Güncelleme Tarihi:
Bu gerçeği gören ülkeler, eğitim sistemlerini geliştirmek ve vatandaşlarına daha iyi eğitim vermek için büyük yatırımlar yaparak sistem ve anlayışlarını değiştirip, geliştiriyorlar. 50 yıl önce ortaöğretim kurumlarını bitirmek, yüksek bir eğitim almış olmak olarak görülürken günümüzde lisansüstü eğitimi kapsayan bir süre bile yeterli görülmüyor. Eğitimin bir üst sınıfa geçişte önemli bir araç olarak görülmesi, eğitime olan ilgiyi arttırdı ve eğitim kurumları da kendilerini buna göre yeniden düzenlediler.
Eğitim kurumlarının amaçları artık temel bir alanda bilgi ve beceriyle donanmış vatandaşlar yetiştirmenin ötesine geçti. Eğitim sistemleri ve gelecekteki anlayışı ‘okur-yazarlık’ kavramını yeniden tanımladı. Toplumların gelişmişlik düzeyine göre, medya okur yazarı, kültürel okur yazar, tarihsel oku ryazar, coğrafi okur yazar vb temel yeterlikleri eğitim sisteminin her düzeyinde işe koşmaya başladı.
Böylece eğitim sistemlerinde tek yönlü iletişim değil çok yönlü etkileşim, öğretimin temelini oluşturdu. Geleceğin eğitim sistemlerinde de bu çok yönlü etkileşimle sosyallik ve sosyal öğrenme araçları daha fazla kullanılmaya başlayacak. Bu durum, eğitilmiş insan tanımının değiştirilmesini gerektiriyor. Eskiden belli konularda bilgi ve beceri sahibi olup bunları aktaranlar eğitilmiş insan sayılırken günümüzde eğitilmiş insan artık “nasıl öğreneceğini öğrenmiş” deyimiyle özdeşleştiriliyor.
Çünkü bilgi ve beceriler artık tek kaynakta ya da kurumda toplanamıyor. Yani bilgi ve beceri eğitim kurumlarının tekelinden çıktı. Bu nedenle gelecekteki eğitim anlayışında yetiştirilecek bireylerde artık “yaşam boyu öğrenme” becerilerinin geliştirilmesi kaçınılmaz oldu. İlköğretimden üniversiteye kadar bu ilkenin öğrencilere kazandırılmasına yönelik uygulamalara yer verilmesi gerekir.
Yaşam boyu öğrenen yalnızca öğrenciler değil, öğretim kadrosu da bu ilkeye göre yaşantılarını düzenlemeli. Cumhuriyet döneminin efsane Milli Eğitim Bakanlarından Mustafa Necati’nin dediği gibi:
“Öğrettiğinden çok okumayan öğretmen iyi öğretmen değildir”. Bu durum her düzeyde öğretim anlayışının niteliğini ve düzenlenmesini de etkiler.
Geleceğin eğitimi nitelik sorununu nasıl aşabilir?
Öğrenci nüfusumuzun gelecekte azalması bekleniyor. Bu da eğitimde niteliğe daha fazla önem vermeyi sağlayacaktır. Eğitim kurumlarının temeli insandır. Bu nedenle insana kazandırılacak olan bilgi, beceri ve yeterliklerin sayılara dökülmesi, eğitimin özde nitelikli eğitimin ruhunu yok sayıyor.
“Eğitimde nitelik” denildiğinde altyapı vb. düzenlemek akla geliyor. Ama bu tür uygulamalar niteliği arttırmada her zaman etkili olamayabilir. Her düzeydeki eğitimin niteliğini arttırmak, eğitimin paydaşlarının niteliğini arttırmayı gerektirir. Eğitimde niteliğin düşük kalmasının en büyük nedeni toplumda günlük yaşamda beklenenlerin düzeyinin okula göre düşük olması ve okul kültürüyle uyuşmamasıdır. Bu durum her düzey için geçerli. Örneğin kuram ile uygulamanın birarada bulunamaması, üniversitelere yapılan eleştirilerin başında geliyor. Oysa gelişmiş ülkelerde okul ve toplumun kültürü arasındaki fark ülkemizdeki kadar büyük değil.
Okulda konuşulan dil, davranış kalıpları, tutumlar vb. gündelik yaşamdan farklı olduğu için okul kültürü ideal kalıyor. Bu doğrudur. Okulun yaşamdan çok farklı olduğu eleştirisinde sorun okuldan değil, okulun kazandırmaya çalıştığı evrensel değerlere ulaşmak istemeyen ya da buna ulaşmak için çok çalışmayı göz ardı edenlerden kaynaklanıyor.
Ülkemizde verilen eğitimin günlük yaşamla örtüşmediğine yönelik belirlemede halkın bir bütün olarak kültür düzeyinin geliştirilmesi ve okula yaklaştırılmasına ilişkin uygulamaların arttırılması gerekir. Eğitim kurumlarında kazandırılanların gerçek yaşamda uygulanabilmesi için hukuk, siyaset, medya vb. tüm paydaşların bu becerileri pekiştiren tutum içinde olması gerekiyor. Türkiye’de popüler anlayışların ve günlük kararların uzun dönemli sonuçları düşünülmeden uygulama alanı bulduğu söylenebilir. Bu, eğitimde süreklilik ve tutarlığa zarar veriyor, dolayısıyla eğitimin niteliğini her düzeyde olumsuz yönde etkiliyor.
