Güncelleme Tarihi:
Ovaya uzanan şehirden gözünüzü alıp da tam karşınızdaki ilk binaya baktığınızda tıpkı yapımını Anadolu’nun dört bir yanında bulabileceğiniz bir bina göreceksiniz. İki yandan ormana bakan ve etrafı iki metre karla kaplı ıssız bir beyaz adanın ortasında duran bu okul yenilenmiş binası ve değişmiş adıyla bizim lisedir. Ortaokula burada başladım. Arada başka yerlerde okusam da liseyi bu okulda, eski adıyla Göle 100. Yıl Lisesi’nde bitirdim. Her yaz okullar tatil olunca gelirim memlekete ama 20 yıl oldu kışını görmeyeli. Yine bilen bilir, bizim burada yaz ve kış iki ayrı memlekettir!
İlk defa mezun olduğum lisedeki gençlerle sohbet edeceğim için heyecanlıyım biraz. Genelde bir derse girmeden pek heyecanlanmam ama bu ziyaret için üç günlük yoldan geldim. Binaya yaklaşırken ister istemez geçmişte bir yolculuğa da çıkıyorum.
Göle’nin 56 köyünden yüzlerce çocuk ortaokul birinci sınıfta kaydolmuştuk buraya. Çoğumuz köylerden yürüyerek gelirdik. Bir kısmımız tezekle ısınan tek odalı öğrenci evlerinde kalırdık. Ailesinin yanında olanlar azınlıktaydı ve tabii bu grup içinde ayrıcalıklı konumda olanlar kaloriferli lojmanlarda oturan çocuklardı. Onlara ‘çiko çocukları’ derdik çünkü temiz ve ütülü giysileri, taranmış saçları ve İstanbul Türkçesi aksanlarıyla her halleriyle bizden ayırabilirdiniz onları. Evet tahmin ettiğiniz gibi bizim liseden üniversiteye en çok (bir tek?) onlar giderdi. Çoğu zaman lise birincisi, ikincisi, ve üçüncüsü olarak!
Sırada oturan liseli Selçuk’u gördüm
Bir taraftan bu duyguları yaşarken diğer taraftan öğrencilerle ‘başarı’ kavramı üzerine sohbet edecektim. Daha evvel bu konuda sunduğum bir konuşma metni vardı kafamda ama sınıfa girip sıralara şöyle bir bakınca o sırada oturan liseli Selçuk’u gördüm. Lise sondayken ben de sınıftakilerin çoğunluğu gibi hafta içi bir akrabamızın yanında kalıyor hafta sonu köydeki evimize dönüyordum. Ben de onlar gibi yaz kış aynı ceketle uzun yolu yürüyerek okula geliyordum. Benim de ayakkabılarım mevsimsizdi. Bu sınıfın fotoğrafına o liseli çocuğu koysam aradan geçen çeyrek asır silinip giderdi...
Sınıftakilerle konuşmaya başlayınca anlatmaktan çok dinlemeğe geldiğimi farkediyorum. İyi de oluyor zira uzaktan gelip bu gençlere bir saatte bilmedikleri ne anlatabilirdim ki... Tahtaya iki soru yazıp sohbete başlıyoruz: Nereden geliyorsunuz? Liseden sonraki planınız nedir?
Öğrencilerin çoğunluğu köylerden geliyor hala. Lise sonrası planları arasında genelde polis olmak ya da iki yıllık meslek okullarına gitmek var. Sağlık memurluğu ve hemşirelik de. Birkaç istisna dışında herkes büyük şehirlere bir iş bulmak için gitme hazırlığı yapıyor. İçlerinde Göle’de kalacak bir kişi ya var ya yok! Üniversite sınavlarından her sene en başarısız il olan Ardahan’ın sıradan bir lisesinde okuduklarını hepsi biliyor olacak ki aralarında ciddi üniversite planları yapanlar azınlıkta. Bir genç kız avukat olmak istediğini söylüyor örneğin ve hemen ekliyor, “Biz nere hukukta okumak nere!”
Onları dinlerken lise yıllarımdaki hayallerimi hatırlıyorum. Lisedeyken ne istediğimi çok iyi bilen bir öğrenciydim ben. Lise 1’de köyde bir bakkal dükkanı açmak en büyük hayalimdi. Babam karşı çıktığı için ben gidip köyümüzün muhtarına ‘babam borç para istiyor’ diyerek dükkanın ilk sermayesini almıştım. O zaman açtığım dükkanı üniversiteye gidinceye kadar işlettik. Lise 2’nin yazında başka köyden bir kızı sevdim ve niyetim liseden sonra çoluk çocuğa karışmaktı. Bu işte geç bile kalmıştım zira ilkokul arkadaşlarımın bir kısmı daha ben ortaokuldayken evlenmişti. Son sınıfa geldiğimde planlarımı biraz daha da netleştirmiştim: Bir tavuk çiftliği kuracaktım!
