Güncelleme Tarihi:
Ancak 21'inci yüzyılla birlikte gereksinimler sadece bilgiyi bilmenin yanında bilimsel süreç becerilerini kullanarak bilimin doğasını sorgulayarak, araştırarak ve yaparak, yaşayarak bilgiye ulaşmayı amaçlıyor. Bu süreç içerisinde öğrencilerin, bilimsel bilgiyi, üst düzey düşünme becerileri olarak tanımladığımız; eleştirel, analitik, yaratıcı, bütüncül, yansıtıcı becerileri kullanarak sanki bir bilim insanın problemlere yaklaştığı gibi davranışlar sergileyerek öğrenmesi bekleniyor. Toplumsal gelişimin ve insan uygarlığı için artı değer üretmenin etkin ve biricik yolu giderek bu oluyor. Bu, içinde yaşadığımız dünyanın temel beklentisi haline geldi.
Bu beklentinin ortaya çıkışı öğrencilerimizin fen alan derslerindeki akademik başarısızlıkların yanında derslere karşı menfi tutum ve davranışları ve nihayetinde fen alanlarındaki meslekleri tercih etme oranlarının düşmesi, yapılan bilimsel çalışmalarla desteklenince birçok ülke, fen öğretimi şeklinde revizyonlara, hatta reform niteliğinde değişimlere gidiyor. Öğretmenler çocukların bilimsel bilgiyi öğrenmeleri için ne kadar yavaş ve dikkatli anlatsalar, bol bol tekrarlar da yapsalar istenilen hedefe ulaşılamıyor. Çünkü fen bilimlerinin doğası gereği deneyim, bu bilginin edinilmesinde ve yaşama yansıtılmasında son derece önemli.
Yapılan çalışmalar, çocukların öğrenememesinin temelinde, öğrenme sürecinde çocuğun bilişsel olarak aktif olmaması bulunuyor. Birey, öğrenmesi için beş duyu organı tarafından alınan uyarının zihninde anlam bulması gerekiyor. Biz öğreticilerin ilk yapması gereken, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından belirlenen ve derslerde işlememiz gereken fen konularını çocukların ilgisini çekerek, onları derse bağlamak. Çocukluktan itibaren birey gözlem yaparak çevreyi anlamaya çalışan, meraklı, durmadan soru soran, ortalığı karıştırıp duran canlılardır, değil midir? Ne yazık ki bu minik bilim insanları sosyal yaşantılarında baskılanarak susturularak, sonra okullarda bir kişinin ağzından çıkanları düzgünce oturup dinleyerek öğrenmelerini ve sadece soru sorulduğunda cevap vermelerini beklediğimiz ortamda yetiştirmeye çalıştık.
İkinci Dünya Savaşı sonrası, artık kuru kuru bilgiyi öğretmenin yanında daha önceden sadece icat veya buluş amaçlı kullanılan laboratuvarlar okullarımıza girerek çocuklarımızın öğrenmesine yardım amaçlı kullanılmaya başladı. Laboratuvarlar, bilimsel bilginin ezbere öğrenilmesini yıkarak, bilginin kavranmasına, özellikle kavramsal düzeydeki bilimsel bilgilerin deneylerle somutlaştırarak, yani beş duyu organına hitap ederek öğrenilmesine yardım etmeye başladı. Bu süreç içerisinde laboratuvarların kullanılması veya yapılan deneylerle fen öğretiminin çeşitlenme süreci başladı.
Deneylerin yapılmasında izlenecek yol, öğretmen tarafından tüm ayrıntılarıyla belirlenebildiği gibi, öğrencinin kendi anlayış ve yaratıcılığına da bırakıldı ya da bu ikisi arasında bir karma yol benimsendi. Ortak nokta, tüm deneylerin yapıldığı laboratuvar etkinliklerinin sonunda deney ile ilgili sorular sorulmasıdır ki öğrenciler yaptıkları deneyden sonuç çıkarabilsin ve bilimsel bilgiyle ilişkisini yakalayabilsin.
GÜVEN, SAYGI, CESARET
Alanda yapılan çalışmalar, fen öğretiminde laboratuvarların öğrenmeye pozitif etkisinin yanında çocukların laboratuvarda yapılan derslerden hoşlandıklarını ve üst düzeyde motive olduklarını gösteriyor. O zaman laboratuvar, bize öğrencinin derse ilgisini çekme sorununu direk ortadan kaldırıyor ve özellikte sınıflarda öğrenilmesi zor kavramsal bilgileri, deneyler yardımıyla öğrenmeyi kolaylaştırıyor.
Öğrenme ortamlarından işbirlikli öğrenme ortamları, öğrencinin bilgiyi sadece öğretmeninden değil, aynı zamanda fikir alışverişi yaparak, tartışarak arkadaşlarından da öğrenebilme fırsatı sunuyor. Bu bağlamda laboratuvarlarda grup şeklinde deneylerin yapılması, öğrenmeye pozitif etkisinin yanında öğrencilerin süreçte birbirlerini dinleme, anlama, güvenme, saygı, cesaret verme ve görev bilinci gibi sosyal beceriler geliştirmesine katkı sağlıyor. Bireyler bu becerileri göstererek daha sıcak samimi bir öğrenme ortamın oluşmasına neden oluyor.
PSİKO-MOTOR BECERİLERİNİN GELİŞİMİNE KATKI SAĞLIYOR
Fen öğretiminde laboratuvar uygulamalarının bir diğer etkisi de bireylerin psiko-motor becerilerinin gelişimine katkı sağlıyor. Fen alanındaki gerek fizik, gerek kimya gerekse biyoloji alanında yapılan deneyler, deney tüplerine ilgili solüsyonların ne kadar konulacağı, belirli materyallerle ilgili düzeneklerin (titrasyon, pascal, basit elektrik devresi vb.) kurulması, hatta teknolojik araç gereçlerin kullanımı (mikroskop, hassas terazi gibi) bireyde gelişmeyi destekliyor. Sonuç olarak, fende bilimsel bilginin öğrenilmesinde uyaran beş duyu organına ne kadar çok hitap ederse ve öğrenme ortamında birey kendini ne kadar özgür, paylaşımcı ve bilimsel süreç becerilerini kullanarak problem çözücü olursa öğrenmesi kolaylaşıyor, bunu da en iyi sunan laboratuvar etkinlikleridir.
PROF. DR. HAKAN TÜRKMEN KİMDİR?
Lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyolojik Bilimler Bölümü’nde tamamlayan Prof. Dr. Hakan Türkmen, yüksek lisans eğitimini Syracuse Üniversitesi’nde aldı. Doktora çalışmalarını fen bilimleri eğitimi alanında Oklahoma Üniversitesi’nde yaptı. Türkmen, yaklaşık 13 yıldır çalışmalarını Ege Üniversitesi’nde Eğitim Fakültesi Matematik ve Fen Bilimleri Eğitimi Bölümü’nde sürdürüyor.