadığımız salgın sürecinde dünyaca ünlü birçok tiyatro, arşivlerini YouTube üzerinden genel izleyiciye açtı. Bu fırsattan yararlanarak Shakespeare Globe tiyatrosunun, ya da İngiltere’nin meşhur Ulusal Tiyatrosu’nun sahnelediği oyunları evinizden rahatlıkla izleyebilirsiniz. Bunların yanı sıra, yabancı dilinizi geliştirmek için teknolojiden faydalanabilirsiniz. Ücretli ya da ücretsiz dil öğrenme uygulamalarının yanı sıra, telefonunuzun dilini öğrenmeye çalıştığınız dile çevirmek, ya da LibriVox, Storynory, Storyline Online, ve Spotify gibi ücretsiz platformlar üzerinden İngilizce kitaplar dinleyebilirsiniz.
5- Online kişisel gelişim
Koronavirüs salgını biz eğitimcilerin eğitime bakış açısını çok değiştirdi ve değiştirmeye de devam edecek. Bu süreçte mecburen online eğitim deneyimleri çok önem kazandı. Coursera, EdX ve Udemy gibi online platformlar, dünyanın farklı yerlerinde verilen kaliteli derslere coğrafi konumumuzdan bağımsız olarak erişmemize imkan tanıyarak hem akademik hem de kişisel gelişimi destekliyor. Gençler bu online platformlardan, ilgilerini çeken herhangi bir konu ile ilgili ücretsiz (veya ücretli) ders alarak yaz tatillerinde kodlamadan gitar çalmaya kadar birçok yeni beceri edinebilir.
6- Spor yapın
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Sporsuz olmaz. Yürümek, koşmak, yüzmek ne yapılsa olur. Benim favorim yürümek. Dağda, sahilde, şehirde her yerde olur. Günde on bin adıma var mısınız?
Katkı sağlayanlar: Dr. Ceylan Köşker, Seza Öktem
PROF. DR. MUSTAFA ÖZCAN KİMDİR?
1968’de Mersin Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Dört yıl ilkokul öğretmenliği yaptı. 1975’te İstanbul Atatürk Eğitim Eğitim Enstitüsü Eğitim Bölümü’nü bitirdi. Öğretmen okulu öğretmeni, eğitim uzmanı milli eğitim müdür yardımcısı olarak farklı illerde görev yaptı. 1981’de Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. 1982’de Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde doktoraya başladı ve aynı fakültede araştırma görevlisi oldu. 1988’de doktora çalışmasına devam etmek üzere ABD’deki University of Iowa’ya gitti. Doktora tezinde öğretmen performansının arttırılmasıyla ilgili bir teori geliştirdi. 1992-2009 yılları arsında Clarke Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Rhode Island College Eğitim Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’ye döndü. Bir süre Gazi Üniversitesi’nde çalıştı. 2011’de Gazi Üniversitesi’nden ayrıldı ve Bahçeşehir Üniversitesi’nde Akademik Danışman olarak çalışmaya başladı. MEF Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı olarak akademik çalışmalarını sürdüren Özcan’ın uzmanlık alanları; öğretmen eğitimi, çok kültürlü toplumlarda eğitim ve derslerin ve değerlerin birlikte öğrenildiği akademik başarı ve sosyal sorumluluk projeler.