Güncelleme Tarihi:
Göreve geleli iki buçuk ay oldu. AK Parti hükümetinin beşinci Milli Eğitim Bakanı. Başbakan’ın ‘Nabi Hoca’sı, bir zamanların mizah yazarı Molla Kasım’ı. Nabi Avcı’ya göre, eğitimin zaafiyet noktası sosyal bilimler ve ana dil.
-Böyle yoğun bir tempoda sizi rahatlatan şey nedir?
Kitap okumayı seviyorum. Ufak tefek hobilerim de var. Kurşun, dolmakalem her türlü kalem iyidir. Kalemleri severim, çakıları severim. Arkadaşlarla birlikte olmayı, İstanbul’da olmayı severim. Üniversitede kütüphanelerde de olmayı severim. Ama Milli Eğitim Bakanı olarak okulları ziyaret etmeyi daha çok severim. Özellikle ilkokulları ziyaret ettiğim zaman çok mutlu oluyorum. İyi ki Milli Eğitim Bakanıyım dediğim zaman o zaman. Çünkü istediğim okula rahatça gidiyorum. Kimse “Sen burada ne geziyorsun?” demiyor.
-Çocuk ve gençliğin hayatını etkileyen koltukta oturuyorsunuz. Onların hayatında neye imza atmak istersiniz?
Bu soru beni ürkütüyor. Birden çok büyük sorumluluk yüklüyorsunuz. Hiçbir koltuk, makam hiçbir görev hele günümüz şartlarında iyi ki o kadar belirleyici değildir. Hele eğitim gibi pek çok paydaşı olan bir alanda birileri eğer kendini belirleyeci bir konumda görüyorsa bu biraz hüsnü kuruntudur. O yüzden bunu en çok 23 Nisanlarda hissediyoruz. Çocuklar bakan, başbakan oluyorlar. Öyle bir algı pompalanıyor. “Neyi değiştireceksin?” diye soruyorlar. Çocuklar zannediyor ki, hakikaten yapılabilir bir şeyden söz ediyorlar. Bunu çocuklara nasıl söyleriz bilmiyorum, böyle bir şey yok. Milli Eğitim Bakanı isterse bütün eğitim sistemini yeniden biçimlendirir, değiştirir; yok böyle bir şey.
-Sizin eğitimde gördüğünüz en önemli sorun nedir?
Eğitimde en önemli sorun, en önemli şans bu alandaki öngörülemezliktir. Aynı zamanda gelecekte bizi bugün tasarlayamadığımız kadar farklı değişkenlerin beklediğini düşünüyorum. Öngörülemezlik her zaman kötü bir şey değildir. Sürpriz her zaman kötü sürpriz değildir. Bazı zaman da iyiye açılan kapıdır.
Eğitim konusunda herkes her şeyi biliyor!
-Türkiye’nin en büyük kamusal örgütünün başındasınız. Sizi zorlayan en önemli şey nedir?
Evet, Türkiye’nin en büyük kamusal örgütü eğitim sistemi. Sorunlarımız o oranda çetrefil. Ben eskiden iletişim konusunda herkesin her şeyi bildiğini zannediyordum. Meğer eğitim konusunda herkes her şeyi çok biliyormuş. Burada ilk öğrendiğim şeylerden biri bu oldu.
-Neleri değiştirmeyi düşünüyorsunuz?
Bu sorunun altında şöyle bir varsayım var: Siz bazı şeyleri değiştirmeyi isteyebilir ve bunu gerçekleştirebilirsiniz bakan olarak. Oysa bu kadar karmaşık ve yaygın bir sistemi kişisel iradelerle biçimlendirmek mümkün değil. Tabii bireysel olarak da, bakan olarak da insanın yapmak isteyeceği şeyler vardır. Benim de var.
Ana dilde zafiyetimiz var
-Sizin için en önemlisi ne?
