Güncelleme Tarihi:
Türkiye’de mağara araştırma kulübü olan yalnızca 9 üniversite bulunuyor. Bunlar İTÜ ile birlikte Akdeniz, Anadolu, Ankara, Boğaziçi, Dokuz Eylül, Ege, Hacettepe ve Uludağ Üniversitesi. Üniversitelerin tüm mağara kulüpleri Türkiye Mağaracılık Federasyonu’nun çatısında altında görev yapıyor. 100’e yakın üyesi bulunan İTÜ Mağara Araştırma Kulübü’nün hedefi, Türkiye’nin en uzun mağarası olarak bilinen Isparta’daki Pınargözü Mağarası’nın sonuna ulaşabilmek. Diğer yandan kulüp, yılda ortalama 20 mağara ziyareti yapıyor ve bu ziyaretlerin 8’i eğitim amaçlı gerçekleştiriliyor. Her sene bu eğitimlerin ilki benim de katıldığım Kırklareli Demirköy’de bulunan Dupnisa Mağarası’nda yapılıyor. Kulübün eğitmenlerinden İTÜ Geomatik Mühendisliği mezunu İrem Kapucuoğlu ile İTÜ Bilgisayar Mühendisliği 4’üncü sınıf öğrencisi Oğuzhan Altıntaş, ilk eğitim için bu mağarayı tercih etmelerinin nedenini ise şöyle açıklıyor:
TÜM ZOR KOŞULLARI GÖRÜYORLAR
“Teorik eğitimler tamamlandıktan sonra ilk olarak herkesi daha yatay karakterli dediğimiz yani ip gibi bir ekipman kullanmadan yürüyerek ilerlenebilecek mağaralara götürüyoruz. Dupnisa Mağarası ilk pratik için harika bir örnek. Çünkü içerisi soğuk, karanlık ve yer yer 1 metre yüksekliğini bulan su birikintileri ile dar alanlar var. Bu sebeple yeni başlayanlar, tüm zor koşulları tek bir mağarada görerek kulüpte devam edip edemeyeceklerine daha hızlı ve kolay karar verebiliyor. Yani onlara kendilerini test etme imkanı veriyoruz.
‘DÜNYADA BİR YERE İLK KEZ AYAK BASACAKSIN’
Her yıl kulübe 300 kişinin üye olduğunu ancak mağaracılığın zor bir spor olduğunun anlaşılmasıyla da yıl sonunda sadece 15 kişinin kaldığını dile getiren eğitmenler, şu an kulüpte kendileri dahil 21 eğitmen daha olduğunu söyledi. Diğer yandan kulüpte üniversitenin neredeyse her bölümünden öğrenci var. Kimi uzay mühendisliği, kimi işletme bölümünde okuyor. Yeni üye olacakları motive etmek için de, “Belki aya ayak basan ilk insan olmayacaksın ama dünyada herhangi bir noktaya ayak basan ilk insan olabilirsin” cümlesi kuruluyor.
AŞIRI ÖZGÜVENLİ DAVRANIŞLARA YER YOK
Eğitmenler, mağaraya girmeden önce üyelere iki temel teorik eğitim verdiklerini dile getirerek, şunları söyledi: “Bunlar temel kampçılık ve temel mağaracılık eğitimi oluyor. Bu eğitimlerde kamp kurmaya dair her konuyu aktarıyoruz. Mağaracılıkta da mağara nasıl bir ortam, içinde neler var, kulüp olarak neler yapıyoruz gibi detayları anlatıyoruz. Bunlar arasında asıl önem verdiğimiz ise ‘mağarada güvenlik eğitimi’. Örneğin mağarada aşırı özgüvenli davranılmamalı. İsteyen istediği yerden atlayabileceğini ya da oradan oraya zıplayabileceğini düşünmemeli. Bunları güvensiz davranışlar olarak nitelendiriyoruz çünkü kazaya neden olabiliyor. Bir diğeri de yetersiz ekipmanla içeriye girmemek. Mutlaka yedek pil ya da ışık bulundurulmalı. Son olarak mağaraya tek başına ve yetersiz eğitimle kimse girmemeli. Bizler her mağaraya en az üç kişi olacak şekilde giriyoruz. Bunun sebebi de birinin başına bir şey geldiğinde, birinin onun başında beklemesi ve diğerinin de yardım aramaya gitmesini sağlamak.
MESAFEYİ AÇMA, BAĞIRMA, ‘HEYYO’ DİYE SESLEN
Mağaracılığa ilk adımı atan üniversitelilerle birlikte onların Demirköy’deki kamp alanında buluştum. Alanda toplam 73 kişi vardı ve 48’ini kulübün yeni üyeleri oluşturuyordu. Mağaranın içinde yoğun bir kalabalık yaşanmaması için ekipler içeriye 5 ya da 7 kişilik topluluklar halinde giriyordu. Ben de mağara girişi öncesi dahil olduğum ekiple birlikte soğuğa ve suya karşı dayanıklı içlik, tulum ve çizmelerimi giydim. Ardından da ışıklı baretimi takıp yanıma da yedek pil aldım. Ancak hazırlıklar sadece bundan ibaret değildi. Mağaraya gireceğim ekiple bir araya gelerek son kontrollerimizi yaptık. Bizimle mağaraya girecek olan eğitmenimiz İrem Kapucuoğlu mağarada çok ses çıkarmamamız, attığımız adımlara dikkat etmemiz, önümüzdeki kişi ile aramızdaki mesafeyi çok açmamamız ve eğer ekipten herhangi birine bir şey söylemek istiyorsak da ‘heyyo’ ya da ‘hey’ diye seslenerek ne istediğimizi komut vererek söylememiz gerektiğini açıkladı. Örneğin ‘heyyo yavaş’ ya da ‘hey bana bak’ gibi.
