Güncelleme Tarihi:
Bu doğrultuda yayınladığımız Ayrımcılık: Örnek Ders Uygulamaları (2012) kitabının önsözünde, öğretmenleri ikna için şöyle yazmıştım:
“Gençlerin apolitik olduğu büyük bir genellemedir. Çalışmalar, öğrencilerin askerdeki yakınları, evlerinde konuşulanlar ya da medya yoluyla Türkiye’nin etnik, dinsel vb. sorunlarının farkında olduklarını göstermektedir”.
Hakikaten araştırmalarımız ve gençlerin özellikle sosyal medyadaki hareketliliği, bu kuşağın apolitik olduğu tezini yalanlıyordu. Bu bilgime rağmen, yine de itiraf etmem gerekir ki, Gezi olaylarıyla ortaya çıkan gençlik hareketi bir sosyolog olarak beni de şaşırttı. Henüz kavramlarımızın bu olayları anlamaya yetmediğini düşünüyorum. Gençleri anlamak için şu sıralar küçük bir ekiple derinlemesine mülakat yöntemine dayanan bir araştırma yürütüyoruz. Belki araştırmadan sonra resmi daha net olarak görebileceğiz. Ancak yine de önbulgular ve gözlemler eşliğinde gençler hakkında kısa bir değerlendirme yapmak mümkün.
Bu olaylara kadar Türkiye’de gençlerin, “okumuyorlar, siyasete ilgisizler, cahiller vs.” türü etiketlenmeye maruz kaldığını biliyoruz. Bu olaylardan sonra ise bir kesim, gençleri “geleneklerini öğrenememiş, yakıp yıkan” bir kitle olarak kriminalize ediyor, bazı kesimler ise gençlerin tepkilerini yüceltiyor, onları demokrasinin garantörü olarak görüyor.
Homojen bir “gezi gençliği” yok
Bu keskin yorumlar karşısında bilimsel bir mesafe almak, homojen bir “gezi gençliği” olmadığının altını çizmek ve gençlerin “kim olduklarından çok ne yaptıklarına” odaklanmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ilk zamanlarda yapılan anketler gençlerin kim olduklarına odaklanıyor ve onları ağırlıklı olarak CHP’ye oy veren bir kitle olarak sunuyordu. Halbuki bu olayları klasik siyasi kimliklerle anlamak zor. Zira bu olaylarda bizleri şaşırtan şey zaten, klasik kimlikler altında gerçekleştirilen eylemlerin niteliğiydi. Yani o ilginç fotoğrafta olduğu gibi, birbirine yardım eden BDP’li, ulusalcı ve ülkücü protestocuların aynı karede yer almasıydı. Hatta belki bizleri en çok şaşırtan şey, birçok gencin ilk kez bir eyleme katılmış olmasıydı. “AVM’lerden çıkmadıkları, kendilerinden başka bir şey düşünmedikleri” zannedilen gençlerin, AVM yapılmasına, ağaçların kesilmesine ve polis şiddetine karşı çıkmalarıydı.
Eylemleri eleştirenler, şiddeti, kamu malına verilen zararı, başörtülüleri tacizi ön plana çıkarıyorlar. Bunları yapanların olduğu muhakkak. Ancak polisle çatışma daha önce 1 Mayıs gösterilerinde de oldu, ya da Cumhuriyet mitingleri esnasında başörtülülere tacizler yapıldı. Dolayısıyla bunlar da Gezi olaylarının ayırıcı vasfı değil.
Gezi olaylarının özelliği “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlerle, “önderliğin ekolojik perspektifi yüzünden buradayız” diyen Kürtlerin, namaz kılanlarla onları koruyanların, cinsiyetçi küfürler edenlerle, buna karşı çıkan kadınların, heteroseksüellerle LGBTT bireylerin, örgütlü ve örgütsüz gençlerin birbiriyle etkileşimiydi. Bizim için ilginç olan, gençlerin bu etkileşimine eşlik eden mizah, gruplar arası gerilimler ve sorgulamalardı. Gözlemlerimize ve görüşmelerimize göre Gezi’de hakim olan söylem, ‘öteki’ne, yani farklı olana gösterilen hassasiyet, nezaket ve dayanışmaydı. Gençlerin bu söyleminin kısa ve orta vadede ne kadar kalıcı olduğunu, dili ve siyaseti nasıl etkileyeceğini şimdiden söylemek zor. Yine de üzerinde düşünmek için birkaç ders ve soru çıkarmak mümkün.
Birçok şeyi yeniden düşünmemiz gerekiyor
Birinci olarak, Gezi olayları gençler açısından önemli bir politikleşme yarattı. Yani bu olaylara kadar hiçbir eyleme katılmamış, gündelik siyasete ilgisiz olan gençler dahi Gezi sürecinde belirli bir politik bilinç kazandılar. Bunun farkındalar; apolitik olma etiketinden kurtulmak ve kendilerini bir tarihsellik içinde konumlandırmak için şöyle diyorlar: “Bizim kuşağın olayı da buymuş!” Bu politik bilincin mevcut siyasi kimlikleri dönüştürme ve aşma potansiyelini araştırmak gerekiyor.
İkinci olarak, farklı yaşam tarzlarından gelen gençlerin bizzat bu olayların içinde birbirlerini keşfetme ve sorgulama deneyimi yaşadığını gördük. Yıllardır Kürtlere, dindarlara, 1 Mayıs’ta sokağa çıkanlara yapılanlar belki ilk kez farklı kesimler tarafından sorgulandı, “sizleri yıllardır anlamamışız” türü özür tweetleri atıldı. Gençler arasındaki bu etkileşim, Nilüfer Göle’nin T24’teki yazısında dikkat çektiği gibi yeryüzü iftarlarında devam ediyor. Bu iftarlarda belki hayatında ilk kez oruç tutan seküler gençler, iktidarı eleştiren Müslüman gençlerin sofrasına misafir oluyor. Bu tür etkileşimleri daha yakından incelemek ve ne tür bir dil ve değerler sistemi üretme potansiyeli olduğu üzerine kafa yormak gerekiyor.
Üçüncü ve son olarak, Gezi olaylarında gençler, politik bilinç ve etkileşimin yanında yeni bir hafıza da inşa ediyorlar. Bunun farkına özellikle Gezi olayları üzerine yetişkinlerle yaptıkları tartışmalarda varıyorlar. Bir genç şöyle dedi:
“Yetişkinler olayları eleştirirken Kürtler, Aleviler üzerinden konuşuyorlar, halbuki bizim hafızamızda bu ayrımlar yok henüz”.
Bu hafıza çoğulcu demokrasi ve birlikte yaşama arzusu üzerine mi inşa edilecek yoksa ‘büyüyen gençler’, piyasanın diline ve yetişkinlerin kategorilerine mi teslim olacaklar? Bunu da zaman gösterecek.
Her halükarda gençlerin verdiği mesaj açık:
Siyasi dili ve yapıları, sosyolojik kavramlarımızı, eğitim sistemimizi ve daha birçok şeyi yeniden düşünmemiz gerekiyor.