Güncelleme Tarihi:
Bu geleceğe ilişkin bazı öngörülerimiz var elbette. Bilgi birikiminin ve bilginin yayılma hızının çok yüksek olacağı, hızlı değişimler ve bunlara uyum meselesi, merkezi değil yerel yönetim ve çözümler, bireyi merkeze alan katılımı önemseyen yapılar ve sistemler, farklı sebeplerle gerçekleşen göçler ve sonucunda oluşan çokkültürlü demografik yapılar, yapay zeka, farklı bir siyaset anlayışı ve dolayısı ile otorite, demokrasi, yönetim anlayışlarında farklılaşma, ekonomik sistemlerde değişimler öngörülebilen boyutlar olmakla birlikte değişen meslekler ve yaşam düzenlerinin tahmin edemeyeceğimiz pek çok sonucu da olacaktır. Bu durum geleceğin insanının bazı becerilere sahip olmasını bugünden daha önemli kılacaktır.
İHTİYAÇ DUYULACAK BECERİLER
Dünyada ulusal ve uluslararası pek çok örgüt, kurum, kuruluş ve araştırmacı bugünün bilgi ve deneyimi ile hayal edebildiğimiz gelecekte ihtiyaç duyabileceğimiz 21’inci. yüzyıl becerilerini tanımlıyor. Pek çok farklı sınıflama olsa da bu beceriler genel olarak düşünme ve düşünme üzerinde düşünme becerileri; yeniliklere uyum, esneklik ve dönüşüm becerileri; iletişim ve işbirliği; bilgi, medya ve teknoloji becerileri; eleştirel ve yaratıcı düşünme; karmaşık problem çözme; özdüzenleme ve özerklik; risk alma ve girişimcilik; yaşam ve kariyer becerileri; estetik ve sanat algısı ile disiplinlerarası ve disiplinlerüstü bakış açısı olarak sıralanabilir.
Tüm bu becerilerin bireyin yaşamı boyunca ailede, okulda ve toplumsal yaşam içerisinde destekleniyor olması beklenmekle birlikte kasıtlı ve planlı biçimde bu becerileri kazandırma görevi eğitim sistemindedir. Okul yapısı ise ne yazık ki 21’nci yüzyıl becerilerini yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzere olduğumuz bu günlerde hala ilk kuruldukları dönemin bakış açısı, fiziksel yapısı, çocuk algısı, öğrenme anlayışı ve kültürü ile geliştirmeye çalışmaktadır. Oysa okul yapısında, öğrenme kültüründe ve program anlayışımızda köklü bir değişim gerekmektedir. Okullarımız öğrenenlerin birey olarak ilgi, istek ve ihtiyaçlarının dikkate alındığı, öğrenmenin ateşleyicisinin merak olduğu, yaşayarak öğrenme olanaklarının sunulduğu, söz konusu becerilerin deneyimlendiği ve nihayetinde bu becerilerin ve derslerin hedeflerinin kazanılma düzeyinin bu anlayışlara uygun araçlarla ölçüldüğü bir öğrenme çevresine evrilmek zorundadır.
HAYAL KURMA VE TASARIM
Proje tabanlı öğrenme öğrenenlere bir proje geliştirme süreci içinde hem derslerin gerektirdiği öğrenmeleri gerçekleştirme hem de 21’nci yüzyıl becerilerini kazanma olanağı sunar. Proje öncelikle bir hayal kurma ve tasarım sürecidir tam da bu nedenle gerçek bir problemle karşılaşma, problemi ya da durumu analiz etme, ihtiyacı saptayarak olası çözümler ve ürünler için tasarımlar yapma ve özgün fikirler ortaya koyma projenin öncelikli aşamalarıdır. Öğretmenler çocuklardan gelen ilgi, merak ve ihtiyaçları projelere dönüştürebilecekleri gibi kendileri de gerçek yaşamdan çocuklar için uygun durumları projeyi teşvik etmek için kullanabilirler. Ardından öğrenenlerin kendi öğrenme ve çalışma planlarını yapmaları, projede çalışılabilecek ders hedef ve konularının belirlenmesi, ölçme ve değerlendirme sürecinin yapılandırılması gelir ki tüm bunlar öğretmen ve öğrenenlerin birlikte yapılandırdığı, öğrenenlerin seçme ve karara katılma fırsatı bulduğu yaşantılardır.
