Güncelleme Tarihi:
Bir Öğretmenler Günü’nde henüz ilkokula hevesle yeni başlamış olan yeğenim Tuğçe geldi: “Halacığım Öğretmenler Gününüz kutlu olsun” dedi ve ekledi: “Siz öğretmenler ne kadar şanslısınız!”. Tuğçe’ye teşekkür edip arkasından sordum: “Biz öğretmenler neden şanslıyız Tuğçeciğim?”. Tuğçe’nin cevabı şöyleydi:
“Çünkü siz öğretmenler sınıfta istediğiniz kadar konuşuyorsunuz, istediğiniz kadar dolaşıyorsunuz, istediğiniz kadar tahtaya yazı yazıyorsunuz”.
“Peki siz ne yapıyorsunuz Tuğçeciğim?” Tuğçe son derece üzgün bir ses tonuyla; “Biz zavallı öğrenciler de öğretmenimiz izin verdiği zaman konuşuyoruz, öğretmenimiz izin verdiği zaman ayağa kalkıyoruz, öğretmenimiz izin verdiği zaman tahtaya kalkıp tebeşirle yazabiliyoruz”. “Başka neler yapıyorsunuz Tuğçeciğim?” Tuğçe çaresiz bir ses tonuyla; “Başka da çiçek olup oturuyoruz, öğretmenimizi dinliyoruz” dedi.
O tarihte 6.5 yaşında olan Tuğçe, okullarımızdaki eğitim ortamlarının durumunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererek biz eğitimcilere ve eğitimden sorumlu herkese önemli bir ders vermişti. Bugün ne değişti? Maalesef bazı sınıflarda beyaz/siyah/yeşil tahtaların yanında, etkili olarak kullanılamayan akıllı tahtaların bulunmasının dışında sınıftaki öğretmen-öğrenci, öğrenci-öğrenci, öğrenci-materyal etkileşimleriyle ilgili davranış kalıplarında önemli bir değişiklik olmadı.
“BİZ ZAVALLI ÖĞRENCİLER”
Bu olayda Tuğçe; öğretmenlere, yöneticilere, politikacılara, eğitimcilere, ana-babalara “Biz zavallı öğrenciler” ifadesiyle şu sitemini dile getiriyordu:
“Siz yetişkinler kendi işinize geldiği gibi davranıyorsunuz, bizim doğamıza uygun eğitim yapmıyorsunuz, eğitiminizde empatiden eser yok. Bizim hareket etmemize; sınıfımızın, okulumuzun kitaplığından kitap, öğrenme materyali araştırmamıza, incelememize; arkadaşlarımızla, öğretmenimizle etkileşimde bulunmamıza ve konuşmamıza, işbirliği yapmamıza, fikirlerimizi paylaşmamıza, tartışmamıza, sonuca bağlamamıza, buluş yapmamıza, yaratmamıza izin verecek derslikler/eğitim ortamları düzenlemiyorsunuz. Var olan koşullarda da etkileşimlerimizi kısıtlıyor, bizleri adeta sıralara bağlıyorsunuz. Hatta çoğu zaman fizyolojik ihtiyaçlarımızı bile zamanında gidermemiz mümkün olmuyor.”
Çocukların birbirinin sırtını görerek oturduğu, öğretim materyallerinin ders kitabıyla sınırlı olduğu bir eğitim ortamında çocukların öğrenmekten, okuldan, okulla ilgili diğer etkinliklerden keyif almasını, demokratik yaşama bilincini, üst düzey düşünme becerilerini (problem çözmeyi, analitik düşünmeyi, sentez yapmayı, problemlere yaratıcı çözümler bulmayı) kazanmasını beklemek mümkün mü? John Dewey (1897-1938) bir yüzyıldan daha önce “Çocukların hareketlerini sınırlamak sadece fiziksel bir sınırlılık değil, aynı zamanda düşünme özgürlüğüne ket vurmaktır” diyor. Dewey’in eğitime ilişkin önermeleri sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de geçerli.
Bu durumda; çocuklarımızı, gençlerimizi arka arkaya sıralara bağladığımız, 30, 40, 50, 60 kişilik sınıflarda bir öğretmenle baş başa bıraktığımız, öğrenme materyallerinin son derece sınırlı olduğu ve sınırlı olan bu materyallere de öğrencilerin çoğu zaman doğrudan ulaşmasına izin vermediğimiz dersliklerde yapılan ders sürelerinin 40 dakikadan 30 dakikaya, hatta 20 dakikaya düşürülmesi ne derece onların okuldan, öğrenmekten, çalışmaktan keyif almalarını, dikkatlerinin işlenen konu üstünde toplanmasını sağlayacak?