Eğitimde niteliğin temel öğeleri, uzmanlığa saygı ve popülizmden uzaklaşma, eğitimi siyasetin gölgesinden uzaklaştırma, nitelikli uygulamalarda süreklilik, altyapının olanaklarının sürekli geliştirilmesi ve AR-GE çalışmalarının yaşam biçimi haline dönüştürülmesi, insan gücünün sürekli motivasyonu olarak belirtilebilir.
Yükseköğretimde neredeyiz, gelecekte neler olmalı?
John Henry Newman ‘Üniversite Düşüncesi’ adlı eserinde (1858) Aydınlanma sonrası üniversiteyi tanımlarken aslında bugünün ve geleceğin üniversitesini de tanımlıyor. Buna göre üniversite, “Toplumun geniş kesimlerini aydınlatmak, doğayı ve toplumu oluşturan bilimsel, kültürel, teknolojik ve sanatsal yasaları bulmak ve uygulamak için çalışan kişilerin oluşturdukları düşünce, etkileşim ve iletişimin paylaşıldığı yer”dir.
Newman, üniversitelerin önündeki en büyük engelin de yine üniversitelerin “fildişi kule” olmasıyla, değişime karşı duruşlarını bir eleştiri olarak getiriyor. Günümüz yükseköğretim sisteminde “yenileşme” kavramının temel alındığını görürüz. Üniversitelerde kime sorarsanız “yenileşme gerekli” der, ama değişim sırası kendilerine geldiğinde “ama biz farklıyız” diyerek yenileşmeyi istemezler. Bu öncülden yola çıkıldığında üniversitelerin yenileşmeyi dış etkilerle değil kendi dinamikleriyle yaratmaları gerektiği sonucuna ulaşılabilir.
Türkiye’de de üniversitelere yapılan eleştirilerin odağında bunlar yer alıyor. Bunu nasıl aşabiliriz? Bunu aşabilmenin yolu çok basit ve bilinenlere dayalıdır. Üniversitelerimizin nitelik olarak gelişim göstergesi sayılara dayandırılmaktan çok araştırma ve bilimsel anlayışa yönelik sağlam gelenek oluşturan uygulamalara dayandırılmalı. Öğretim elemanları ve üniversitenin her paydaşının bu geleneğin gerçekleşmesi için işbirliği içinde çalışması gerekir. Bunu yaparken araştırma-geliştirme bütçelerinin, üniversite akademik ve idari personelinin yeterli olması önemli. Sınırlı bütçeyle ve elemanla, yetersiz araç-gereçle üst düzey araştırma yapmak olanaklı değil.
Özerklik hesap vermemek değil
Üniversitelerimizde eksik olan ortak-grup çalışmalarının, her düzeyde desteklenmesi yerinde olacaktır. Böylece başarı ve gelişimin parçası olan herkes ortaya çıkan hizmete-ürüne daha fazla sahip çıkacaktır. Üniversitelerin özerk olması gerekir. Özerklik ise hesap vermemek değil bilimsel çalışmalarda, araştırma etkinliklerinde öngörülenlerin kimseden çekinmeden tartışılması ve ,yayımlanmasıdır.
Üniversiteler tutuculuktan uzak olmalı, çağdaş ve evrensel bilimi yakından izlemeli. Bunun önemli yollarından birisi de merkezi bilgi ve veri tabanlarına her yerden ve her zaman öğretim üyelerinin ulaşabilmesini sağlamaktır. Üniversitelerimizi bu yükten kurtarabilmek için dünyadaki önemli bilimsel dergilere yükseköğretim veri bankası gibi bir ortak birimden yararlanarak abone olmak bir çözüm olarak sunulabilir. Böylece her üniversite veri tabanlarına harcama yapmak yerine, akılcı bir eğitim yönetiminin temeli olan “ortak yararlanma ilkesi” işe koşulmuş olur. Bu ilke birçok alanda işe koşulabilirse her açıdan iletişim ve etkileşim daha kolay gerçekleşmiş olur.
Geleceğin eğitimini bir günde oluşturmak olanaklı değil. Gelecekte eğitim ve öğretimde nitelikli hizmet-ürünler elde etmek ve hak ettiğimiz yere gelebilmek için temel olarak “insan ve insan gücümüzü” odağa almamız gerekir. En ileri teknoloji de alınsa, nitelikli insan gücü yoksa istenen hedefe ulaşılamaz. Yetiştireceğimiz insan gücünün öğrenmeyi bir macera olarak algılaması ve herkesin kendi macerasını oluşturması için gerekli yeterliklerle donatılmasına önem vermemiz gerekir. Eğitime yönelik altyapıyı moda olsun diye değil işe yarar ve eğitimi destekler biçimde işe koşacak anlayışla oluşturmalıyız. Sayılar önemli, ama daha önemlisi insan ve insanın etkileşimidir.