Güncelleme Tarihi:
Tabii ki, teknolojinin etkisi sadece günlük hayatımızla kalmadı; öğrenme, bilgiye ulaşma hatta düşünme şeklimizi bile etkilemeye başladı. Artık çocuklar bir sorusu olduğunda öğretmenlerinin veya diğer yetişkinlerin cevaplamasını beklemiyor, direk internetten arama yapıp cevaba anında ulaşabiliyorlar. Bunun yanı sıra teknoloji ile olan etkileşimimiz de sürekli değişiyor. Geçmişte olduğu gibi internette bulduğumuz bilgileri kullanıp sadece tüketmiyoruz aynı zamanda kendi yaptıklarımızı paylaşarak üretime katkıda bulunuyoruz.
Hatırlarsanız daha önceleri sadece MSN chat ve e-posta kullanarak iletişim kurardık, şimdi yüzlerce program var. İlk zamanlar çocuklara internette güvenli olmayı öğretiyorduk ama şimdi teknoloji araç ve gereçlerini sorumlu şekilde kullanmayı öğretiyoruz. Çünkü çocuklar ve gençler interneti sadece tüketmek için değil, ürettiklerini paylaşmak ve iletişim için de kullanıyorlar.
İçerik, pedagoji ve değerlendirme önemli
2015 yılında yaptığım bir araştırmada çocukların oyun dizaynı yapmayı öğrenirken sistematik bir şekilde düşünme yeteneğini de geliştirdiklerini gözlemlemiştim (Allsop, 2015).
Çocuklar hem daha hızlı, hem de daha ileri seviyede düşünmeyi öğrendiklerini söylemişlerdi. Tabii ki, bunda etken sadece oyun dizaynı yapmaları değildi, bu etkinliğin onların bireysel ihtiyaçlarına uygun şekilde geliştirilmiş bir ortamda uygulanması için kullanmış olduğumuz pedagojik yöntemler çocukların öğrenme süreçlerine şekil veriyor.
Sorun şu ki, eğer okullar bu değişimleri kendi müfredatlarına entegre edemezlerse hem dijital eşitsizlik büyür, hem de öğrenciler derslere motive olamazlar. İşte bu bilgilerin ışığında bilişim teknolojileri derslerini nasıl şekillendirip öğreteceğimizi düşünürsek bu konuya üç açıdan yaklaşmamız gerekiyor: İçerik, pedagoji ve değerlendirme.
Tabii ki, içerik dediğimiz zaman direk kullanılacak teknoloji araç ve gereçlerini değil, bilgi ve becerileri de kastediyoruz. Dersler, çocuklara 21’inci yüzyıl becerileri dediğimiz, sadece okulda öğrenmeleri için değil, hayatın her alanında gerekli olacak transfer edilebilen becerileri öğrenmelerine imkân verecek şekilde planlanıp uygulanmalı.
Bu beceriler kritikal düşünmek, bilgi-işlemsel düşünmek, öz düzenleme, problem çözmek, yaratıcılık, hata bulup onarmak, (bir şeyi) denemeler yaparak düzeltmek veya geliştirmek, takım olarak çalışmak, iletişim, vazgeçmemek, azimle devam etmek olarak listelenebilir. Bence en önemli beceri de çocuklara öğrenmeyi öğretmektir, çünkü okulda onlara yaşam için gerekli her bilgiyi öğretmek mümkün değil. Çocuklar ve gençlerin öz düzenleme ile kendi öğrenme süreçlerini planlayıp, yönetebilmeleri onların başarılı bireyler olması açısından çok önemli.
Branşa değil, temaya dayalı eğitim
Bilişim teknolojisi derslerinde spesifik bir teknolojiye değil; bu becerilerin ilginç, eğlenceli ve öğretici aktiviteler ile öğrencilere kazandırılmasına yoğunlaşılmalı. Bir diğer önemli nokta da disiplinlerarası öğrenmeye odaklanılması. Hutchings and Gale’in (2005) ifade ettiği gibi farklı müfredat, disiplin ve bilgi uygulama arasında bağlantı yaparak öğretmek, öğrencilere daha otantik bir öğrenme ve anlama ortamı sunar. STEM derslerinin bu kadar etkili olmasında sanırım bu yaklaşımın da payı olduğu inkâr edilemez. Artık bu derste bir alanda öğrenme yerini, bir konsepti farklı alanlardaki derslerde tekrar tekrar bağlantılı şekilde öğrenmeye bıraktı (Allsop, 2017). Yani branşa değil, temaya dayalı eğitim.
İşte bu temaya dayalı eğitim programında çocuklara öğretilmesi gereken bilgileri şöyle sıralayabiliriz:
- İnternet nedir, www nedir, bunların farkı ne?
- Arama motorları nasıl çalışır, etkili şekilde nasıl arama yapılır? İnternette bulduğumuz bilgilerin doğru olup olmadığını nasıl kontrol ederiz?
- E-güvenlik. İnternet ve diğer teknoloji araçlarını sorumlu şekilde nasıl kullanır ve kendimizi karşılaştırabileceğimiz tehlikelerden nasıl koruruz?
- Dijital okur yazarlık ve dijital kritik düşünme. Bu, internet teknolojilerini kullanarak takım olarak çalışmayı da içeriyor.