En başta çocuklarımıza anadillerini iyi öğretmeyi sağlayacak mekanizmalar geliştirmek. Çünkü bizde genellikle herkesin ittifak ettiği konu yabancı dili öğretme konusundaki zafiyetimiz. Herkes kabul ediyor ki, biz çocuklarımıza yabancı dili özellikle İngilizce öğretmeyi beceremedik bugüne kadar. İngilizce eğitimimiz uluslararası ölçülere girdiği için o alandaki başarısızlığımızı net olarak görüyoruz. Ama uluslararası ölçümlere girmeyen başka alanlardaki performanslarımızı da düşünmek zorundayız. Bunların başında anadil eğitimi geliyor. Ben herhangi bir yabancı dil öğretmede başarısızlığımızın gerisinde, anadil eğitimi konusundaki zafiyetimizin yattığını düşünüyorum.
-Eğitimde zayıflıklarımız neler?
Özellikle sosyal bilimler alanında ciddi zaaflarımız var. Tarih, coğrafya, felsefe ve din kültürü eğitimimizde de ne yazık ki, günümüzde eğitim teknolojilerinin bize sağladığı imkanları yeterince değerlendiremediğimizi düşünüyorum. Onun dışında öğretmen yetiştirme düzenimizle, gerekse mevcut öğretmenlerimizin günün koşullarına adapte olabilmeleri yani hizmetiçi eğitimi çok önemsiyorum. Başlatılmış birçok güzel projeler var.
-Kamuoyunda eğitimle ilgili çok şey söyleniyor.
Kamuoyunda çok sık dile getirilen bir önyargı var. Genellikle eğitimi çok iyi anlıyor ya. Bu konularda örnek verilirken Finlandiya’da, Singapur’da eğitim şöyle. Evet doğru Singapur’da İngilizce iyi öğretiliyor, Finlandiya’da matematik etkili. Bu karşılaştırmalar haksız. Finlandiya denilen yerin nüfusu 5.5 milyon. Singapur bir şehir devleti. Bizim orta boy Anadolu kenti kadar bir yer. Şimdi oralarda bu kadar az sayıyla başarılabilmiş olan birtakım işler, “17 milyon öğrencisi,700 bin küsur öğretmeni, binlerce farklı okulu olan bir Türkiye’de niye yapılamıyor?” diye sorgulamak yanlış kıyas üzerinden yürümek demektir. Eğitim alanında bu kadar büyük ölçekli, bu kadar yaygın eğitimi, bu düzeyde başarabilmiş olmak Cumhuriyet döneminin başarısıdır. Özellikle son 10 yılda daha da iyi olduğumuzu düşünüyorum. Nereden nereye geldiğimizi, hangi koşullardan geldiğimizi unutmamak gerekir. Türkiye başka ülkelerle kıyaslanırken, her şeyi kendi dişi tırnağıyla söke söke gerçekleştirdiğini de unutmamak gerekir. Bizim 90 yıllık eğitim macerası aynı zamanda bir başarı hikâyesidir. Bu konuyu iyi anlatmamız gerekir. Bu özgüvene de işaret eder. Pek çok şeyi başardık. Daha fazlasını da başarabiliriz.
Önümüzdeki yıl çocuklar sınavlarda rahatlayacak
Bu yıl SBS yapılıyor. Bu yıl girenler daha önceki yılların kuralları doğrultusunda okullara yerleşecekler. Önümüzdeki yıldan itibaren bu konuda çocuklarımızı da okullarımızı da rahatlatmaya yönelik tedbirler üzerinde çalışıyoruz. Çocuklarımızı tek bir sınavın sonuçlarına göre bir kulvara mahkum etmeyelim. Çünkü o sınav genellikle dört yıl boyunca alınan dersleri, ders dışı alanlardaki etkinlikleri, yani bir çocuğun o dört yılda kazandıklarının çok azını, (sadece bilgisel düzeydeki kazanımı) belli test teknikleri üzerinden ölçerek yapılıyor. Burada birçok sıkıntı var. Bir de gerçekten bu çocuklar sadece o bilgi ölçümüyle o kulvarı hak ediyorlar mı, etmiyorlar mı? Hak etmiyorlar. Ama eğer sınırlı sayıda okula çok sayıda talep varsa onları bir şekilde süzgeçten geçirmemiz gerekiyor. Bu süzgeci çocukları tek bir sınavın stresine sokmadan nasıl örgütleyebiliriz, üzerinde çalışıyoruz.
