Güncelleme Tarihi:
Unutmayalım ki, yaygın olarak kullandığımız ‘eğitim şart’ cümlesini herhangi bir konuda, bir dizi değerlendirme ve eleştiri yaptıktan sonra aslında o konuyla bugüne kadar ilgilenmediğimizi ve sorunu çözmenin başkaları tarafında üstlenilmesini beklediğimizi belirtmek için kullanıyoruz. Toplumsal açmazlarımızı ve belki de konunun çözümünün bizce imkansız olduğunu, ‘eğitim şart’ cümlesinin manasına sakladığımız da düşünülürse; çevre bilincinin gelişmesi için, eğitime ilave olarak farklı değerlendirmeler ve uygulamalar yapmamız gerektiği ortaya çıkıyor.
Çevrenin gelecek nesillere yaşanır olarak devredilmesi için bu konuda çalışan çevre mühendisleri gibi profesyonel grupların üniversitelerimizde yetkin olarak eğitilmelerinin yanı sıra çevre bilincinin gelişmesi için her birimizin yaşam biçimine dikkat etmesi ve değiştirmesi de gerekiyor. Zorlandığımız bir nokta da, bizim içinde yer almamız gereken uygulama kısmında verdiğimiz önem ve zamanın yetersiz oluşu. Sizce çevre nedir? Bu soruyu sormamız ve üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Belki de soruyu, “Canlıların var olması için doğal çevre ne kadar gereklidir?” diye sormak daha doğru olacak.
KÜÇÜK AMA SIK YAPILAN KAÇAMAKLAR
Aslında çevreyi, yaşadığımız bölge bütünü olarak algıladığımızı ve bütün dünyayı, hatta ötesini kapsayan bir sistem olduğunu güdüsel olarak biliyoruz. Hepimiz, sokağa çöp atmanın doğru olmadığını bilmemize ve çocuklarımıza öğretmemize rağmen, kendimiz yapmaya devam ediyoruz. Belki de içten içe sigara izmaritini, kağıt mendili sokağa atmanın çevre üzerinde bir etkisi olmadığını düşünüyoruz. Belki de arabamızın ‘küllüğünü’ boşaltmak zor geliyor veya arabayı kokutmamak daha öncelikli bir konu olarak algılanıyor. Fark etmemiz gereken; bu küçük ama sık yaptığımız kaçamakların, göremediğimiz büyük bir çevresel kirlilik yükü oluşturduğu.
Yıllar içinde kirli soluduğumuz şehirlerimizin havalarını, içilemez hale gelen sularımızı, yüzemediğimiz denizlerimizi ve balık bulamadığımız akarsularımızı düşünürsek, kirletilen çevrenin eski haline dönüştürülmesinin neredeyse imkansız olduğunu görebiliriz. Çevresel kirlilik oluştuktan sonra, çevre mühendislerinin bunu ortadan kaldırmasını beklemek, olumsuz gelişmeleri izlemek anlamına gelir. Oysa kirliliğin oluşmasını engellemek, azaltmak birey olarak yapabileceğimiz ve gelecek nesillere öğretebileceğimiz bir yaşam biçimi. Aslında, çevre bilincinin geliştirilmesi canlıların var oluş mücadelesinin bir parçası.
Çevre bilincinin kazanılması için ekosistemin bir parçası olduğumuzu bilmemiz ve kabullenmemiz gerekiyor. İnsanın sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için ağaçları olan, gürültüsü az, çok yüksek olmayan yerleşimlerde yaşaması gerektiği bilimsel çalışmalarla ortaya konuluyor. Öte yandan nüfus artışı ve ihtiyaç yoğunluğuna cevap vermek için bulunan çözümler insanlara doğal ortamlardan uzak yaşamayı dayatıyor. Geçmiş yıllarda çözüm olarak kabul edilen birçok yaklaşımın kendisi sorun olarak karşımıza çıkıyor.