SULAK ALANDAN GEÇMEK ZORUNLU
Dupnisa Mağarası’nın aslında turistik bir alanı da var ve ziyarete açık. Biz de mağaraya turistlere açık olan kapıdan girdik ancak yaklaşık 200 metre ilerledikten sonra farklı bir yola saptık. Demir zincirlerle ayrılan kısımdan geçerek mağaranın karanlık ve turistler tarafından ayak basılmamış alanlarına doğru ilerlemeye başladık. Yerler kısım kısım kum ve taşlı zeminden oluşuyordu. Baretlerimizdeki ışıklar yolumuzu aydınlatsa da kısıtlı bir görüş imkanı sunuyordu. İçerisi yaklaşık 13 derecelik bir sıcaklığa sahipti. Sarkıt ve dikit gibi oluşumlar farklı formlarda ve etkileyici bir biçimde yer alıyordu. Mağarada sulak alanlar oldukça fazlaydı. Öyle ki girişten 500 metre sonra 1 metre 60 santimetre boyundaki benim bel hizama gelecek yükseklikteki sulak bir alanla karşılaştım. Yola devam etmek için mecburen o suyun içine girmemiz gerekiyordu. Sulak alanı geçmek çok uzun sürmese de neredeyse 4 derece olan soğuk su yola devam etmeyi zorlaştıracak bir etken olmuştu.
İÇİNDE ‘GÜZELLİK SALONU’ VAR
Mağaranın ilerleyen kısımlarında su seviyesi hiç o kadar yükselmedi ancak sürekli suyun yoğun olduğu ve diz mesafesini bulduğu yerlerden geçtik. Ayağımın sulak alanda kaymaması için fazladan dikkat etmem gerekirken bir yandan da eğitmenin mağara tanıtımını dinlemek ve içerideki yapıları incelemek gerçekten zorlayıcı bir deneyimdi. Diğer yandan mağaranın içinde ‘perde’ diye tanımlanan oluşumlar da vardı. Bunlar, sarkıtların birleşmesiyle meydana gelen yatay ve dalgalı biçime sahip yapılar. Ayrıca içerde biraz daha ilerledikten sonra sadece kumdan oluşan bir tepe gördük. Bu kumlu tepeyi aştıktan sonra da ‘güzellik salonu’ denilen bir yere çıktık. Orası bir odacık gibi ve içeride envai çeşit oluşum var. Hepsi de çok güzel gözüküyor. Bu nedenle öğrenciler o alana ‘güzellik salonu’ demeyi tercih ediyor.
DÜNYANIN EN BÜYÜK YARASA KOLONİSİ BURADAYDI
Mağarada ilk başta ilerlerken tavan nispeten alçak oluyor. Daha sonra ilerledikçe devasa bir galeriye çıktık. O alanda insan kendini gerçekten küçücük hissediyor. Çünkü alanın yüksekliği neredeyse 30, genişliği ise 60 metreydi. Alanda uyuyan yarasalar da vardı. Öncesinde söylendiği gibi onları rahatsız etmemek için oldukça özenli davrandık. ‘Meyve yarasası’ olarak tanımlanan bu canlılar, kışın uykuya yatıyor bahar döneminde ise meyve aramak için uyanıyor. Ancak eğer vakitlerinden önce uyandırılırsa ölebiliyorlar. Diğer yandan bundan birkaç yıl önce dünyanın en büyük yarasa kolonilerinden biri içinde olduğumuz Dupnisa Mağarası’ndaydı. O dönem içeride yaklaşık 30 bin bireylik yarasa kolonisi olduğunu dile getiren eğitmenler, şu an net rakamın kaç olduğunu bilmeseler de sayının epey azaldığını belirtti. Her mağara gezisi sonunda ekip bir rapor hazırlıyor. Bu raporda mağaranın son durumuna ait bilgiler yer alıyor ve Türkiye Mağaracılık Federasyonu’nun verilerine ekleniyor. Raporun yanı sıra kulüp, mağara fotoğraflarına da bir hayli önem veriyor. Öyle ki üyelerden Ankara Üniversitesi öğrencisi Metehan Çetin, Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Özlem Kaya ve Kocaeli Üniversitesi öğrencisi Atakan Acar, ‘mağara fotoğrafçılığı’ yapıyor. Özel ışık ve makineleri ile oldukça hassas ve özenli çekimler gerçekleştiriyorlar.