Velilerden rica ediyorum çocuklarınızı rahat bırakın
Galatasaray, İstanbul Erkek Lisesi gibi belli bir geleneği olan, bu gelenek yüzünden çok ciddi bir talep fazlasıyla karşı karşıya olan okulların bir şekilde seçim yapması gerekir. O seçimin zeminini biz bakanlık olarak hazırlayabiliriz. Sınırlı ölçekte öğrencinin katılacığı bir sınav olmak zorunda. Belki yapılacak sınavda belli puan türlerine ya da çocukların okul bitirme sonuçlarına göre bir karma değerlendirme ölçütü geliştirebilirler. Doğrusu şu ana kadar herkese ‘ohh’ dedirtecek bir sistem henüz kuramadık. Yedinci sınıf velilerine rica ediyorum. Çocukları ne olur çok zorlamasınlar. Şu kadarını söyleyeyim, bazen hiç ummadığınız okullarda bir öğretmen her şeyi değiştirir. Bütün çocuklarımızın karşısına o öğretmenin çıkmasını diliyorum. Öğretmenlere de haksızlık ediliyor. Sanki o öğretmenler belli okullarda var, diğer okullarda yok
Bir hamlede eğitim sistemi değişmez
-Geleceğin liseleri, üniversiteleri nasıl olmalı, bir hayaliniz var mı?
Sadece Milli Eğitim Bakanı olarak değil, daha önce de bu tür fütüristik öngörüler konusunda çok ihtiyatlı olmak gerektiğini düşünürüm. Eğitim gibi enformasyon ve bilişim teknolojilerinin yani bütün diğer alanlara göre çok hızlı değişen teknolojilerin egemen olduğu bir alanda böyle uzun vadeli kestirimlerde bulunmak mümkün değil. Ama şu söylenebilir: Bugünkü eğitim düzeni, sadece Türkiye değil, tüm dünyadaki eğitim düzeni daha çok sanayi devriminin sonuçlarına göre biçimlenmiş, yani bu anlamda fabrika düzeninin eğitim alanına yansımalarıyla oluşmuş bir eğitim sistemi. Dünyada şekillenen ‘enformasyon toplumu’nun -ki başkaları buna ‘bilgi toplumu’ da diyor- gereklerini ve dayatmalarına göre eğitim sistemi de kendini uyarlıyor. Pek çok eğitim kurumu artık anakronik hale geldi. Doğrusu bu kadar geniş, yaygın toplumsal kurumları bir hamlede yenileriyle değiştirmek veya onların artık işlevselliklerini yitirdiklerini kabul etmek o kadar kolay olmuyor. Bir yandan da yeni içine girdiğimiz yeni dünyanın imkânları ve tehditleri doğrultusunda biçimlenmiş yeni yapılar ortaya çıkıyor. Bundan sonra bu süreç daha da hızlanacak
- Eğitimde teknolojinin yeri ne olacak?
Gelişen teknolojik imkanları düşününce çok önemli. İşin esası kalemle kağıttır. Bilgisayarlar önemlidir, etkilidir. Pek çok işimizi kolaylaştırır. Ama ne yapmak istediğinizi iyi biliyorsanız bilgisayar sizin işinize yarar. İnsanlar, bilgisayarlarla dahi olmazlar. İşin esası insandır. Hatta ben bu konuyla ilgili ‘Enformatik cehalet’ kitabımda dipnotta şöyle bir espiri yapmıştım: Computer karşılığı olarak Türkçe’de bilgisayar sözcüğünün icat edilmesi bana ironik geliyor. Bilgi-sayar. Bilgisayar, temelde 0 ve 1 düzeneğine indirgeyemediği hiçbir şeyi bilgi saymaz. Hayat 0 ve 1’e indirgenemeyecek kadar iyi, güzel ve doğruyu içeriyor. Bir güzel resmi 0 ve 1’e indirgeyemezsiniz. Onunla izah edemezsiniz. Daha sonra onu 0 ve 1 üzerinde çoğaltıp yaygınlaştırabilirsiniz, o resme bakmanın tadını çok sayıda çocuğa ulaştırabilirsiniz.
Yani yüz yüze eğitimde temel olan odur. 0 ve 1’in dışında kalan pek çok iyi, doğru, güzel şeyi öğretmenler çocuklara öğretirler. Çocuklar birbirine öğretir, çocuklar öğretmene öğretir. Ama her halükarda yüz yüze öğretir. Eğitimde teknolojinin rolünü küçümsemiyorum, onun önümüze açtığı imkânları da. İşin özünü gözden kaçırmamak için bunu söylüyorum.
