Güncelleme Tarihi:
Bu görmezden geliş sürecinde çok fazla hata yapılıyorsa çocukluğumuzda biriktirdiğimiz bozuk para kumbaraları gibi hatalar biriktiğinde (ki birikti) ne yapacağız? Para dolu kumbaralarımızı boşaltmak kolay, ancak hatalarla dolu kumbaralarımızı boşaltmak kolay mı?
Daktiloyla yazı yazmış olanlar, hata düzeltmenin ne kadar zor ve kirletici bir iş olduğunu hatırlayacaklar! Bilgisayarlarda hatayı silmek, yapılmışı yapılmamış gibi yapabilmek (undo) çok daha kolay hale geldi. Geri alma tuşu (undo) bir yanıyla teknik bir kolaylığın, diğer yanıyla ahlaki bir esnekliğin ifadesidir.
Bu, kuşkusuz bir yanıyla zaman ve kaynak tasarruf etmeyi kolaylaştıran, yazma veya fotoğraflama etkinliğini demokratikleştiren bir anlama gelmekle birlikte, aynı zamanda, akışkanlıklar ve süreksizlikler çağı olan günümüz sanayi-sonrası toplumunun ahlaki özelliğini de yansıtıyordu:
“Pardon ahlaki diyebileceğimiz, eylemi yaparken ya da yapmadan önce düşünmek yerine, yaptıktan sonra geri almaya çalışmak anlayışı, hiçbir ilişkinin kalıcı olmadığı, her toplumsal konumun geçici ve ‘duruma göre’ ayarlandığı bir dünyada temel muhakeme biçimi haline geldi.”
Bu satırların sahibi Prof. Dr. Ali Ergür daha sonra yazısına şöyle devam ediyor:
“Konuşmadan, yazmadan, fotoğraflamadan önce düşünmek gerekir. Hata yapmamak, hatadan kaçınmak için düşünmek, buna göre davranmak, üretmek ve bu felsefe doğrultusunda yaşamak zordur.”
Zaman, sabır ve sadakat
Bu zorlu felsefeye katlanabilen, dolayısıyla ürettiği eserlerde zamana karşı dayanan bir sanatçıdan örnek vermek istiyorum. 1452’de dünyaya gelen Leonardo Da Vinci, 1482 senesinde Milan Dükü Ludovico Sforza’dan bir at heykeli siparişi aldı. Dük Sforza, 1466’da ölen babası anısına yaptıracağı heykel siparişi için Da Vinci’ye dilediği kadar uzun çalışabileceğini söyledi. Bunun üzerine işe koyulan Da Vinci, 1483’ten 1493’e dek yüzlerce eskiz çizdi. Düşünsenize, bir heykelin ön çalışması için harcanan emek ve zaman dile kolay, tam 10 yıl. Her başaralı çalışma için gerekli olan üç önemli değer barındıran bu 10 yıl, zaman, sabır ve sadakat.
Bu felsefenin bir de tam tersini düşünelim, derinliğini düşünmeyen, sabretmeyen, olgunlaşmayan, olgunlaştırmayan, zamanı, sabrı ve sadakati yaptığı iş için dost bilmeyen, hata yapmaktan korkmayan ve çekinmeyen, hayatın geriye sarılması seçeneği varmış gibi yaşayan bizler, aslında çok şey kaybediyoruz. İnkarlarımız, özürlerimiz, nefretlerimiz, göz ardı ettiklerimiz, önyargılarımız, haksızlıklarımız kendimize ve toplumumuza ektiğimiz rüzgarlardır. Oysa ki “rüzgar eken fırtına biçer” atasözünü unutmamak gerekir.
Bu rüzgar ekme işi sadece eğitim veya siyaset tarlasında değil, kitle iletişim araçlarının tüm yayınlarında, ailede, sokakta, dilimizde, şarkı sözümüzde, küfürümüzde, sevgimizi açıklarken her işte ve her yerde, dolayısıyla zamanla fırtına da her yerde…
“Hepimiz suçluyuz” demek rutine dönüştü
Ülkemizde olanlara şöyle bir bakalım, önce hataları yapıp sonra “hepimiz suçluyuz” demek, önce yapıp günlerce suçlu aramak sanki bir rutine dönüştü. Olan olduktan sonra, kalıplaşmış sözlere sığınan çok olur. Bu durum aslında toplumsal bir problem değil mi? Bu sığınma, tüm olumsuzluklara karşı çıkıyormuş görüntüsü altında, bir tür savunma şekli değil mi?
