Güncelleme Tarihi:
Biz eğitimciler ile küresel yatırım bankacıları arasında ortak bazı benzerlikler var. Bizler de yatırımcıyız ancak tamamen farklı bir alana yatırım yapıyoruz. Yatırım bankacıları finans veya emtia piyasalarına, şirketlerin hisse senetlerine, vadeli işlemlere veya emtialara yatırım yaparlar. Biz eğitimciler de geleceğe yatırım yaparız ancak tamamen farklı bir biçimde. Biz, olası en iyi eğitimi vererek genç vatandaşlarımızın geleceğine yatırım yaparız.
Hepimiz şu gerçeğin farkındayız: Gençler, uluslarımızın bugünkü ve gelecekteki zenginliğini temsil ederler ve bugünün gençleri geleceğin liderleri olacak. Bu nedenle gençlere bugün yatırım yapmalı ve onları, barış dolu bir birlikte yaşama ortamı üretirken kesinlikle ihtiyaç duyacakları becerilerle donatarak, yeni genç liderler neslini güçlendirmeliyiz. Şuna da inanıyoruz ki gençlerin eğitimine yatırım yapmak uluslarımızın ve ülkelerimizin gelecekteki başarısını garantileyen tek güvenilir ve geçerli sigorta poliçesidir. Merhum ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in de çok doğru bir şekilde belirttiği gibi: “... Gençlerimiz için geleceği inşa edemeyiz ancak gençlerimizi gelecek için yetiştirebiliriz...”
Nasıl hazırlayacağız?
Peki o halde gençlerimizi gelecek için nasıl yetiştireceğiz? Onları gelişen küresel ekonomiye nasıl hazırlayacağız? Öncelikle küresel ekonomik büyümeye kısaca bir göz atarak bu soruların yanıtlarını aramaya çalışalım. Çok yakın bir zamana kadar küresel ekonomideki büyüme son derece spesifik ekonomik büyüme rakamları göz önünde tutularak ölçülürdü: “Başarmak istediğimiz” hedefler grubunun her öğesi, örneğin refah, istihdam, gelişme, bilimsel ilerleme, teknolojik gelişme ve yoksulluğun azaltılması, bunların hepsi kişi başına düşen milli gelir, GSMH veya GSYİH’daki artış, endüstriyel yatırımlar, ödemeler dengesi vb. esas alınarak değerlendirilirdi. Bu ölçütlere dayanan ekonomik büyüme politikaları halen merkezi bir rol oynamaya devam ediyor ve bu başlıklarda elde edilecek başarının, kimi zaman gecikmeli de olsa, toplumsal ve politik sorunları da otomatikman çözeceği varsayımıyla halen bunlara öncelik veriliyor.
Ekonomik büyümenin önemini yadsımamakla birlikte, bu terimi sorgulamak istiyoruz. Büyüme: Bedeli ne olacak? Büyüme: Kimin için? Büyüme: Nasıl? GSMH rakamların gerçekten yansıttığı nedir? Büyüme rakamlarında aslında hesaba katılan nedir?
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde, büyüme girişimlerinin büyük çoğunluğu neo-klasik bir anlayışa dayanırdı ve dolayısıyla, başarılı büyümenin en iyi şekilde kentsel sanayileşme ve modernizasyona imkan tanıyacak yeterli sermaye yatırımı aracılığıyla güvence altına alınabileceğine inanılırdı. Daha sonra, 1960 ve 70’li yıllarda, bir yandan ulusal ve uluslararası düzeyde sürdürülebilir sermaye yatırımına olan ihtiyacın devam ettiği kabul edilmekle birlikte, daha iyi tanımların; ticaret, daha fazla ticaret akışı ve hızlı sanayileşmenin önemi vurgulanır hale geldi. 1980’li yıllarda geldiğimizde, gelişim sürecinin parasal boyutu öne çıkmaya başladı. 1990’lı yıllarda ise tamamen yeni bir dönem başladı: Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte dünya, kolektivist bir anlayış üzerine kurulan ve eşitlikçilik idealinden ilham alan bir ekonomik, toplumsal ve politik sistemin çöküşüne tanıklık etti. Bu sistemin başarısız olması, dünyanın büyük bir kısmının ekonomik büyüme hedefine karşı yaklaşımlarında ciddi değişikliklere yol açtı.