Başbakan’ın konuşmalarına katkım oldu
Başbakan’ın konuşmaları ekip işidir. Başbakan’ın çizdiği çerçevede ekip çalışmasıyla yapılır. Ben uzun süredir o ekibin içinde değilim. Başbakanlık Danışmanlığı’ndan ayrıldıktan sonra özelikle değilim. Ama daha öncesinden de genç ekip çalışıyor, iyi de götürüyorlar. Herkes kendisiyle ilgili görmesi gereken yerlere bakar. Benim son zamanlarda o konuda çok fazla katkım olmuyor
TÜBİTAK sınavında isim sormayacağız
TÜBİTAK, bir durum tespit sınavı. Okullar, öğrenciler ne durumda, neyi ne kadar öğretiyoruz, öğretemiyoruz. Başarılı ve başarısız olduğumuz alanlar neler? Okulların da kendilerini geliştirmeleri konusunda bir ölçme işlemi. İsimsiz yapılacak, öğrenciler ismini yazmayacak. Anonim bir sınav. Yarış değil. Çocuklar öyle algılamasınlar, rahat olsunlar. Mayıs’ta planladık.
Twitter’da adıma zekice şeyler yazıyorlar
Benim adıma Twitter’da yazanlar var. Şüphelendiğim iki kişi vardı. Onlardan biri geldi “Benden şüphelendiğinizi bilmiyorum ama ben değilim” dedi. İlk çıkan var, o çok zeki. Sömestr tatilinde velilere bir tehdit tweet’i vardı, “Çocuklara yüklenmeyin, hepinizin ne mal olduğunuzu biliyorum, hepinizin karneleri arşivde çıkarırım ha” yazmıştı. O hoşuma gitti. Ben takip etmiyorum, arkadaşların söylediklerinden biliyorum. Hepsi değilse bazıları zekice. Facebook ya da Twitter hesabım yok.
Molla Kasım’ı seviyorum
Molla Kasım’ın çıkış hikayesi şöyle: 1983’teydi galiba. Çok kısa dönem Milli Gazete’nin yönetimini devralmıştık. Üç ay süren bir hikâye. O arada gazete içi muhalefeti temsil eden bir ses olarak tasarlamıştık. Gazete yönetimini, okuyucuları, patronları herkesi sırası geldikçe ince ince eleştiren bir tip olarak başladı. Sonra Zaman gazetesinde daha da arttı popüleritesi. Gazete içindeki mikro iktidarın muhalefeti olarak biçimlenmiş bir karakter. Bir tür ego. Ben Molla Kasım’dan bahsederken hakikaten başka birinden bahsediyormuş gibiyim. Hiç kendimle ilgili değil gibi. Demek ki yazarken de öyle oluyor.
Zaman zaman mesela “Aferin iyi oturttu” dediğim anlar da olmuştu. En çok takdir ettiğim esprilerinden birinde entelektüel muhitten birine laf çakarken “Biz de icap ederse aba altından teori göstermesini biliyoruz” diyor. Zaman gazetesindeyken Nabi Avcı başyazı yazıyordu. Molla Kasım en arka sayfada sürekli birinci sayfadaki Nabi Avcı denilen adamla uğraşıyordu, aslında bu gazetenin başyazarı olmak istiyordu. Bakan Avcı için ne düşünürdü bilemiyorum ama “Bunun için erken, adamın performansını görmek lazım” derdi.
Enes Harman daha ciddi bir adamdı. 1976’da Yeni Devir gazetesinde dış politika yazıyordu. Politika yazarken fena değildi.
Aslında her iki isimle yazmam da Allah muhafaza şizofrenik bir şeyi gösterir gibi okunabilir. Enes Harman benzetmek gibi olmasın (kendimi kıyaslama için söylemiyorum) Peyami Safa ile Server Bedi arasındaki ilişkiye benzer. Server Bedi, Peyami Safa’nın Cingöz Recai’de kullandığı takma isim. Molla Kasım’la kabili kıyas değilse de Recai Güllap’tan fena değildir, iyidir.