KONUŞUYORUZ AMA YAPMIYORUZ
Çevre bilincinin kalıcı olarak oluşturulmasında yapılması gereken, yaş sınırlaması olmaksızın herkesin hayat boyu eğitilmesinin kabul edilmesi, doğru eğitim aşamalarının ve programlarının seçilmesi ve belki de en önemlisi sürdürülebilir çevre uygulamalarının örneklerle ortaya konulması. Artık ilkokullardan başlayarak ‘çevre’ kelimesini çocuklarımıza tanıtıyoruz. Çevre duyarlılığı için resim yarışmaları düzenliyoruz. Evlerde kullandığımız yağların lavabolara dökülmesinin yanlış olduğunu her yerde söylüyoruz. Fazla gübre kullanmanın yeraltı sularını kirlettiğini ulusal kanallarda duyuruyoruz. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Öte yandan, günlük hayatta karşılaştığımız ve yaşadığımız çevre, bu çabanın sonuçlarını yansıtmıyor. Çiftçilerimiz ürün kaybı endişesiyle kullandıkları gübre ve zirai mücadele ilaçlarının miktarlarını arttırıyor. Yağlar hala lavabolara dökülüyor ve biz her yerde çevre resimleri yarışmaları düzenlemeye devam ediyoruz. Çocuklarımıza ödev verildiği için kullanılmamış pilleri geri dönüşüm kutusuna atmaları için okula gönderen velilerimiz olduğunu söyleyebilirim. Oysa komşularımıza gerçekten sorduktan sonra bizim evde veya apartmanda henüz pil atığı oluşmadı, demek bu ödevin vardığı sonuçlardan biri olarak kabul edilmeli. Çocuklarımızın bu gözlemi yapmalarına da imkan verilmeli.
GÖRMEZDEN GELİYORUZ
Çevre bilincinin geliştirilmesiyle ilgili bize düşen kısımda, çocuklarımızla doğada gürültüsüz bir ortama gitmiyoruz, yürüyüşlere çıkmıyoruz. Diğer canlıların var oluşuna ihtiyacımız olduğunu ve onların yaşam biçimlerinin bizden farklı olduğunu göstermiyoruz; biz de görmüyoruz. Kullandığımız her türlü insan yapısı malzemenin üretilmesi sırasında atıkların oluştuğunu ve bunları çevreye atığımızı anlatmıyoruz. Doğal ortamlara karışan çok az miktarda kirleticinin bile canlılara zarar verdiğini görmezden geliyoruz.
Şehirlerimizin içinden geçen akarsularımızın çok önemli bir bölümü kirli. Akarsularını temiz tutabilen birkaç şehrimiz bu özellikleriyle dikkat çekiyor. Öte yandan pek çok şehrimizde akarsulara akıtılan kirli sulara, atılan çöplere kayıtsız kalmak ve ‘yetkili’ bir merciinin gelmeyecek çözümünü beklemek yaygın bir davranış. Sanki o sular sadece kirletenlere tahsis edilmiş, bizim ve diğer canlıların kullanma hakları yokmuş gibi davranıyoruz. Çevre bilincini oluşturacak duyarlılığı, uygulamada ve yaşam biçimimiz kapsamında göstermediğimiz anda vermeye çalıştığımız eğitim amacına ulaşamıyor.
ÇEVRE EĞİTİMİ SADECE UZMANLARIN İŞİ DEĞİL
Çocuklarımız ve diğer insanlar, bizleri gereksiz lambaları kapatırken görmezse, okullarda anlatılanlarla, oynan oyunlarla, söylenenlerle hiçbir zaman içselleştirilmiş bir duyarlılık geliştiremezler. Kaç ebeveyn çocuğuyla ‘çöp’ toplama etkinliğine katılmıştır? Aslında böyle bir etkinlik atılanları geri toplamanın ne kadar zor ve dikkat isteyen bir iş olduğunu göstermesi açısından öğretici ve kalıcı olabilir. Ayrıca sonunda temizlenmiş ve eski haline getirilmiş bir alan, bütün katılanlara başarının gururunu verecektir. Diğer ülkelerde bunun benzeri pek çok etkinlik, sadece okullarda değil, komşular arasında, kuruluşlarla birlikte gerçekleştiriliyor. Çevre eğitimi sadece eğitmenlerin ve uzmanların üstlenmesi gereken veya başarabileceği bir konu değil. Kullanıcılar olarak, üreticilerimizden çevreye duyarlı üretim yapmalarını istemeliyiz ki çocuklarımız da istesin. Unutmayalım ki, çevre dostu yaklaşımlar ve ürünler bir lüks değil. Bütün toplum olarak çevre dostu ürünlere erişebilmek ve kullanabilmek yaşama hakkının bir parçası.
DOÇ. DR. SELİM L. SANİN KİMDİR?
Lisans ve yuksek lisans egitimini ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü'nde, doktora egitimini DUKE Üniversitesi'nde (Kuzey Karolina, ABD) İnşaat ve Çevre Mühendisliği Bölümü'nde tamamladı. Çevre sektöründe laboratuvar yöneticiliği ve danışmanlık yaptıktan sonra, Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü'nde öğretim üyesi olarak göreve başladı. Halen Hacettepe Üniversitesi Çevre Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevini sürdürüyor. Sürdürülebilir çevre yönetimi, çevre biyoteknolojisi ve alternatif enerji sistemleri konularında araştırmalar yapıyor.