Güncelleme Tarihi:
Birkaç hafta önce öğrencilerime, “Kimler okula isteyerek, severek geliyor?” diye sordum. O kadar az öğrenci parmak kaldırıyor ki... Öğrenciler okulu sevmiyor ve gelmek istemiyorlar. Okullar bir şekilde sevimsiz hale geliyor, getiriliyor. Sanırım biz öğretmenler “farkında olmadan” bunu yapıyoruz. “Farkında olmadan” diyorum çünkü üniversitelerden donanımsız çıkıyoruz. Bizzat öğretmenliğe hazırlandığımız, öğrenci ile yüz yüze geldiğimiz, eğitim fakültesinin en önemli ayağı olarak düşündüğüm stajlar, prosedürden öteye geçemiyor. Bunun sonucunda öğretmenlik yapılarak öğreniliyor.
Atandığımızda öğrenci ile buluşmaya hazır olmuyoruz, olamıyoruz ne yapacağını bilmeyen terleyen ve kekeleyen bir halde, sudan çıkmış balık misali kalakalıyoruz! Böyle bir öğretmenim olsun istemezdim, kim ister ki? Bu şartlar altında öğretmenlik yapılarak öğrenilen bir mesleğe dönüşüyor. Peki yapılarak öğrenilirken kaç öğrenci heba ediliyor, kaç öğrenci ülkenin bir değeri olabilecekken yitip gidiyor? Bu durumun acı sonuçları oluyor.
DEĞİŞEMİYORUZ MAALESEF
Okulda 40 dakika, ders anlatma ve not tutma ile geçiyorsa öğrenci sadece oturma eylemini gerçekleştiriyor demektir. Öğretmenler olarak dersi ancak biz anlatarak öğretebiliriz, onlar sadece oturup sessizce dinlemeli diye düşünüyoruz. Bir etkinlik ya da deney yaptırsak ve öğrenciler düşünerek, sorgulayarak kendi bilgisine ulaşmaya çalışsa, “Hayır öğrenemezler olur mu öyle hiç” diyebiliyoruz. Bunu denemeye yüreğimiz bile yok. Değişemiyoruz maalesef.
Kendimden örnek vereyim, 11’inci yılını çalışan bir fen bilimleri öğretmeniyim. Meslek hayatımın ilk 5-6 yılı harika ders anlatımlarıyla geçti!! 40 dakika, tam 40 dakika soluk almadan ders anlatıyorum öğrencilerim de dinliyor, tahtaya yazdıklarımı yazıyordu. Bir yazılı geliyor heyecan dorukta okuyorum, pek bir şey yok, başarı istenilenden çok uzak! “Allah’ım daha ne yapacağım” diyorum, “anlatıyorum örnekler veriyorum her yılın çıkmış sorularını çözüyorum, daha ne yapacağım? Bu öğrencilerle olmaz, çalışmıyor bunlar, tembeller tembel” diyerek söylenmem son buluyor.
BİZ ESKİDEN BÖYLE MİYDİK!
Öğrencilerin sadece oturarak dinlediği sınıflar beraberinde bazı sorunları da getiriyor. Bir süre sonra öğrenci sıkılıyor ve enerjisi ona kötü şeyler yaptırmaya başlıyor. Yanındakini dürtüyor; önündekini, arkasındakini bir şekilde harekete geçiriyor. Hemen öğretmenden uyarı geliyor:
“Mehmet ne yapıyorsun sen, çok biliyorsun değil mi, ancak konuş arkadaşlarını rahatsız et!”
Evet Mehmet nasibini aldı. Mehmet artık eğitim çemberinin dışına itildi… Öğrencilerin herhangi bir eylem yapmaksızın sadece konuk sanatçı misali oturduğu sınıflarda kendi köşesinde sesiz sessiz oturan Fatma, sadece okula gelip giden bir Fatma olacak. Fatma’da ne cevherler var ama asla keşfedilemeyecek. Bir türlü yerinde duramayan Ahmet, enerjin çok senin enerjin, bir oturamadın yerine, sanki her zaman oturuyormuşuz gibi! Sürekli parmak kaldıran Ali, Selin bayılıyorum size, sizi gördükçe başarımı görüyorum, tatmin oluyorum ama Selin ve Ali’ye desen ki, hiç okula gelme 50’nci sayfaya kadar çalış yazılıya gel, yine 100 alır.