- Temel bilgisayar bilgileri. Bu Microsoft ve/veya Mac programlarını kullanmayı da içeriyor. Bilgisayarlar nasıl çalışır?
- Multi medya; film, animasyon, fotoğraf ve podcasting kullanarak öğrencilerin fikirlerini, çalışmalarını kaydedip paylaşmaları.
- Bilgi işlemsel düşünme.
- Kodlama: Hem unplugged dediğimiz teknolojisiz aktivitelerle, hem program ve appler, hem de physical computing dediğimiz nesnelerle programlama.
- Robotics.
Yalnız burada bir uyarıda bulunalım. İngiltere’de kodlamanın müfredata girmesiyle daha önce odaklandığımız birçok alan unutulmaya başlandı. Mesela biz film ve animasyonu hem edebiyat, hem de tarih derslerindeki konuları işlerken çok etkili bir şekilde kullanıyorduk ama maalesef birçok okul derslerde sadece kodlamaya yer vermeye başladı. Bu bence çok yanlış bir uygulama. Çünkü, çocuklara farklı teknolojik araç ve gereçleri farklı öğrenme durumlarında farklı şekilde kullanarak öğretmek daha zengin bir öğrenme imkânı sunar.
Teknoloji sihirli bir değnek olarak görülmemeli
Pedagojiye gelince; Mortimore (1999) pedagojiyi, “Bir başkasının öğrenmesine olanak sağlamak için tasarlanmış bilinçli bir eylem” olarak tanımlıyor. Hanks ve diğerleri de (1986) pedagojiyi, “öğretmenin ilkeleri, uygulaması veya mesleği” olarak adlandırıyor. Yani pedagoji, öğrenme ortamının dizaynını ve yönetimi, içerik, metotlar ve öğretme kavramlarını içeriyor.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi amaç, teknoloji olmamalı, teknoloji bir sihirli değnek olarak görülmemeli. Bilişim derslerini öğretecek öğretmenler teknolojinin kullanıldığı derslerin hangi pedagojik ilkelerle ve öğrenme teorileri ile daha uyumlu bir şekilde uygulanabileceği konusuna daha çok vakit ayırmalılar. Proje tabanlı öğrenme, yaprak, oynayarak öğrenme, oluşturmacılık, sosyal oluşturmacılık, yapılandırmacılık teorilerinin yaklaşımlarını öğrencilerin ihtiyaçlarına göre ders planlama ve öğretmede kullanmak çok önemli.
Bir başka önemli nokta da çocukların kategorilere ayrılmaması. Çok uzun yıllar önce biz öğrencileri farklı yetenek ve düzeylerine göre sınıflıyorduk. ‘SEN Öğrencileri’ diye bir grubumuz da vardı. Buraya düzeyi düşük ya da özel eğitime gerek duyan öğrencileri koyardık. Bunun ne kadar yanlış olduğunu zamanla anladık. Şimdi SEN (Special Educational Needs) yerini ‘Inclusion’a, her çocuğu kapsama anlayışına bıraktı. Yani her çocuğu bir birey olarak görüp, onların ihtiyaçlarına göre aktiviteleri ve pedagojik ilkeleri şekillendirmek. Bu sayede hepsi öğrenmeye erişebilir.
Her okulun ve öğrencinin ihtiyaçlarına göre geliştirilmeli
Değerlendirme de bilişim derslerinin önemli bir unsuru. Öğretmenler, çocukların öğrenme yolculuğuna başlangıç noktalarını, bireysel hedeflerini ve bu hedeflere ulaşıp ulaşmadığını ne şekilde ölçeceklerini önceden planlamalılar. Bana göre bu öyle test ile direk yapılacak bir iş değil. Çocuklar projelerinde çalışırken onları gözlemlemek, faaliyetlerinin kaydını tutmak, hatta onlara bunun kaydını blog, film veya photo ile tutturmak çok daha etkili bir yöntem. Tabii ki, öğrenme kriterleri en başta öğretmen ve öğrenci işbirliği ile belirlenmeli ki, öğrenciler hedeflerinin ne olduğunu bilip ona göre öğrenme süreçlerini yönetebilsinler.
Gördüğünüz gibi bilişim teknolojisi dersleri, teknolojiden ibaret değil. Dolayısıyla bilinçli bir şekilde her okulun ve öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçlarına göre geliştirilip uygulanması şart. Bugün İngiltere’de her okulda bu rolü üstlenen bir bilişim teknolojisi koordinatörü var. Bunlar genellikle sınıf öğretmenleri. Ancak kodlamanın müfredata girmesi ve teknoloji alanındaki sürekli gelişmeler artık bu kişilerin bilgilerinin yetersizliğini ortaya koydu ve birçok ilkokul, bilgisayar bilimleri konusunda eğitim almış kişilere bu rolü vermeye başladı. İşte bu noktada yetişmiş insan gücünün değerinden bahsetmek lazım. Türkiye bu konuda kesinlikle öncülük ediyor. Bilişim teknolojileri öğretmenleri yetiştiren bölümler var ve bu öğretmenler okullarda teknolojiyi disiplinler arası bir yaklaşımla geliştirip uygulanmasında önemli rol oynayabilirler.