Güncelleme Tarihi:
Öğretmenlerin kişisel ve mesleki gelişimlerine destek veren Türkiye’nin önemli sivil toplum kuruluşlarından Öğretmen Akademisi Vakfı (ÖRAV) 28 Kasım’da ‘Eğitim Şenliği’ düzenledi. Kadir Has Üniversitesi’nde yapılan etkinlikte kasım ayı başından Öğretmenler Günü’ne kadar, sosyal medya hesapları ve farkyaratanogretmen.com adlı web sitesi üzerinden yürütülen kampanya sonucunda, Türkiye’nin farklı illerindeki öğretmenlerin hikayelerinin arasından seçilen ve fark yaratan öğretmen hikayesi açıklandı.
Kampanyaya 200’ün üzerinde hikaye ile başvuru yapıldı. Bunlar arasında şu anda Edirne’de bir özel bir eğitim kurumda öğretmenlik yapan Mustafa Ayberk, 1990 yılında Edirne Atatürk Ortaokulu’nda öğrencisi olan Özlem Kaya’nın hayatında bıraktığı izle fark yaratan öğretmen oldu. Şimdi Isparta’da Fatih Anaokulu’nda öğretmen olarak çalışan Özlem Kaya, ortaokul öğretmeni Mustafa Ayberk’in kendisi için çok büyük önemi olduğunu anlatarak hikâyesini anlattı.
ÖĞRETMENİ İLE BULUŞTU
Edirne’de köy okulunda maddi imkansızlıklar nedeniyle yırtık ayakkabılarla ortaokula başlamak zorunda kalan ve arkadaşları arasında alay konusu haline geldiğini söyleyen Özlem Kaya, öğretmeni Mustafa Ayberk’in kendisine verdiği manevi destekten söz etti. Liseye başlamasının ardından öğretmeni Mustafa Ayberk’in, üniversiteye başlamasını sağladığını anlattı. Düzenlenen etkinlikte duygularını dile getiren Kaya, “Öğretmenimi çok aradım ama ulaşamadım. Öğretmenim beni okumaya aşık etti. Bana güvendi, inandı. Onun etkisiyle üniversite okuyup öğretmen oldum. Öğretmenin kalbi öğrencisinde kalır” sözleriyle anlatırken sahneye öğretmeni Mustafa Ayberk’in gelmesiyle gözyaşlarına boğuldu.
Büyük şaşkınlık yaşayan Kaya ağlayarak, “Çok mutlu oldum” dedi ve öğretmeniyle Öğretmen Marşı’nı okudu. Hayatında iz bırakan öğretmeni bulduğu için çok duygulandığını söyleyen Kaya, “Çok heyecanlandım, çok mutluyum” diye konuştu. Kaya’nın öğretmeni Mustafa Ayberk ise, “Öğrencilerime vermek istediğim tek şey sevgi. Öğretmen arkadaşlarımın ne zorluklar yaşadığını biliyorum ama ne olursa olsun bir öğretmen, aklında ve kalbinde öğrencisinden bir şey yakalıyor” diyerek sevginin önemine değindi.
Etkinlikte her iki öğretmene teşekkür plaketi verilirken iletişim psikolojisi uzmanı ve yazar Doğan Cüceloğlu da, ‘Öğretmen Olmak ve Bir Cana Dokunmak’ başlıklı konuşma yaptı.
"UTANDIM, ÇOK UTANDIM"
Öğretmen Özlem Kaya hikayesini şöyle paylaştı
Yine yepyeni bir heyecan ve eski ayakkabılarla eylül ayının üçüncü haftası Atatürk Ortaokulu’na başlamıştım. Babamın maaşı almadığı için, ne okul alışverişi yapabilmiştik ne de yanları patlak ayakkabılarımı değiştirebilmiştim. Sınıflar belli oldu, daha birbirimizin adını bilemezken, daha sonra ismi aklıma kazınacak bir arkadaşım ayakkabılarımı gösterip gülmeye başladı…Genç kızım, ergenlik var, utandım, çok utandım. O kadar canlı kaldı ki utanç belleğimde, hâlâ kulaklarımın nasıl kızardığını hissedebiliyorum. Tüm dünya Nihan’ın parmaklarının ucuna bakıyordu, parmağın işaret ettiği yer ayakkabının yanından görünen beyaz çoraplarımdı…
Zil çaldı, Türkçe dersi varmış. Öğretmen içeriye girdi, yerlerimize oturduk. “Çok neşelisiniz çocuklar” dedi. Gülüşmelerin sebebi hâlâ beyaz çoraplarımdı ve ben gülemiyordum. Öğretmenin de gülmesinden ötürü olsa gerek biri kalktı “şunun ayakkabılarına gülüyorduk hocaam” dedi. “Gel bakalım dedi öğretmenim”, yanına gittim. ”Oo yanları patlak ayakkabılar… çok eğlenceli” dedi. Sınıftan ufak tefek kıkırdamaklar gelirken, benden tek kelime çıkmıyordu. “Sonra beraber güleriz buna” dedi bana ve oturttu yerime, bir süre sonra beni okul idaresine tebeşir elmaya yolladı. Gittim geldim, ders başlamıştı. Ders çıkışında yanına çağırdı. “Şimdi sana bir ayakkabı alsam o da eskiyecek” dedi. ”Almayalım, sen kendi ayakkabıların eskimeden ayakkabı alabilecek bir kız ol büyüyünce, biz ikimiz bunu yapalım ama sabırlı olmalısın ” dedi…anlayamadım…”Bak şimdi” dedi. Pencereden baktı, dışarıda, okulun bahçesinde kocaman ağaçlar vardı. “Sen eve gidince bana ağaçları anlatan bir yazı yaz getir” dedi. Yüzüne baktım, ”evet bu kendi ayakkabılarını alabilmen için” dedi. Gülümsedim, zira hâlâ utançtan konuşamıyordum. Eve gittim, su içmek gibiydi benim için kitap okumak ve yazmak, nasıl anladı bunu ilk gün bilmiyorum. İki sayfa yazdım, ağaçları anlattım, sonbaharı anlattım…”çıplaklığından utanır gibi eğilir rüzgarda ağaçlar” yazmıştım. Okudu bir sonraki gün bu cümleyi üç kere yüksek sesle okudu, yüzüme baktı, “sen o ayakkabıları alırsın” dedi. Farklıydı Mustafa Öğretmen. Hissediyordum, bakışından sorduğu sorulardan, dersi anlatışından. Üç yıl ortaokulda onunla geçti, hep yanımızda ve çok farklıydı.