Lise sonrası hayallerimde üniversite yoktu çünkü Göle’de liseyi bitiren ve de son sınıfta bile kimyadan ikmale kalacak birinin üniversite hayali kurması ham hayal olurdu!
Kars’a gitmek için sınava girmek
Üniversiteye gitmek ciddi bir seçenek olmasa da bizim orada liseden mezun olmak demek sırf Göle’den Kars’a gitmek için sınava girmek demekti. Bizim ilçe o zaman Kars’a bağlıydı ve ben iki saatlik mesafedeki bu şehre hiç gitmemiştim. Sınavı fırsat bilip ilçedeki tüm gençlerle dolmuşlara binip güle oynaya sınava gittim. İlk defa orada bir otelde, soğuk bir otelde, tek başıma kalmıştım, unutmuyorum. Sınav uzun gelmişti bana. Fen derslerimiz boş geçtiği için o tarafa hiç bakmamıştım ve geriye kalan zaman da matematik ve sözel sorularına fazlasıyla yetmişti. Ve evet hem matematik hem de sözel soruları bana epey kolay gelmişti.
Sınava girdikten iki gün sonra (bizim oraya gazeteler gecikmeli gelirdi!) soruların olduğu gazeteyi alıp bir akrabamızın dükkanında çözmeye başladım. Benim hesabıma göre en az 66 netim olduğunu yanımdakilere söyledim. Bunun iyi bir sonuç olduğunu dükkandaki tepkilerden anladım ama asıl şoku ertesi gün yaşayacaktım. Kimya dersinde öğretmenimiz tek tek hepimize kaç netimiz olduğunu soruyordu. Genelde 20-30 arasında gidip geliyordu netler, ki bizim sınıf lisenin en iyi sınıfıydı. 40 neti bulan kimse yoktu sınıfta! Sıra bana gelince “66 netim var!” dedim ama ne ben derken ne de öğretmenim duyunca inandı bu sayıya (kimyadan ikmale kalacağımı söylemiş miydim?). Öğretmenimiz, “Bir daha say yanlışın vardır!” dedi ve bir sonraki öğrenciye geçti. O gün okuldan eve gelip gazeteyi tekrar heyecanla tekrar açtım ve başladım yeniden saymaya. Bu sefer netim 70’i buluyordu ama 66’dan emindim.
Hikayemin gizli kahramanı
Bu sonuçtan emin olan bir kişi daha vardı. O hariç doğrusu ne bir öğretmenim ne de bir tanıdık inandı benim bu sonucu alabileceğime. Hatta Erzurum’da oturan amcama ikinci sınav için orada bir dershaneye gitmek istediğimi söylediğimde, “Dur sınav sonucu bir gelsin hele” yanıtını almıştım. Haftalar sonra sınav sonucu geldiğinde Türkiye çapında yüzde 1’e girerek sınavı kazandığımı öğrendiğimde bir kişi hariç herkes şaşıracaktı.
Hikayemin gizli kahramanı, ben sınava girdiğimde neredeyse bir yıldır kendisini görmediğim Türkiye’nin öbür tarafında, ücra bir köyde öğretmenlik yapan babamdı. Ben doğmadan evimizde kütüphane kuran, maaşının iki katı parayı ansiklopedilere yatıran ve ben daha ÖDTÜ’nün adını duymadan bana o okuldaki mezuniyet töreninin fotoğraflarını gösteren sevgili babam. Ne 70 netim var dediğimde şüphe etmişti ne de ikinci sınavdan sonra ODTÜ’yü kazandığımda şok olmuştu.
Umudu elden bırakmayın
Geçmişteki bu yolculukla birlikte okuldaki ziyaretimizin de sonuna geliyorduk. Öğrencilerle sohbetimiz bitince birlikte hatıra fotoğrafı çektirip vedalaşıyoruz. Öğrencilerden bir kısmı arabaya kadar bizi yolcu etmek için çıkıyor dışarı. Bakıyorum avukat olmak istiyen genç de yanımıza geliyor yeniden “hoşçakal” demek için. Ben de duygulanıyorum, hoşçakal derken. “Umudu elden bırakmayın!” diyorum ve onları beyaz tablonun ortasında bir vaha gibi bırakarak yola koyuluyorum. Çeyrek asır evvel olduğu gibi giderken memleketi de götürüyorum. Hüzünle!