İkinci Dünya Savaşı’nın son bulmasını ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasını takip eden yıllarda, neo-klasik ekonomiye dayalı büyüme politikaları baskın çıktı. Bu politikalar, ekonomik büyüme süreciyle bir hayli ilişkili olmalarına rağmen, büyüme başarmanın sadece araçlarıydı, henüz büyümenin amacı olarak görülemiyorlardı. Ne yazık ki tüm gelişim çabalarının özünde bireylerin yer aldığı ve bu çabaların başarısını insan bilgisi, becerisi ve kapasitesinin belirlediği çoğu zaman göz ardı edildi. Bugün artık, gelişmekte olan birçok ülkede, gelişim süreçlerinin önündeki en önemli engellerden birinin insanların gelişimine yeterince önem verilmemesi olduğunun gün geçtikçe daha çok fark ediliyor olması gerçekten cesaret verici.
İstanbul’da Uluslararası Yuvarlak Masa Toplantısı
Bu noktada, dikkati yaklaşık 30 yıl öncesine, 1985 yılının Eylül ayına çekmek hem önemli hem de ilgi çekici olacak. Bu tarihte Türkiye, Birleşmiş Milletler tarafından gündeme getirilen gelişim meseleleriyle ilgili çok ilginç bir Uluslararası Yuvarlak Masa Toplantısı’na İstanbul’da ev sahipliği yaptı. İstanbul Yuvarlak Masa Toplantısı’nda ortaya çıkan bulgular ve toplantıya katılan 50’den fazla seçkin katılımcının önerileri “Gelişim Üzerine İstanbul Tebliği: İnsani Boyut” adı altında bir belgede özetlendi. Bu tebliğde, diğer konuların yanı sıra, küresel gelişim süreçleri üzerine yapılan analizlerle, finansal kaynakların fiziksel yatırımlar için transfer edilmesinin, kendiliğinden sürdürülebilir bir gelişim için artık tek başına yeterli zemini yaratmadığının kanıtlandığı belirtiliyordu. İstanbul Tebliği’ne göre, şimdiye kadar en büyük başarıyı göstermiş olan ekonomilerin tarihine bakıldığında, bir ülke için, başta genç nesiller olmak üzere, vatandaşlarının eğitim, sağlık ve diğer açılardan iyi ve yeterli durumda olmasına özen göstermenin ve yeterli kaynak sağlamanın nasıl can alıcı bir öneme sahip olduğu görülüyordu. Ayrıca, kadınlara düşen kritik rolün, onların toplum içindeki konumlarının güçlendirilmesinin açıkça farkında olunmasına da vurgu yapıldı. Birçok toplumda kadınların eğitim ve iş olanaklarına erişimleri, gelir elde etme ve yönetici elitin bir üyesi olma oranları erkeklere kıyasla oldukça düşük seviyelerdeydi.
Geçen yıllar içinde ulusal, bölgesel ve belki de en belirgin şekilde küresel düzeyde çarpıcı ve büyük değişikliler meydana geldi. Bunun da ötesinde bu küreselleşme süreci hakkında çok şey söylendi ve yazıldı. Bunun bir gerçeklik olduğunu ve geri dönüşü olmayan bir yere doğru yola çıktığımızı biliyoruz. Küreselleşme hem ülkelerin hem de insanların birbirine olan karşılıklı bağımlılığını artırdığı gibi farklı siyasi, insani, ekonomik, toplumsal ve ekolojik mesele arasındaki bağları da güçlendirdi.
Küreselleşmeyle birlikte gelen değişiklikler sadece insanların hayatını daha iyi hale getirmek için müthiş fırsatlar yaratmakla kalmadı, büyümenin insanla ilgili boyutundaki ilerlemeye karşı ciddi tehditlere de neden oldu. Örneğin, günümüzde birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke halen devam eden mali ve borç kriziyle boğuşuyor. Özellikle en gelişmiş ülkelerdeki bütçe dengeleme önlemleriyle yüksek maliyetler güvence altına alındı. Uluslararası para ve finans kuruluşları tarafından uygulanan kemer sıkma politikaları nedeniyle oluşan üretim kaybı ve istihdam kriziyle ilgili yüksek rakamlar dengelenmeye çalışıldı ve insanların gelişimine yapılan yatırımlarda özellikle iki kritik alanda kesintilere gidildi. Bunlardan ilki sağlık harcamaları, ikincisi ise bizim alanımız olan eğitim.