HER HAFTA EVE DERGİ GELMEYE BAŞLADI
Liseye geçince göremedim onu, lise son sınıfta herkes dershane, kurs çıldırmış durumdaydı. Üniversite var ve ben kazanmalıyım, bildiğim ve annemin tekrar edip durduğu tek şey buydu. Ama gerisini bilmiyordum, hayatımda hiç optik form bile görmemiştim. Bir salı günü annem pazardan geldi. ”Mustafa öğretmenini gördüm pazarda yanıma geldi” dedi. Türkçe öğretmenin vardı ya, seni sordu. Eski evden taşınınca bulamamış bizi, nasıl olsa semt pazarına çıkar annesi demiş. “Kursa falan gidiyor mu?” diye sordu. “eee” dedim. ”Ev adresimizi istedi ben de verdim, sana kitap, dergi falan yollayacakmış” dedi annem. Bir iki dershaneye gitmiştik annemle deneme sınavlarına da girip başarılı olduğum halde indirimli ücret bile fazlaydı bizim için. ”Yok gitmek istemedi dershaneye falan, evde kendi çalışacak dedim” dedi annem. Şaşırmıştım, aradan üç yıla yakın zaman geçmişti. Sonra üniversiteye hazırlık için çıkarılan bir dergiye abone olduğumu öğrendim. Her hafta eve dergi gelmeye başladı, coğrafya, tarih kitapları geldi. Öğrenmekten öte yutuyordum içindekileri, birkaç kere çözüp tekrar ediyordum…O arada bir dershaneden “mucizevi” bir şekilde telefon geldi eve ve ücretsiz devam edebileceğimi söylediler. Biliyordum ki bu mucize birden eve gelmeye başlayan üniversite hazırlık kitapları ve dergileriyle aynı mucizeydi. O yıllarda, önce sınava girip puanını alıyordun, sonra tercih yapıyordun. Sınava girdim, puanı aldıktan sonra tek sorduğum şey “öğretmen olabiliyor muyum?” olmuştu, dershanedekilere, “olursun” dediler, tercihimizi yaptık, oldum.
ÖĞRETMENİN KALBİ ÖĞRENCİLERİNDE KALIR
Buraya bir cümle ile “oldum” yazmak çok basit biliyorum. Bunu ancak “olan” anlayacaktır…O sırada babamın tayini çıktı, başka şehre taşındık. Mustafa Öğretmenimi bir daha hiç göremedim, belki beni çoktan unuttu. Keşke bu yazdığımı okusaydı, keşke duyabilseydi. Okumaya aşık ettiğin için, bize okuduğun şiirler için, bana şimdi sınıfımdaki her çocuğuma güvenmeyi öğrettiğin için, bir ışık yakmanın geleceği aydınlığa boğacağına inandırdığın için hayatımı değiştirdin öğretmenim diyebilseydim. Senin o beyaz çoraplarımı gördüğün gün gözlerime baka baka söylediğin cümle ile ben dağ başında bir köyde, ilk sınıfımda hayatımın en mutlu günlerini yaşadım diyebilseydim. Bir kez oğlumu doğurduğum anda, bir kez de geçen hafta yolda arkamdan yetişen, hiçbir şey söylemeden bana sarılan,15 yıl önce yırtık önlüğünü köyde sınıfımda sobanın başında diktiğim şimdi sakallı bıyıklı, subay olmuş Kemal’i gördüğümde sevinçten ağladım diyebilseydim. Çünkü biliyorum ki, bir öğretmeni en mutlu eden şey budur. Ne aldığı para, ne başka bir şey kalbini yeşertmez öğretmenin…demiştim ya ben de “öğretmen oldum” oradan biliyorum. Ama unutmamıştır beni belki de Mustafa Öğretmenim. Öğretmenin kalbi hep öğrencilerinde kalır, oradan biliyorum.