Mesele Ahmet’i, Mehmet’i, Fatma’yı kazanmak, Ali ve Selin’i unutmadan. Bunun gibi birkaç davranışa maruz kalan bir çocuk eşittir okulu sevmeyen Mehmet’ler, Ahmet’ler ve Fatma’lar… Tabi suçlu öğrenci dersi dinlemeliydi, uslu uslu oturmalıydı. Ders biter öğretmen, birbirinden nitelikli eğitim sohbetlerinin yapıldığı öğretmenler odasında Mehmet’e olan sinirini haykırır, biz eskiden böyle miydik! Bu söze tav oluyorum, yahu eskiden öğretmenden korkumuzdan sürekli çiçekçilik (oturma pozisyonu) oynardık, peki o imrenilen eski nesil ne yaptı? Bunun için günümüze bakalım, baktıysak tamamdır.
ARTIK SESSİZ OLMAK YOK, TARTIŞMAK GÜRÜLTÜ YAPMAK VAR
Bunların hepsini yaşadım. Çok düşündüm. Bir şeyler yanlış gidiyor sınıflarımda. İstediğim sonuca bir türlü ulaşamıyordum. Artık değişim zamanıydı, ama çok zordu, anlatmaktan vazgeçmek. Çünkü bunun sonucunda ne olacağını bilmiyordum. Öğretim programı değişiyordu aslında ama önemli olan öğretmenin değişmesiydi. Sanırım bu değişimi başardım.
Artık bütün zamanımızı alan not tutmak yok, kitabın üstüne küçücük notlar var. Dersi anlatmak öğrenciye bilgiyi vermek yok, etkinlikler ve deneyler ile sorgulayarak kendi bilgimizi oluşturmak var. Oturmak ve sesiz olmak yok, tartışmak ve gürültü yapmak var. “Susun çocuklar” yok, her öğrencinin kendini özgürce ifade edebileceği samimi ortam, hatta daha çok konuşmaları için teşvik var.
Bunları yaparken öğrenciler mutlu oluyor, özgürler çünkü. Bilgiyi keşfetmek ve verilen basit malzemelerle bizzat üretmek ki, bunun adı STEM (fen, teknoloji, mühendislik, matematik) oluyor. Öğrenmenin etkili yollarından biri. Örneğin öğrencileri dörderli gruplara ayırıyorum, bir parça strafor ve 20 adet çöp şiş veriyorum. Konumuz olan katılarda basınç ile bu malzemeleri ilişkilendirin, bir köprü tasarlayın diyorum ve çıkıyorum aradan. Düşünüyorlar, tartışıyorlar, üretiyorlar ve birbirleriyle paylaşıyorlar. Ne tasarımlar çıkıyor, inanamıyorum.
ÖĞRETMEN ARADAN ÇEKİLİNCE, ÖĞRENCİ KEŞFE BAŞLIYOR
Öğrencilere problem durumunu verip aradan çıktığımızda yani sadece bir rehber olduğumuzda keşif başlıyor ve bu şekilde edinilen bilgi, bizzat öğrenciye aittir, kendi bilgisini keşfetmiştir. Öğrencinin keşfetmekten aldığı haz, o bilginin kalıcılığının garantisidir. Artık birçok tekniği kullanıyorum derslerimde. Drama etkinlikleri, simülasyon programları, çeşitli eğitim teknolojileri, anolojiler (benzetim), dans ile fen öğretimi... Sınıfın dışına taşıyoruz, parklarda, bahçelerde hatta inşaat alanlarında bilim yapıyoruz. Sınır yok, bilim var. Yaptığımız etkinlikleri adıma açtığım youtube kanalıma yüklüyorum, hem öğrencilerim izleyerek dersi tekrar ediyor hem de daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlıyorum.
Çeşitli teknikleri kullanmak, Ahmet’leri, Mehmet’leri ve Fatma’ları her yönüyle keşfetmemi ve öğrencilerimin de feni, bilimi ve okulu sevmelerini sağlıyor. Hatta bu sevgi öğrencilerimi hafta sonu ve akşamları bile proje çalışmaları için okula getirebiliyor. Biliyorum ki her öğrencim fen alanında ilerlemeyecek ama kullandığım farklı teknikler sayesinde iyi dans ettiğini, iyi bir oyuncu olduğunu ya da teknoloji adına üretebildiğini keşfedecek ve bu alanda ilerleme gösterecek. Bunlar çok daha önemli kazanımlar.