Şu an küresel ekonomik alanda iki akım dünya ekonomisine yön çiziyor. Birincisi, uluslararası düzeyde ekonomik kararların verilmesinde gün geçtikçe büyüyen birçok kutupluluk var. Bu durum, küreselcilik karşısında bölgeciliği güçlendiriyor. İkincisi, dünyanın ekonomik büyümesi değişken hızlara sahip bir yolda ilerliyor. 21. Yüzyılda, parçalı bölgesel ekonomik hegemonyaların mevcut olduğu çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkmasına paralel olarak, ülkeler arasında ve içinde giderek büyüyen bir uçurum oluştu. Bu uçurum hem ekonomik hayata katılım hem de bunun avantajlarının paylaşılması açısından geçerli. Ayrıca, piyasa odaklı politikaların geliştirilmeye başlanmasıyla birlikte birçok sanayileşmiş ülkede hükumetlere düşen rol azaldı. İnsanlara ve sosyal harcamalara yapılan yatırımlarda kesintiler yapılıyor ve artık daha ortodoks finansal ve ekonomik politikalar benimseniyor.
Bilgi devrimi, matbaanın bulunması kadar önemli
Siyasi ve ekonomik sistemlerdeki son değişikliklere ek olarak, bilgi teknolojileri ve küresel iletişim alanlarında devrim niteliğinde atılımlar gerçekleşti. Halen devam eden bilgi devrimi, matbaanın bulunması veya Sanayi Devrimi gibi insanlık tarihinde görülen diğer devrimler kadar önemli. Günümüzde bilgiye dayalı verilerin üretimi, dağıtımı ve uygulaması gelecekteki ekonomik büyümenin temel belirleyenleridir. Artık gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki belirleyici farklılık ülkelerin bu kapasitenin mevcut olmasına veya olmamasına bağlı. Önümüzdeki yıllarda bu kapasite küresel gelişme, güçlenme ve hakimiyet süreçlerinde çok daha kritik bir rol oynayacak.
Bu değişimlerin biraraya gelerek oluşturduğu etki kendisini hem gençlik üzerinde, hem de çevre üzerinde güçlü bir şekilde hissettiriyor. Küreselleşme, dijital ve sosyal ağ kurmadaki devrimlerle birleşerek, gençlik kültürünü ve gençlerin kendi toplumlarına aktif vatandaşlar olarak katılım gösterme biçimlerini değiştirdi. Genç aktivistler yeni muhalefet etme ve sosyal ağ kurma biçimlerini, bir önceki neslin klasik katılımcı yapılarıyla etkili bir şekilde birleştiriyorlar. Siber katılımcılık, e-vatandaşlık ve bilişim ve iletişim teknolojileri (ICT) tabanlı toplumsal ve politik aktivizme doğru güçlenen bir eğilim var. Küreselleşme ve dijital teknoloji sayesinde, hem fiziksel hem de coğrafi sınırlar, sınırlandırmalar ve engeller gerçekten de daha geçirgen hale gelmeye başlıyor ve bu gerçek, gençlerin geçmişleri ve koşulları ne olursa olsun, bu dijital dünyada karşılaşma olasılığını daha da arttırıyor. Ne kadar fazla karşılaşma olursa, uzlaşma olasılıkları o kadar artar ve birbirini anlama ve iletişim kurmak için o kadar fazla olanak yaratılmış olur.