PROJELER EVRENİN BÜTÜNLÜĞÜNÜ ANLATIR
Proje tabanlı öğrenme uygulamaları sırasında çocukların rekabetten çok işbirliğine odaklanmaları; bir ürünü, konuyu ya da durumu disiplinlerarası veya disiplinlerüstü bir bakışla ele almaları; araştırma sürecinde bilgi ve medya okuryazarlığı becerilerini edinmeleri ve kullanmaları; yaratıcı ve eleştirel düşünmeleri; süreçte karşılaştıkları güçlüklerde esnek ve değişime hazır olmaları; kendi öğrenme serüvenlerini yönetmeleri ve sorumluluk almaları; zor kararlarda risk alabilmeleri; sanat ve estetiği deneyimlemeleri gerekir. Oysa geleneksel eğitim durumlarında öğrenenlerin bilginin pasif alıcıları olarak konumlandığını, öğretmenin geniş bir gruba bilgiyi aktardığını, öğrenen ve öğretmen ile öğrenenlerin birbirleri arasında iletişimin en alt düzeyde olduğunu, ağırlıklı olarak öğretimin ders kitaplarına bağlı olduğunu ve öğrenmelerin gerçek yaşamla ilişkisinin en alt düzeyde kurulduğunu gözlüyor ve deneyimliyoruz. Geleneksel öğretim sürecinde bir bütün olan evreni bölüp parçalıyoruz, derslere ayırıyoruz ve öğrenene bu ilişkilerden kopuk biçimde sunuyoruz. Projeler ise evrenin bütünlüğünü, gerçek yaşamın ve gerçek problemlerin aynı anda pek çok disiplinle bağlantılı olduğunu ve hatta disiplinler üstü olduğunu deneyimletiyor öğrenenlere. Böylece evreni derslere bölmüyor, aksine dersleri birleştiriyor.
Bunlara ek olarak değerlendirme aşamasında “Ne yaptım?, Nasıl yaptım?, Baştan yapacak olsam neleri farklı yapardım?, Ne öğrendim?, Nerede zorlandım?, Güçlü yanım neydi?” gibi sorulara yanıt vermek çocuğun üstbilişsel (öğrenmeyi öğrenme, düşünme üzerine düşünme) farkındalık, bilgi ve becerilerini geliştirirken özdüzenleme yapabilmesine de fırsat sunmaktadır. Araştırmalar, akranları ve öğretmenleri ile böylesi bir süreci deneyimlemek öğrenme ortamını keyifli hale getirdiğinden, öğrenenlerin öğrenme ve okul yaşamına dair olumlu tutumlar geliştirdiklerini, kendilerini ait hissettiklerini, içsel güdülenme düzeylerinin arttığını, aştıkları her engelde özyeterliklerinin desteklendiğini ve kendi öğrenme sorumluluklarını aldıkları ve yönettikleri bir süreçte akademik benlik algılarının da yükseldiğini ortaya koymaktadır. Öğretmen ise tüm bu süreçte teşvik eden, birlikte deneyimleyen, araştıran ve öğrenen bir rol üstlenerek geleneksel otorite anlayışından sıyrılmaktadır. Elbette bu süreçte ölçme ve değerlendirme işi de öğrenenlerin dahil olabildiği araçlarla zenginleştirilmekte özdeğerlendirme ve akran değerlendirmelerine alan açılır.
SINIFI UZAK MEKİĞİNE DÖNÜŞTÜRMEK
Düşünün ki okullarını bir uzay üssüne taşımak isteyen bir sınıfın uzay mekiğine dönüştürüldüğünü; çocukların mekikte bulunanların giyinme, barınma, beslenme, fiziksel aktivite meseleleri üzerinde sürdürülebilir çözümler üretmeye çalıştığını. Tüm bu işler yapılırken fen bilgisi, sosyal bilgiler, matematik, Türkçe, yabancı dil ve hareket eğitimi derslerinin konularının nasıl keyifle çalışılabileceğini; medya okur yazarlığı, bilgiye ulaşma ve araştırma becerilerinin nasıl hevesle kazanılabileceğini; okul ve öğrenme tutum ve alışkanlıklarının merak ve hevesle nasıl olumluya evrileceğini hepimiz tahmin edebilir hatta böyle bir sınıfta bir öğrenen olmak için heves edebiliriz. Hadi olalım… Bu sınıfta okuma ve yazma becerilerini mekikteki yönergeleri ve kullanma kılavuzlarını hazırlarken; sağlıklı yaşam ve beslenme konularını mekiktekilerin nasıl besleneceğini ve kaynaklarını bulmaya çalışırken; İngilizce’de bazı kalıp ve sözcükleri mekik için kimlik kartları ve tabelalar hazırlarken; vatandaşlık ve kimlik meselesini bu macerada birlikte yaşam kurallarını tartışırken öğreniyoruz. Kendi öğrenme sorumluluğumuzu aldığımız, düşünme ve öğrenme sürecimizi yönettiğimiz, öğrenmelerimizi değerlendirebildiğimiz, öğretmenimizle maceracı bir yol gösterici olarak ilişki kurup birlikte eğlendiğimiz ve öğrendiğimiz bu sınıfta öğrendiklerimizi unutmak mümkün olur muydu? Ve tabii ki her sabah okula gitmek için iyi bir sebebimiz olmaz mıydı?
DOÇ. DR. MAKBULE BAŞBAY KİMDİR?
Lisans, yükseklisans ve doktora eğitimini Hacettepe Üniversitesi’nde Eğitim Programları ve Öğretim alanında tamamlayan Doç. Dr. Makbule Başbay halen Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü öğretim üyesidir. Öğretmen eğitimi, öğretim programlarının incelenmesi, proje tabanlı öğrenme konularında araştırmaları bulunan Başbay son yıllarda alternatif eğitim ve uygulamaları üzerine çalışmalar yapmaktadır.