HAYAL EDİYORUZ AMA GERÇEKLEŞTİRECEK DONANIM YOK
Bence önemli sorunlardan bir tanesi de, hayal etmiyor değiliz, aklımıza birçok fikir geliyor aslında ve bu hayalimizin bir başkası tarafından gerçekleştirildiğini görünce, bunu şu cümle ile açıklıyoruz: Değerli bir hocam katıldığım bir konferansta bu repliği kullanmıştı “Benim aklıma gelmişti”. Aklımıza geliyor ama bunu yapacak donanım maalesef yok. Sorgulamayı ve keşfi bu yüzden önemsiyorum. Öğrencilerime problem ile karşılaştığımızda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini vermeye çalışıyorum, onlara hayallerinin peşinde koşmayı öğretiyorum. İsteyince her şeyi yapabileceklerini öğretiyorum. Tüm bunlar için gerekli donanımı vermeye çalışıyorum ki, “Benim aklıma gelmişti” demesinler, akıllarına geleni yapsınlar.
21. yüzyıldayız kodlama artık standart olmalı, ilkokullardan başlamalı ve biz öğretmenler eğitim teknolojilerini yakından takip etmeliyiz. Maalesef öğretmenler olarak teknolojiden çok uzağız. Her geçen gün yeni uygulamalar, programlar eğitime entegre oluyor. Biz öğretmenler hiç olmazsa bir kısmını yakından takip ederek uyguluyor olmalıyız. Sınıfında teknolojiyi iyi kullanan bir öğretmene ve dersine öğrencilerin bakışı, sevgisi, ilgisi değişiyor. Ne de olsa onlar dijital yerli. Evet imkansızlıklar her zaman var ve olacak. Öğretmen olarak eksiğe ya da olmayana takılmak yerine her şeyin alternatifini bularak çözüm üreten olmalıyız.
ÖĞRETMENLİK FEDAKÂRLIĞA, ÖZVERİYE KALMIŞ DURUMDA
Gerçekten öğrencilerimizi düşünerek, yarınki dersi değil bir sonraki haftanın dersini en etkili nasıl yaparım konusunda kafa patlatmalıyız bu da öğretmenliğin motivasyon mesleği olduğunu gösterir. Kendimizi alanımızda olabildiğince geliştirmeliyiz. Değerli bir hocama göre, “Alan bilgisi, öğretmenin karizmasının ta kendisi” imiş.
Türkiye’de öğretmen yetiştirmede maalesef bir standart yok. Yapılan bilimsel araştırmalar öğretmen niteliğinin, eğitimin kalitesini artıran en önemli faktör olduğunu vurgularken, Türkiye’de öğretmenliğe bakış açısı şu şekilde: Maaş garantisi var, tatili var, rahat, oh mis. Eş tercihinde bile aranan önemli bir özellik! Öğretmenliğin hakkını verene öğretmenlikten daha zor bir meslek olamaz.
Şöyle bir düşündüm, kafamda bir şeyler olmadan rahat rahat çayımı yudumladığım bir akşam en son ne zamandı hatırlayamıyorum. Bugün çok komik puanlarla öğretmen olunabiliyor, bu öğretmen olanın suçu değil, asıl düşündürücü olan sistem neyi hedefliyor. Günümüz Türkiye’sinde öğretmenlik tamamen fedakârlığa ve özveriye kalmış durumda.
Bu tür olumsuzlukların giderildiği, öğretmenliğin niteliğinin artırıldığı, her öğrencinin fark edildiği, her öğrencinin kendini keşfettiği, öğrencilerin bilgili, mutlu ve çok yönlü yetiştirildiği bir Türkiye, yeni yıl dileğim olsun. Her şey yavrularımız için. Allah içimizdeki öğretmenlik aşkını daim etsin…
Hedefim öğrencilerim arasından sadece bir tane Aziz Sancar çıkmasına vesile olmak. O günleri görebilmek, düşünmesi bile güzel. Eğitim felsefem ise; Einstein’in dediği gibi: “ Eğitim var olan bilginin öğretilmesi değil, düşünmeyi öğretmektir.”