Güncelleme Tarihi:
Uzmanlar Türkiye’nin 2001 yılından itibaren yapısal reformların yapılması ve tutarlı ekonomi yönetimi ile gelişerek zenginleştiği, kişi başına geliri 10 bin dolarlar seviyesine çıkardığı ancak son 4-5 yılda duraksayarak gerçek büyüme sağlayamadığını ifade ediyorlar.
İspatlanmış örneklere bakarak önerilen çözüm formülü de şöyle. Türkiye teknolojiye yatırım yapmalı, inovasyon yapan bir ekonomiye sahip olmalı, katma değeri düşük ürünler yerine vasıflı iş gücü ile yüksek teknolojili katma değeri yüksek ürünler üreten bir ülke olmalı. Bu da daha çok çalışarak, verimliliği arttırarak ulaşılabilecek bir hedef değil. Farklı bir anlayış, farklı bir yaklaşım ve davranış şekli, moda deyimi ile paradigma değişikliği gerektiriyor. Teknolojiyi satın alan değil geliştiren, buluşlar yapan, yeni ürün ve hizmetleri başkalarına satan, dijital dünyanın öncüleri arasına giren bir toplumun oluşmasından bahsediyoruz.
Eğitim karnemiz zayıflarla dolu
Bu modelin olmazsa olmaz altyapısı da bilimsel çalışmalar ve AR-GE’nin desteklendiği, fark yaratacak kaliteli ve vasıflı insan yetiştiren bir eğitim sistemine sahip, sınai hakların korunduğu, insan hak ve özgürlüklerini titizlikle koruyan, sosyal adalet temelli ileri bir demokratik düzen olmalı.
Bütünü oluşturan bu parçaların her biri vazgeçilmez unsurlar. Ancak ben bir eğitim gönüllüsü olarak “inovasyon yapabilen vasıflı insan gücü” konusuna” değinmek istiyorum. İnovasyon yapan, yani farklı, yenilikçi ve rekabet üstünlüğü sağlayan ürün, hizmet ve sistemler yaratan kişilerin bilimsel düşünce yeteneğine sahip, soran, sorgulayan, araştıran, denemeler yapan, hatalarından ders çıkararak öğrenen, bunları bir yaşam tarzı olarak benimseyen, özgüven sahibi olmaları gerekiyor. Bunun yolu da çocuklarımızı bu doğrultuda planlanmış bir eğitim programı ve uygulaması ile donatmak ve kişisel yeteneklerini geliştirmekle mümkün.
Ancak, Türkiye’nin eğitim karnesi zayıflar ile doludur. İstatistikler ve ölçümler eksiğimizi açıkça gösteriyor. PISA, TIMMS, YGS sonuçları gibi eğitim istatistikleri, UNDP, WEF raporları gibi veriler eğitimde önemli bir iyileşmenin sağlanamadığını, gerekli beceri ve bilgi ile çocuklarımızı yetiştiremediğimizi gösteriyor. Son bir örnek, geçen ay yapılan YGS sınavı sonuçları.
Çözüm üretmek için bekleme lüksümüz yok
Ayrıca geçenlerde okuduğum bir bilgiyi de aktarmak istiyorum. 2010 – 2014 yılları arasında üniversitelerdeki temel bilimler bölümlerine yapılan başvurularda çok ciddi azalmalar olmuş. Biyoloji 7 binli rakamlardan 1.242’ye inmiş, fizik 3 binli rakamlardan 447’ye düşmüş, kimya 7 binli rakamlardan 1.366’ya gerilemiş, matematikte 9 binli rakamlardan 3 bin 547’ye inmiş. Gelecek ders yılında bazı üniversitelerde bu kontenjanların tamamen kaldırılacağını düşünülüyor.
Çözüm üretmek için bekleme lüksümüz de de yok. Dijital bir çağa girdik. Teknoloji müthiş bir hızla gelişiyor. Sınırları, engelleri aşmakta, birçok ezberi bozmakta, güç dengelerini değiştiriyor. Görüntü odur ki, teknoloji sahibi ülkeler ve onlara mahkûm ülkelerin arasındaki güç dengesizliği daha da bozulacak.
21’inci yüzyılın acımasız dijital dünyasında rekabet edebilecek bir nesil yetiştirmeliyiz. Türkiye milli eğitim ile ilgili politik kaygılardan uzak, bakan değişimi ile değil Hükümet değişimi ile bile değiştirilmeyen uzun vadeli bir devlet eğitim stratejisine sahip olmalı. Toplum olarak, anne baba olarak, ülkesinin geleceğini düşünen sorumlu vatandaşlar olarak eğitim konusunu ülkenin gündemine taşımak için elimizden geleni yapmamız gerektiğine inanıyorum.