Güncelleme Tarihi:
Uzaktan kumanda ile açtığınız televizyonun ekranında “Sinyal yok” uyarısı bile belirmesin. Sabah kapınızın önüne bir şişe süt bırakılmış olsun sadece. Bütün bilgi ve görsellerinizi emanet ettiğiniz dizüstü bilgisayarınızın ekranı kısa bir süreliğine ışısın ve karanlığa gömülsün. Vapur iskelesinin bekleme salonunda görmeye alıştığınız ATM orada dursun ama içine ittirdiğiniz banka kartınızı kabul etmesin. Mobil telefonunuz, tablet bilgisayarınız, koşarken keyifle kullandığınız ‘adım sayar’, buzdolabınızın kapısındaki ekran… Hepsi işlevsiz birer kabuğa dönüşsün.
Sinema salonları toplumun hayal gücünde açılmış kocaman kara oyuklar gibi kıpırtısız ve boş. Bilboardlar anlamsız birer anıt gibi kentin ana caddelerini boydan boya kaplıyor. Otobüs duraklarından yalnızca reklamlar değil, otobüs tarifesi bile yok olmuş. Trafik ışıkları, film afişi koleksiyonunuz, en sevdiğiniz dijital oyun… Yok!
İletişimin profesyonelleşmesi modernliğin temelidir
Tam bir kabus değil mi? Oysa 1400’lü yılların ilk yarısında Alman demirci Johannes Gutenberg matbaayı icat ettiğinde dünya aşağı yukarı böyle bir yerdi. O zamanlarda yaşıyor olsaydık, arkadaşımızla buluşmak için onu hep gördüğümüz yere gidecek, yönetenlere derdimizi anlatmak için sarayın kapısında bekleyecek, uzun kış akşamlarında biraz eğlenebilmek için bulunduğumuz yere bir öykücünün gelmesini umacaktık.
En temel insani süreç olan iletişimin bir meslek olarak icra edilmeye başlanması, yani profesyonelleşmesi, bugün modern hayat olarak tanımladığımız şeyi sunmuştur bize. İletişim, mutlaka öğretilmesi gereken önemli bir iştir ve çok sayıda farklı uzmanlık alanı içerir.
İletişim içeriği üretimi
Profesyonel iletişim eğitimi bazen ‘radyo televizyon işleri’ olarak algılanabiliyor. Bir iletişim fakültesi dekanı olarak bana hala “Siz aslen gazeteci yetiştiriyorsunuz değil mi?” diye soranlar var. Daha kötüsü, iletişim işini uzmanlık gerektirmeyen, üniversite eğitimi almış herkesin yapabileceği bir etkinlik gibi algılayanlar da mevcut.
Bu yaklaşımlara yanıtım çok net: İletişim fakülteleri ne gazeteci yetiştirir ne de videocu! Bizler iletişim fakültelerinde toplumun nasıl bir içeriğe ihtiyaç duyduğuna karar veren profesyoneller yetiştiriyoruz. Haber, film senaryosu ya da hava tahmin raporu… Bu içeriğin ihtiyaca uygun biçimde üretilmesi iletişim işidir.
İletişim fakülteleri gazete, televizyon veya web ortamı için yazarlar değil, iyi öykü anlatıcılar yetiştirmelidir. İyi bir öykü, doğru mecrasını nasıl olsa bulur! İyi öyküler aklımıza kendiliklerinden gelmez. Aklınıza ansızın iyi bir fikir gelebilir. Ama bu fikrin iyi bir öyküye nasıl dönüştürüleceğini öğretmek iletişim fakültelerinin görevidir.
İletişim tasarımı
Hiçbir iletişim içeriği, hiçbir öykü ilk kurgulandığı ham hali ile bizlere ulaşmaz. Başarılı bir reklam kampanyası, iyi öykü kadar iyi tasarım anlamına da gelir. Keyifle izlediğimiz sinema filmleri, uzun ve zahmetli bir ‘post-prodüksiyon’ sürecinden geçer. Post prodüksiyon, ses ve görüntülerin senaryoya ve yönetmenin isteklerine uygun biçimde tasarlanmasından başka bir şey değildir. Bugün iletişim tasarımı dediğimiz zaman görsel tasarımın çok ötesinde bir alanı anlıyoruz. Etkileşim, arayüz ve enformasyon tasarımı çağdaş iletişim eğitiminde kapsanan konular.
İlk defa ziyaret ettiğiniz ve dilini bilmediğiniz bir kentte yolunuzu bulabiliyorsanız, orada muhtemelen iyi bir enformasyon tasarımcısı çalışmıştır. Çalıştığınız kurumun web sitesi, mutfağınızı kullandığınız etkinlikte işinize yarıyorsa, mükemmel bir etkileşim tasarımına sahiptir. Ya da tersine, bilgisayarınızı açtığınızda ne yapacağınızı bilemeden 15 saniye düşünüyorsanız, işletim sisteminin arayüz tasarımında önemli bir problem olabilir (siz en iyisi eski versiyonu yükleyin :))
İçeriğin yönetilmesi
Toplumsal analiz ve yaratıcı düşünce iletişim içeriğini üretmek için ihtiyaç duyacağınız iki önemli alan. İletişim tasarımı bu alanların ürünlerini son kullanıcıya uygun, estetik ve işlevsel kılıyor. Öte yandan tasarımı yapılmış içerik doğru kişilere, doğru kanallardan, doğru zamanda ve istenilen etki ile ulaşmıyorsa bir iletişim kabusu yaşıyorsunuz demektir.
İletişim fakülteleri bu süreçlerin yöneticilerini de yetiştirir. Halkla ilişkiler, reklamcılık, pazarlama iletişimi, marka yönetimi gibi uzmanlıkları kapsayan alana ‘iletişim yönetimi’ diyoruz. İletişim yöneticileri içerik üreten yaratıcıların (örneğin gazete muhabirlerinin, senaryo yazarlarının, animasyon sanatçılarının) ürünlerini toplumla buluşturur. Toplumsal araştırma, içgörü, güncel iş dünyasının gerektirdiği yeterlilikler bu alanların olmazsa olmazıdır diyebiliriz.
Yeni nesil iletişim eğitimi
Bu yazıya iletişim süreç ve ürünlerinden arınmış bir dünyanın ‘kabus’ olduğu varsayımı ile başladım. Bir başka kabus senaryosu, iletişim süreç ve ürünlerinin aşırı dijitalleşmesi ve deyim yerinde ise, kontrolden çıkması olarak hayal edilebilir. Bugün iletişim alanının köklü bir dönüşüm geçirdiğini söylemek abartı olmaz. Bu dönüşüm, gündelik yaşamın giderek artan sayıda alanını dijital etkileşimli teknolojilerin kaplaması anlamına geliyor.
Öyle ki, Gutenberg’den sonra icat edilmiş tüm iletişim ürün ve süreçlerini artık yepyeni bir perspektiften görüyoruz. Dijitalleşme mevcut içeriğe erişimin kolaylaşması olarak algılanmamalı. Dijital etkileşimli teknolojiler, yeni öykülerin anlatılabilmesi anlamına da geliyor. İyi bir iletişim eğitimi, yeni teknolojilerin sunduğu olanaklarla ortaya çıkan içerik üretimi, tasarım ve iletişim yönetimi bilgi ve uygulama yetilerinin sunulması demek. Tam da bu nedenle mecra-temelli (gazetecilik gibi) eğitim yerini yukarıda anlatmaya çalıştığım içerik-tasarım-yönetim üçlüsüne, bir diğer deyişle, ‘yeni nesil iletişim eğitimine’ bırakıyor.