Bu toplumun yarısını oluşturan kadını, birey olarak kabul etmekte zorlanan toplumun ataerkil yapısı, birey olarak kabul edemediği ‘varlık’ın demokratik, toplumsal, bireysel haklarının varlığını kabul etmesi elbette zor. Nedir bu haklar? İnsan/birey/vatandaş olmanın temel hakları. Yani yaşama hakkı, eğitim hakkı, ekonomiye katılım ve ekonomik olarak bağımsız olma hakkı vb. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin ifadesi ile bu haklar “insanın değeri” de olan haklar. Yaşama hakkından başlayalım:
77 bin kadına koruma kararı
2014 yılında 77 bin kadın hakkında ‘geçici koruma tedbir kararı’ alındı, halen 38’bin’i ‘yakın koruma’, 24 bini ‘çağrı üzerine koruma kararı’ olmak üzere, toplamda 24 bin kadın için geçici koruma tedbiri uygulanıyor. Ayrıca Şubat 2013’ten bu yılın ocak ayı sonuna kadar, şiddete uğrayan 125 kadın da kimliğini değiştirdi. 2014 yılında 294 kadın cinayeti işlendi.
77 bin kadın için ‘geçici koruma tedbir kararı’ alınması konusundaki istatistiki bilgiyi okunurken, bu sayının büyüklüğü tam olarak hayal edilemeyebilir. Bu sayı yaklaşık Bayburt ilimizin nüfusu kadar. Bu kadınlar en yakınında olan ailesinden, akrabasından, sevdiğinden aldığı tehdide karşı devletten yardım istiyor.
Kadın cinayetlerinin yüzde 47’sinin, kadınların kendi hayatlarına dair kararlar almak istemesinden kaynaklandığı saptandı. Bir yüzey temizleyici reklamı var bilirsiniz. Mutfağında yağlı ve inatçı lekeleri temizlemeye çalışan bir kadın, kadının imdadına yetişen kaslı bir erkek ve reklamın sonunda ışıl ışıl parlayan bir mutfak. Kadın temizlik yapmada zorlanıyor ve imdadına kaslı/güçlü bir erkek uçarak geliyor. Kadınlara leke çıkarma gücü ve bilgeliği!!! bile verilmiyor.
Ekonomiye katılım ve ekonomik bağımsızlık hakkı
2012 yılında işgücüne katılım oranı kadınlarda yüzde 29,5 iken erkeklerde yüzde 71. İstihdam edilen kadın nüfus oranı yüzde 26, erkek nüfus oranı ise yüzde 65. Ücretli veya yevmiyeli olarak çalışan kadınların oranı yüzde 54,3 iken kendi hesabına çalışan kadınların oranı yüzde 10,8. Ücretli veya yevmiyeli olarak çalışan erkeklerin oranı yüzde 66,5, kendi hesabına çalışan erkeklerin oranı ise yüzde 22.
İşsizlik oranı, kadınlarda yüzde 10, erkeklerde yüzde 8. 15-24 yaş grubundaki genç nüfusta işsizlik oranına bakıldığında, bu oran kadınlarda yüzde 19,9, erkeklerde ise yüzde 16,3 oluyor (TUİK,İstatistiklerle Kadın,2012.)
Türkiye’deki kitle iletişim araçları yayınlarından, eğitim programlarına, atasözlerinden, gündelik ilişkilerdeki konuşmalara kadar kadının yeri belli değil mi?
Ders kitaplarına da yansıyor
Bir başka örnek ise kitaplardan. Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu, 1928 yılından 2013’e kadar ilk ve ortaokullarda okutulan ders kitaplarındaki metin ve görsel unsurları (fotoğraf ve resimler) cinsiyet rolleri açısından ele aldı. 1928, ilkokul 4’üncü sınıf yurt bilgisi ders kitabında şöyle deniliyor:
“Şu annem, görüyorum ve anlıyorum ki hiçbir işte babamı yalnız bırakmıyor, her şeyde ona yardım ediyor. Demek babamla annem arasında sıkı bir tesanüt (dayanışma) var... Babam geçende bana bir de ‘müşterek maksat’tan bahsetmişti. Bizim evde müşterek maksatla vücuda getirilmiş bir müessese olacak. Babamla annem birleşmişler hem kendilerinin hem çocuklarının saadetlerini temin etmek için çalışıyorlar. Anne ile baba galiba her evin temel taşı.”
Erkek deney, kadın ütü yapıyor
2000 tarihli hayat bilgisi birinci sınıf kitabında ‘anne çamaşır yıkıyor’ görevlerine vurguya devam ediliyor. Hayat bilgisi 3’üncü sınıf, 2003: Kadınlar deney yapmıyor. Deneyler erkeklere yaptırılıyor. Enerji konusu işlenirken bile kadınlara ütü yaptırılıyor, bulaşık yıkatılıyor. Bir başka analizde ise kadınlar evde, erkekler işte...
Kadınlar evde çocuğun problemleriyle ilgileniyor, bunun yanı sıra evin düzenli tutulması ve tertibi, babanın aldığı kararları çocuklara bildirme, evin ihtiyaçlarını listeleme gibi görevleri var. İş hayatındaki kadınlar genelde öğretmen ya da hemşire olarak gösteriliyor. Muhafazakar bir giyim biçimine sahip. Yeri üçlü koltukta çizilmiş ve her an yerinden doğrulacak gibi oturtularak gösteriliyor.