ÇÖZÜM, BEYİN DOSTU EĞİTİMDE
Aslında çocuklarımızı, gençlerimizi öğrenmekten; araştırmaktan, incelemekten buluş yapmaktan, yaratmaktan alıkoyan; onları okuldan, dersten, okulla ilgili diğer uyarıcılardan bıktıran şey; ders süresinin 40 dakika olması değil, eğitim ortamlarının doğalarına uygun olarak düzenlenmemesi, derslerin de bilginin doğasını kazanacakları şekilde işlenmemesi. Kısacası, beyin dostu eğitim yapılmaması.
Örneğin; Birleşik Devletler’deki bir lisede 9’uncu sınıf öğrencileri fen bilimleri dersinde çevre dostu ayakkabı üretme projesiyle derslerini ünlü bir ayakkabı firmasının fabrikasında işlemişler. Böyle bir derste öğrenciler çalışmalarının 40’ar dakikalık sürelerle bölünmesini ister mi? Bizim öğrencilerimizin de “integral” ünitesini bir cam fabrikasında, bir otomotiv fabrikasında ürün dizaynı yaparak öğrendiklerini düşünelim. Bu öğrenciler, çalışmalarının 40’ar dakikalık sürelerle kesintiye uğramasını ister mi? Biz yetişkinlere de herhangi bir işe başlayabilmemiz, yoğunlaşmamız, işi gerektiği gibi tamamlayıp sonuca ulaşmamız için 40 dakikalık süre yeterli mi?
Çocuklarımızı ve gençlerimizi de robot olarak görmeyeceksek; derste işlenecek konuya dikkatlerinin çekilmesi, ilgi, merak uyandırılması, dersi/konuyu/görevi/işi başarabilecekleri ile ilgili özgüvenlerinin oluşturulması; konuya odaklanmaları, araştırmaları, incelemeleri, paylaşmaları, tartışmaları, sonuca ulaşmaları zaman alacaktır. Böyle bakınca ders sürelerinin 40’ar dakika ile sınırlandırılması, çalışmalarının kesintiye uğratılması öğrencilerin hoşlanmayacağı bir durum. Bilginin doğasını kazanmayı ve bilgiyi üretmeyi sağlayan beyin dostu eğitim ortamlarında öğrencilerin sıkılması, bıkması genellikle söz konusu olmaz. Ancak, yorgunluk durumunda da ders süresi henüz bitmedi diye öğrencileri çalışmaya zorlamak öğrenmeyi engelleyici bir davranış olur.
GELİŞMİŞ ÜLKELERDE TENEFFÜSLER DE UZUN
Gelişmiş ülkelerdeki örnekler incelendiğinde; okulun fiziksel koşulları, kapasitesi, yönetim politikaları da düşünülerek bir ya da birden fazla zaman çizelgesi kullandıklarını görüyoruz. Öğrenciler bir dersle ilgili görevleri tamamladıklarında diğer derse geçişlerine de izin veren zaman blokları halinde planlama yapıyorlar. Böylece teneffüs süreleri de çocukların oyun kurup tamamlamalarına olanak verecek kadar bir uzunlukta olmasına (ortalama 30 dakika) özen gösterdikleri gözleniyor.
Sonuç olarak; büyük gruplarda sadece öğretmenin bilgi aktarıcılığına dayalı olarak derslerin işlendiği, öğrencilerin etkin katılımının gerçekleşmediği eğitim ortamlarında ders süresi ne kadar kısa olursa olsun öğrencilerin dikkatlerinin sürdürülmesi ve anlamlı öğrenmenin gerçekleşmesi mümkün değil. Nitelikli öğrenmeyi gerçekleştirebilmek için nitelikli eğitim ortamlarına, nitelikli öğretmen ve yöneticilere, işbirliği içinde çalışacak velilere ihtiyaç var. Bu durumda, alınması gereken temel önlemlerden biri de kalabalık sınıf mevcutlarını azaltmak bu amaçla; öğrencinin doğasına uygun okul mimarisiyle yapılmış ve öğrenme materyalleriyle donatılmış daha çok sayıda okul binası yapmak gerekiyor. Ayrıca nitelikli öğretmen ve onları yetiştiren nitelikli öğretim üyesi sayısını da artırmak şart.
KAYNAKLAR
Dewey, J. (1938). Experience and education. New York: Macmillan.
Dewey, J. (1897). My pedagogic creed. The School Journal, LIV(3), 77-80. http://infed.org/mobi/john-dewey-my-pedagogical-creed/ adresinden erişildi.
Prof. Dr. Nuray Senemoğlu (Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitim Programları ve Öğretim Anabilim Dalı Başkanı)