Büyümenin bir diğer önemli etkisi kendini çevre üzerinde gösteriyor. Dünya nüfusunun gün geçtikçe artması, şimdiye kadar benzeri görülmemiş tüketim seviyeleriyle birlikte düşünüldüğünde, hepimizin bildiği gibi, bir kısmı geri dönüşü olmayan kapsamlı çevresel değişiklikleri gündeme getirdi. Dünyanın en çok gelişmiş kesimlerinin çoğunda, kişi başına düşen maddi tüketim seviyesi sürdürülebilir bir seviyeyi çoktan aşmış durumda. Mevcut seviye ve ulusal ve küresel bazdaki çevre politikalarının yoğunluğu kesinlikle tatmin edici bir seviyede değil ve maddi tüketim seviyeleri, artık mantıklı bir sürdürülebilirlik seviyesi yakalanılamayacak denli yüksek. Toplumlar, özellikle dünyanın en zengin bölgelerinde yer alanlar, insanların gezegenin ekolojik açıdan kendini yenileme kapasitesine dönük taleplerinin bir ölçütü olan “ekolojik ayak izlerini” azaltmak için ellerinden geleni yapmalı. Gezegenimizin en son durumu göz önünde tutulduğunda bunun önemi yadsınmamalı ve iklim değişikliğinin hafifletilmesi ve sürdürülebilir büyüme tartışılmalı.
Dünyanın tanıklık ettiği uzun ve zorlu küresel büyüme deneyimi ışığında, gelişmenin karmaşık bir süreç olduğunu kendimize hatırlatmak yanlış olmayacaktır. Her ülke büyüklüğü, siyasi sistemi, nüfusu yoğunluğu, iklimi, kaynakları, mirası vb. açısından birbirinden farklıdır. Her birinin ihtiyacı, gelişim aşamasına göre farklılık gösterebilir. Ancak ortada net bir gerçek var: Bu büyüme sürecinde, büyümenin insanla ilgili boyutunu gerektiği gibi hesaba katmayan veya insanları, özellikle gençleri tüm meselelerin merkezine yerleştirmeyen çözümlerin, küresel ekonomik büyümenin başarılı olması için gerçek ve ilerleme fırsatı sunacak bir yanıt oluşturmada başarılı olma şansları yok.
Eğitime kilit rol düşüyor
Bu noktada, başarılı ve sürdürülebilir bir küresel ekonomik büyümenin yakalanmasında eğitime kilit bir rol düşüyor. Şu çok açıktır ki eğitim, bu başarının elde edilmesinde kullanılacak en etkili araçtır, çünkü sadece eğitim aracılığıyla geleceğin küresel liderleri olarak gençliğin başarısı için temel bileşenler olan insan bilgisi, kapasitesi, etkililiği, verimliliği ve rekabet yeteneği güçlendirilebilir. Sadece eğitim aracılığıyla, gençlerimizi gelecek için yetiştirebiliriz. Bu nedenle, günümüzün yeni eğitim döneminde, kolejler ve üniversiteler açısından uygun yönetim yapılarını kurmak ve güçlü yönetim ve liderlik kapasitesine sahip olmak kilit unsurlardır. Ancak bu şekilde üstlendikleri çok sayıda misyonun gereklerini yerine getirebilir ve gün geçtikçe karmaşıklaşan ve küreselleşen bir ortamın ortaya koyduğu mevcut zorluklara yanıtlar üretebilirler. Bu alanlardaki çalışmamızın güçlü, özerk, iyi ödenek alan ve finansal açıdan sürdürülebilir üniversiteler inşa etmek için gerekli koşulları ve çerçeveyi sağlamaları için siyasetçilere dönük ortak politikalar geliştirmeyi ve bu politikalarımızı birlikte savunmayı amaçlaması gerektiğine yürekten inanıyorum.
Misyonların ve faaliyetlerin çeşitlenmesi, yükselen maliyetlerin neden olduğu finansal güçlükler, yeni hissedar talepleri, küresel rekabet ve mevcut küresel ekonomik gerileme döneminin hepsi biraraya geldiğinde, yükseköğrenim kurumlarının yönlendirilme ve yönetilme sorunları daha da karmaşık bir hale geliyor. Bu alanda yapılacak çalışma, daha stratejik adımlar atmaları ve daha verimli ve etkili hale gelmeleri için üniversitelerin kendi öz çabalarıyla yönetim ve idare mekanizmaları kurmasını desteklemelidir. Biz eğitimciler, üniversitelerarası işbirliklerini güvence altına almak için mücadele ediyoruz. Kurumsal ittifakları ve ortaklıkları ilerletmek, üniversiteleri küresel zorluklara karşı yanıtlar üretmeleri ve kendilerini uluslararası bir düzeye taşımaları için desteklemek üzere üyeler için bir forum düzenliyoruz.