Helvacıoğlu’na göre matematik kitaplarında dahi ayrımcılık bulunuyor. Örneğin, problemlerde kadınların sayısı genellikle az. Doğal sayılar konusu içinde azlık çokluk kavramları okutulurken Atilla ile Hasan’ın topladığı elmalar ile Oya ile Ayşe’nin astığı çamaşırların sayısını karşılaştırmaları istenerek, ilkokula adımını henüz atmış çocuklara cinsiyet rollerinin doğallığı benimsetiliyor.
2015 yılına gelindiğinde kadın nüfusun iş gücüne katılma oranın yüzde 30 olması kimseyi şaşırtmamalı ve insani gelişmişlik endeksinde 187 ülke sıralamasında 90’ıncı sırada olmamız Türkiye’nin hemen altında Kolombiya, Sri Lanka, Cezayir, Tunus, hemen üstünde de Ekvator, St. Lucia, Ermenistan ve Jamaika yer alıyor olması kimseyi üzmemeli. Bu endekste yer alan ölçütlerden biri, çalışma yaşamında kadınların oranı: Türkiye yüzde 28, ortaöğretimde kadın oranı ise yüzde 26.
Kadınların yüzde 74’ünün eğitim düzeyi ilkokul
2012 yılında ülke nüfusunun yüzde 49’unu, yaklaşık yarısını oluşturan kadınların yüzde 7’si okuma yazma bilmiyor erkeklerde bu oran yüzde 1,4. Kadınların yüzde 74’ünün (23 milyon 849 bin 994 kadın) eğitim düzeyi ilkokul seviyesinde. 7 milyon kadın ise okuryazar olmakla beraber bir okula gitmemiş. (Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Türkiye’de Kadının Durumu Raporu Nisan 2012).
Son 4 yılda, temel eğitimlerini tamamlayamadan evlendirilen (18 yaş altı) kız çocuk sayısı 226 bin 428. Eğitimsizlik hakkını elde edememe başta, kadın istihdamını da olumsuz etkiliyor ve daha birçok sorunu beraberinde getiriyor.
Taine Paine’ye göre, (1998) insanın doğasına ait bir hak yine insan tarafından geri alınamaz. Eğitim, insanın insan olmasından kaynaklanan ve bu yüzden vazgeçilmez ve devredilemez nitelikteki hakları arasında.
“Eğitim bir çarpandır: Eğitim yadsındığı ya da kısıtlandığı zaman – özellikle istihdam ve kendi kendini istihdamla ilgili– her şeyi tehlikeye sokarken, etkili bir şekilde garanti edildiğinde diğer hakları ve özgürlükleri de arttırıyor ( Report submitted by Katarina Tomaševski, 2002, Special Rapporteur on the Right to Education, Mission to Turkey).”
Arusha Cooray ve Niklas Potrafke’nin (2010) eğitimde cinsiyet eşitsizliği: Siyasi kurumlar veya kültür ve din? adlı çalışmasında 1991-2006 yılları arasında 157 ülkeden tüm kademelerde (ilkokul, ortaöğretim, yükseköğretim) kız ve erkek öğrencilerin eğitim hakkı incelendi. Sonuçlar, siyasi kurumların kızların eğitimi üzerinde önemli bir etkisinin olmadığını gösteriyor.
Eğitimdeki cinsiyet eşitsizliğinin nedeni kültür ve din
Demokratik rejimlerin eğitim imkanları sunarken cinsiyet ayrımı yapmadıkları belirtiliyor. Aynı biçimde otokratik rejimler kızların de eğitim hakkını kullanmalarını engellemiyor. Eğitimdeki cinsiyet eşitsizliğinin temel sebebinin kültür ve din olduğu açıklanıyor. Cinsiyet eşitliği en fazla sosyalist ve yüksek gelirli ülkelerde sağlanmış. Ayrıca yazarlar, Benin ve Türkiye gibi ülkelerin demokratik sistemle idare edilmesine karşın eğitimde cinsiyet eşitsizliğinin yüksek olduğunu belirtiyor.
Eğitim hakkı ‘ekonomik, sosyal ve kültürel hak’ olarak çeşitli şekillerde sınıflandırılıyor. Ayrıca bir vatandaşlık hakkı ve siyasi haktır. Aynı zamanda diğer tüm insan haklarının tamamı ve etkili kullanımının merkezindedir. Bu açıdan eğitim hakkı tüm insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır.
Yazımı Winston Churcill’in bir sözü ile sonlandırıyorum, “Başarı bir işin finali, başarısızlık da sonu değildir asıl önemli olan devam etme cesaretidir.” Ancak bu devam etme cesareti olumsuz sonuçları sürdüren uygulamalardan vazgeçmeyi kapsamalı. Bu süreç sancılı olabilir. Can Dündar’ın ifadesi ile “her seçim bir vazgeçiştir. Bu vazgeçişte neleri kaybettiğimizi görebilmeliyiz. Çünkü hayatı ve hayatları geri saramadığımız açık.”