Gelişmekte olan birçok ülkede büyüme sürecinin devam etmesi, bu ülkelerin vatandaşlarının katılım gösterme ve bilgiye dayalı teknolojilerdeki hızlı gelişmenin sağladığı avantajdan faydalanma becerisiyle yakından bağlantılı olacak. Hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkeler, öncelikle elbette ki her seviyede kaliteli eğitim sunmak suretiyle, gerekli bilimsel kadroları kurarak, çalışanlarının ve gençlerinin bilimsel ve teknolojik kapasitelerini güçlendirmeli.
Özetleyecek olursak, uzlaşma olmadan insan enerjisi verimli bir şekilde kullanılamaz. Ekonomik büyüme ve teknolojik bilgide ilerleme olmadan maddi refah ve ekolojik dengede sürdürülebilir, geniş kapsamlı bir gelişme görülemez. Çevreyi korumadan, insanın temel varoluş koşulları tehlikeye atılır. Sosyal adalet olmadan, tırmanan eşitsizliklerle sosyal bütünlük bozulur ve siyasi katılım ve özgürlük olmadan, gelişim her zaman kırılgan ve risk altında kalır. Kısacası, şunu anladık ki birbirimize bağımlı durumdayız ve demokratik özgürlük, ekonomik büyüme, teknolojik gelişme, toplumsal ilerleme ve insani ve çevresel gelişme arasında bir denge kurulmalı. Yani bu meselelerin hepsi, özü itibariyle birbirine bağlı.
Sadece ekonomik büyüme modeli yetmez
Halihazırda, küresel çapta faal birçok eğitimciye göre, her ülkenin, küresel ekonomik büyümeyi güvence altına almak için ileriye dönük sürdürülebilir insani gelişim politikalarını benimsemesi ve yürürlüğe koyması zorunlu. Dolayısıyla, sadece ekonomik büyüme getiren bir gelişim modeli değil, aynı zamanda;
1. Bu büyümenin sağladığı avantajları eşit olarak dağıtan,
2. Yerkürenin ekolojik dengesini bozmaktan ziyade çevresel değişiklikleri hafifleten,
3. İnsanları marjinalleştirmekten ziyade onlara yetkiler veren, insanlara yaşamlarını değiştirecek kararlara katılım imkanı sunan,
4. Kadınlar ve kadınların gelişimleriyle ilgili meselelere yüksek öncelik tanıyan ve son olarak
5. Gençliğin geliştirilmesi politikalarına en büyük önemi veren bir model,
yani insandan yana, çevreden yana, iş olanakları yaratmaktan yana, kadınlardan yana ve elbette ki gençlerden yana bir gelişim modeli olmalı.
Konuyu ünlü Britanyalı yazar John Galsworthy’nin sözleriyle noktalamak istiyorum: “Yarın sadece kendini yarına hazırlayanlar için vardır.” Bu sözlerin özü ele aldığım konularla yakından bağlantılı. Gündeme getirdiğim meseleler tüm insanların ve tüm ulusların yaşamlarını etkileyen temel küresel meselelerdir. Bu nedenle, bunlar sadece küçük bir azınlığın değil tüm dünya liderlerinin ve karar vericilerin gündemi olmalı.
Son olarak, dünya topluluklarının bugün mevcut olan birçok küresel tehdidi, insanlığın yarına dönük ilerlemesi için fırsata dönüştürme kapasitesinin tam olduğuna ve bunun için gerekli tüm araçlara sahip olduğuna inanıyorum. Bunu hayata geçmesi için, bizim bugünün gençlerini onları bekleyen zorlu ve heyecan verici geleceğe hazırlayabilmemiz için kesinlikle uzun vadeli taahhütlere ve en önemlisi güçlü bir küresel liderliğe ihtiyacımız var.